8 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/47

Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetin kaynağı kapitalizmdir!
Büyük resmin gösterdiği mesele “milli” değil, sınıfsaldır!
Reza Zarrab’dan rüşvet itirafları
“Avukatların dayanışma ve direniş hattı bu saldırıyı boşa çıkaracaktır!”
Kasım ayı enflasyonuyla yeni rekor
“OHAL’le hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir sürece girildi”
Çürümüş anlayışların tükettiği KESK
Metalde süreç hareketleniyor
HT Solar Enerji’de işten atma saldırısı ve işgal
“Yeni Ekimler için ileri!”
İstanbul’da ‘Gelecek mutlak sosyalizm’ etkinliği
Petrol-İş Aliağa Şubesi Genel Kurulu’nun ardından
“İş güvenliği önlemleri alınmalı, taşeron işçilerinin koşullarına özen gösterilmelidir!”
İş cinayetlerinin sorumlusu sermayedarlardır!
Cehennem koşullarında çalışmak kaderimiz değildir!
Mesleki Eğitim Kurultayı toplanıyor!
Birinci Filistin İntifadası’nın 30. yılı
“Oslo Barışı”ndan günümüze, Filistin davası
Suriye’de çözüm mü, çözümsüzlük mü?
Erdal Eren mücadelemizde yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“OHAL’le hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir sürece girildi”

 

10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası vesilesiyle, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Av. Gülseren Yoleri ile konuştuk. Çoğu ülkede hak ve özgürlüklere saldırıların süreklileştiğini belirten Yoleri, Türkiye’de de OHAL ile keyfiyetin yasalaştığına dikkat çekti.

- 10 Aralık, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yayınlanmasıyla 1948 yılından bu yana İnsan Hakları Günü olarak kabul görüyor. Bugün “insan hakları” kapsamına neler giriyor?

İnsan hakları, insanın insan olmakla sahip olduğu devredilemez, bölünemez, vazgeçilemez hakları ifade eder.

Öncesi de olmakla beraber, 1776 Amerika ve 1789 Fransız bildirgeleri ile insan hakları sistematize edilerek tanımlanmış, 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde (İHEB), temel kişisel hakları bir adım aşarak ve devletlerin sorumluluklarını da içerir tanımlamalara kavuşturularak ikinci bir aşamaya, ekonomik, siyasal haklara yer verilmiştir. İHEB’nin ardından dayanışma hakları olarak tanımlanan 3. kuşak haklar (barış hakkı, çevre hakkı, gelişme hakkı, insanlığın ortak mal varlığının korunması hakkı) tanımlanmış, bunlara halkların kendi kaderini tayin hakkı ve zulme karşı direnme hakkı da eklenmiştir.

Başlıklar halinde sayarsak, bildirgede;

“Eşitlik, ayrımcılık yasağı, yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, kölelik yasağı, işkence ve zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ve ceza yasağı, ayrımcılığa karşı eşit korunma hakkı,

“Etkin ve bağımsız bir yargı yolundan yararlanma hakkı, keyfi yakalama, tutuklama ve sürgün yasağı, savunma hakkı, masumiyet karinesi, suçta ve cezada kanunilik,

“Özel yaşamın korunması, seyahat ve yerleşme özgürlüğü, baskı görenlerin başka ülkelere sığınma hakkı, yurttaşlık hakkı,

“Evlenme ve boşanmada erkek ve kadınların eşitliği, ailenin devlet ve toplum tarafından korunması, mülkiyet hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı, kanaat ve ifade özgürlüğü hakkı, barışçıl toplanma ve örgütlenme hakkı, doğrudan ya da serbestçe seçilmiş temsilcileri aracılığıyla ülkesinin yönetimine katılma hakkı, kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı,

“Çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı, eşit iş için eşit ücret hakkı,

“Çalışan herkesin, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilme hakkı, sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı, dinlenme ve boş zaman hakkı,

“Evlilik içi ya da dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın çocukların aynı toplumsal korumadan yararlanma hakkı, eşit, parasız eğitim hakkı, kültürel yaşama ve bilimsel gelişmeye katılma, sanattan yararlanma hakkı” tanımlanmıştır.

Bildirge, bu haklar sayıldıktan sonra, “Herkesin bu bildirgede ileri sürülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşebileceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır” der.

Ve arkasından kişilerin içinde yaşadığı topluluğa karşı ödevlerini hatırlatır. Tanımlanan özgürlüklerin sınırını çizer, kişilerin ve devletlerin bu hakları yok etmek için çalışamayacaklarını söyler ve “Bu hak ve özgürlükler, hiçbir koşulda Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz” diyerek de bitirir.

