3 Kasım 2017
Sayı: KB 2017/42

Gelecek mutlak sosyalizm!
Mafyalaşmış devlet geleneği sürüyor, sistem çürüyor!
Eski aktöre “yeni görev”
Tek tipleştirilmeye teslim olmayacağız!
Zafer pasif değil, aktif direniştedir!
“Baskıya ve güvencesizliğe karşı tek çözüm direnmektir”
Gülmen ve Özakça’nın doktoru uyardı: Her an her şey olabilir!
Torba yasadan madencinin payına ceset torbaları düşecek!
“Devrimci partinin varlığı devrime hazırlığın ve devrimin geleceğidir!
DEV TEKSTİL GMYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
İş cinayetlerine karşı örgütlü mücadeleye!
Birleşik Metal-İş’te neler oluyor?
Bir sömürü cenneti Mercedes-Benz
Şanlı devrimin, devrimci kadınları!
YÖK ve YÖK düzenine karşı 6 Kasım’da alanlara…
MEB’den öğrencilere baraka, sermayeye rant alanı
Bağımsızlık referandumları ve kapitalizmin çürümüşlüğü
Her yerin şarkısı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Her yerin şarkısı

 

Paris Komünü sınıflı toplumlar tarihinde yaşanan ilk işçi iktidarı deneyimiydi. Kendi içinde yaşadığı olumsuzluklardan kaynaklı sadece 72 gün dayanabildi ve kanla bastırıldı. İktidar olduğu süreç içinde Komün’ün yönetiminde toplumun her kesiminden emekçiler bulunuyordu. Gazeteci, dökümcü, ressam, kundura işçisi… Sanat tarihine geçen Gustave Courbet de komünarların arasındaydı.

Bu iktidar deneyiminin gösterdiği gerçeklerden biri de, emekçilerin harekete geçtiği zaman yaşadıkları zihinsel zenginliğin açığa çıkması ve bu yönlü eğitimi oldu. Tekel direnişinde, Greif işgalinde de gördüğümüz üzere, işçi sınıfı kendi sınıf çıkarları için mücadele etmeye başladığında ve dolayısıyla zincirleri kırdığında düşünsel anlamda da özgürlüğe kavuşuyor. Bu özgürlük, pratik içerisinde üretimleri yanı sıra getiriyor.

Tekel direnişinde direnişçi işçiler şiirler yazıyor, şarkılar besteliyor, resimler yapıyorlardı. Aynı şekilde Greif işgalinde sinema gösterimleri, tiyatrolar, şiirler, müzikler birebir işçiler tarafından üretiliyordu. Bu, -şairin de dediği gibi- durumunu anlamış bir insanı kim durdurabilir ki misali, kendi sınıfını, düşmanını ve kurtuluşunu çözümlemiş işçilerin eseriydi. İşçi sınıfı zincirlerini bir kırdı mı sadece sanat ve edebiyatta değil yaşamın her alanında üretkenleşip, yaşamın inisiyatifini kendi ellerine alıyor.

Paris Komünü de bu konuda bir çok örnek yaratmıştır. Ki “her yerin şarkısı” olarak nitelendirebileceğimiz Enternasyonal Marşı çıksa çıksa böylesi bir pratiğin içinden çıkabilirdi ve öyle de oldu. Paris Komünü üyelerinden Eugene Pottier 26 Mart 1871’de Komün’e yönetici olarak seçilmişti. 1816’da Paris’te doğan Pottier küçük yaşta işçilik yapmaya başlamış, genç yaşta cumhuriyetçi fikirlerle tanışmıştı. Ve bu fikirlerin etkisi ile şiirler yazmaya koyulan Pottier 1830 devrimini selamlayan “yaşasın özgürlük” isimli şiirle öne çıktı. Sonrasında ütopik sosyalist düşünceleri desteklemeye ve işçi sınıfı saflarında ayaklanmalara ve barikat savaşlarına katılmaya başladı. Resim alanında da kendisini geliştiren Pottier kumaş üzerine resim yapılması konusunda bir atölyede yöneticilik yaptı ve burada işçilerin örgütlenmesi için çalıştı. Ardından buradaki işçiler içerisinde bir birlik oluşturarak enternasyonale katılmalarını sağladı.

Komün’de de etkin görevler alan Pottier, Kamu Hizmetleri Komisyonu’nda çalıştı. Versaille yanlılarına karşı günlerce barikatlarda dövüştü. Bu arada şiirleriyle de Komüncülere moral motivasyon sağladı. Komünün kanla bastırılmasının ardından idamdan kıl payı kurtuldu ve önce İngiltere’ye, oradan da ABD’ye kaçtı. Amerika’da da işçi sınıfının örgütlenmesi için çalıştı. Paris’e geri döndükten sonra geçirdiği hastalık neticesinde 6 Kasım 1887’de hayata gözlerini kapadı.