- O günden bu yana, bu hakların kağıt üzerinde güvenceye alınmasını ihtiyaç haline getiren koşullarda bir değişim oldu mu? Örneğin OHAL koşullarının insan haklarına etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Türkiye, tarafı olduğu sözleşmelere ne ölçüde bağlı kalıyor?

İHEB’yi, yani 10 Aralık 1948’i baz alırsanız; dünyada da Türkiye’de de hem çok şey değişti hem hiçbir şey değişmedi denilebilir. Şöyle ki; hak ihlali üreten devletler bu karakterlerini korudu. Yani devlet hep devletliğini yaptı. Hak ve özgürlüklere karşı yasak ve baskıyı süreklileştirdi. Bu baskının ne düzeyde ve çeşitlilikte olduğu konusunda değişik fotoğraflar söz konusu elbette. Mesela Avrupa ülkelerinde başka, Asya ülkelerinde başka, Amerika’da başka, Türkiye’de başka bir tablo var.

Ama her halükarda, hak ihlali yapmasını önlemek için devletleri sınırlayan bağıtlara, yasalara ihtiyaç var. OHAL koşullarında bu ihtiyaç çok daha açık olarak kendisini hissettiriyor. Çünkü OHAL ilanı ile devlet uluslararası sözleşmelerden kaynaklı sorumluluklarını ve hatta anayasal hakları resmen askıya aldı. Son iki yıldır fiilen anayasayı ve yasaları tanımadığını ilan eden ve yasama, yürütme ve yargı faaliyetlerinde bu fiili durumu hakim kılan hükümet, kendisine hak gördüğü bu keyfi ve sorumsuz çerçeveyi OHAL ile birlikte resmiyete kavuşturdu ve dünyaya ilan etti. OHAL ve sonrasında çıkarılan KHK’lar ile bu çerçeveye uygun, hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir sürece girildi. OHAL ilanı ve KHK’lar usul ve içerik olarak yasalara aykırı olduğu halde bugün yürürlükteler ve anayasanın, yasaların üzerinde bir değer görüyorlar.

OHAL’de, hatta savaş halinde dahi kısıtlanamayacak haklarımız anayasanın 15. maddesi hiç kaale alınmaksızın ihlal ediliyor. Yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, düşünce ifade ve örgütlenme hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı, seyahat özgürlüğü, sığınma hakkından mülkiyet hakkına tüm haklara yoğun bir saldırı var.

- Tüm bu uygulamalarla ne amaçlanıyor?

Bu noktada, hem devletin hem de iktidarın büyük bir açmaz içinde olduklarını görüyoruz. Devlet kodlarındaki ayrımcı, ırkçı, tekçi, militarist özellikler, sorunları çözmek yerine toplumun talep ve ihtiyaçlarını şiddet ve yasaklarla baskı altına alma yöntemi, sorunları giderek daha içinden çıkılmaz hale getirdi. İktidarın da 15 yıllık pratiği bu sorunları aşmak yerine çıkmaza sürüklediğini gösterdi bize.

Ancak ne dünya eski dünya ne toplum eski toplum. Nuriye ve Semih’in tutuklanmasına gerekçe yapılan “Gezi benzeri bir toplumsal hareketi ateşleme” tespiti, devletin de iktidarın da toplumsal bir kalkışmadan, bir isyandan ölesiye korktuklarını gösteriyor.

Bu nedenle de toplumu her kesimi ile baskı altına almak ve hareketsiz bırakmak istiyor. Bu yüzden sosyal medya paylaşımlarını suç konusu ediyor, çocuk derneklerini bile kapatıyor. Gerçekleri duyuracak haberleşme kanallarını, gazetecileri, akademisyenleri, insan hakları savunucularını ve siyasetçileri tutuklayarak, halka ışık olabilecek, umut olabilecek hareketleri yok etmeye çalışıyor. Yani kendisini kurtarmaya çalışıyor.

- İHD olarak İnsan Hakları Haftası’nda programınız nedir, neyi hedefliyorsunuz?

İHD olarak insan hakları haftası boyunca insan hakları ihlallerini ve tabi ki mücadele yöntemlerini tartışacağız ve tartıştıracağız. Halkın çaresizlik duygusu yerine cesarete ve umuda ihtiyacı var. Bilgi paylaşımı, farkındalık geliştirme, dayanışma amacımız var. Cesareti de umudu da buradan birlikte üretebileceğimize inanıyoruz. Bu yüzden hafta boyunca yapacağımız etkinliklerde herkesi bir arada olmaya çağırıyoruz.

Kızıl Bayrak / İstanbul


 
§