Her dilden insanın hemen tanıdığı tek ezgi

Marş denince aklımıza bir savaş çağrısı, coşku hissi uyandıran müzikler gelir. Doğrudur da… Marşlar bir düşmanın olduğunu belirtirken kendi safında bulunan kişilere de cesaret aşılayan bir karakter taşırlar. Bu özellikleri de gözetilerek baktığımızda Enternasyonal Marşı kendi türünün özelliklerini gayet başarılı bir şekilde taşımaktadır.

Fakat Enternasyonal Marşı'nda bir marştan beklenenden fazlası şu yönü ile vardır; marşların onda dokuzu ülke çapında, yani milli marş olarak yazılırken Enternasyonal Marşı, adından da anlaşılacağı üzere evrensel ve sınıfsal karakter taşıyan bir marştır. Dünya işçi sınıfının kurtuluşuna işaret eden marş, kurtuluşun ancak uluslararası bir mücadele ile, yani ideolojik ifadesi enternasyonalizm olan bir program ile işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşuna değinir. Bu yönü ile henüz aşılamamış bir marş olma niteliği taşır.

Bunun içindir ki devrimci mücadele saflarında yitirilen kimliklerin cenazelerinde bu marş öne çıkmaktadır. Yakın tarihte Halit Çelenk, Oktay Etiman gibi kimlikler defnedilirken insanların aklına Enternasyonal Marşı'nın gelmesi bir tesadüf değildir.

Tabi Enternasyonal Marşı ilk anda yazıldığı gibi dünya işçi sınıfı tarafından benimsenip kabul görmüyor. Bu süreç sekiz yılı buluyor. İlk kez 23 Temmuz 1888’de Fransa’nın Lille kentinde işçiler tarafından okunan marş çok da beğenilmiyor. Bunun üzerine marşın müziğini yapan Pierre Degeyter marşın kabul görmesi için yıllarca çaba harcıyor. Birçok etkinlikte çalınmasını sağlayarak nihayet dünyaca kabul edilmesini sağlıyor.

Sonuç olarak, enternasyonalizmin bir ifadesi olan bu marş dünyada kabul görmüştür. Hani müzik için “evrensel bir dil” ifadesi kullanılır ya, Enternasyonal Marşı da işçi sınıfının evrensel dilidir. Kurtuluşunun çağrısıdır.

Marşın sözlerini yazan Komün savaşçısı Eugene Pottier bize böylesi ölümsüz bir miras bırakmıştır. Mücadele içindeki bir insan tarafından mücadele içinde yaratılan bir marş yeni mücadelelere de ışık tutmaktadır. Bu açıdan Eugene Pottier ve onun ölümsüz yapıtı Enternasyonal Marşı işçi sınıfının mücadelesine ışık tutarken, yine işçi sınıfının mücadele alanlarında yaşatılacaktır. İnsanlık Enternasyonal ile kurtulacaktır.

F. Deniz

 

 

 

 

Ölüm uykusu

 

Bu gidip gelmeler sıradan gidip gelmeler değildi. Oturmuştu bir işçi kahvesine, önünde Türkiye'nin en çok satan gazetesi vardı. Merakından şöyle bir bakma gereksinimi duymuştu. 3. sayfa haberine takılmıştı gözleri. Başlık “Ölüm uykusu” idi. O an nefret ve sadece kin vardı gözlerinde. Anlatılan bir 3. sayfa haberi değildi onun için artık. Çok önceden bindiği bir ada vapurunda çalan bir ezgi aklına gelmişti. “Çocuklar inanın, inanın çocuklar! Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...” diyordu şarkıda, ama haberdeki çocukların görecek güzel günleri kalmamıştı, çalınmıştı yarınları.

Harun [14] kardeşi Ali [12] ve kuzenleri Hüseyin [14] pamuk tarlasında, pamuk toplarken yorgunluktan uyuya kalmışlardı. Bu üç güzel çocuk ve yakınları onların sonsuz uykuya yakalanacağını nereden bilebilirdi ki? Acı gerçekse saatler sonra ortaya çıkmıştı, meğerse bu beyaz altının içinde zirai ilaçlama yapılmış ve okul sıralarında ders yorgunluğundan uyuya kalması gereken çocuklar, aşırı yorgunluktan uyuya kalıp zirai ilaçların etkisiyle zehirlenerek ölmüşlerdi…

Çocuk işçi ölümlerine bir yenisi daha eklenmiş ve bu seferki kayıtlara geçmişti. Türkiye işçi cinayetlerinde olduğu gibi çocuk işçi çalıştırma oranının da yüksek olduğu bir ülkedir. Çocuklar bizim geleceğe olan inancımız, saflığımız, yarınlarımızdır. Şimdi, bizlere düşen görev oyun oynaması gereken, ders sırasında oturması gereken çocukların, yarınları çalınmasın diye mücadeleyi büyütmektir.

M. Güzel


 
§