2 Kasım 2018
Sayı: KB 2018/41

Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor!
Ortadoğu, Kürt sorunu ve “çözüm masası”na çağrı
Gerici-faşist koalisyondaki çatlak ve reformist sol
Saray rejimi din istismarında ölçü tanımıyor!
Kıdem tazminatını gasp etme planı devrede
Kriz içinde debelenen düzene karşı fabrika örgütlenmelerinde birleşelim!
Hidromek’te “arabulucu” oyunu
Türkiye’den Filistin’e iş sağlığı ve güvenliği eğitimi(!)
KESK yöneticileri şiddete son vermelidir!
İşçilerin kaleminden ekonomik kriz
Ekim Devrimi üzerine - V. İ. Lenin
“Gerçek insan” Karadayı!
“Amerikan rüyası”na yürümek ya da kabustan kaçmak
Savaşın acı sahneleri
Dörtlü Zirve gerçekleşti, sorunlar devam ediyor
İdlib’de kimyasal provokasyon hazırlığı
Almanya-Hessen’de eyalet seçimleri
Frankfurt’ta ‘Marksizm ve işçi sınıfı’ konulu seminer
Greif işgalini yargılayanların karşısında, grev hakkını kullanan Greif işçilerinin yanındayız!
Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kriz içinde debelenen düzene karşı fabrika örgütlenmelerinde birleşelim!

 

Türkiye ekonomisi son yılların en sarsıcı krizi ile karşı karşıya. Kriz en başta inşaat, tekstil ve metal sanayi işçilerinin yaşamına etki etmeye başladı. Fabrikalardan yansıyanlar işçi sınıfının haklarına ve çalışma koşullarına saldırıların arttığını, işten çıkartma sürecinin her kriz öncesi gibi tekrar devreye konulduğunu, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin askıya alındığını gösteriyor. Alım gücümüzün gittikçe azaldığı, devlet kaynaklı verilerden bile açıkça anlaşılıyor. Sürekli hedef halinde olan ve iktidarın yeni ekonomik planlarının ana başlığını oluşturan kıdem tazminatının gaspı tekrar sermayenin önceliği haline getiriliyor. Başarısız kalan Bireysel Emeklilik Sigortası girişimi zorunlu bir biçim halinde sınıfımızın tüm kesimlerine dayatılıyor.

Bugün siyasal iktidar ekonomik krizi reddedip, çeşitli bahanelerle durumu yok saymaya çalışıyor. Şimdiye kadar rahat bir şekilde kimi siyasal gündemlerde ve dönemsel krizlerde çeşitli manipülasyonlarla gündemi istedikleri yere doğru kaydırmakta sorun olmuyordu. Bugün durum geçmişten çok farklıdır. Dümen sizin elinizde olsa dahi tüm işçi ve emekçilerin yaşadığı ve derinden hissettiği krizi geçmişin yöntemleri ile yok sayamazsınız.

Bugün tüm zayıf ve güçlü yönlerimizi ortaya koyarak bir mücadele hattı oluşturmak en sağlıklı ilerleyiş olacaktır. Geçmiş 30 yıldan beri bilinç ve örgütlülük düzeyi açısından gerileyen, elindeki kazanımların birçoğunu bu süreç içinde kaybetmiş, kendini önceleyen işçi kuşağından mücadele yol ve yöntemlerini öğrenememiş bir işçi sınıfı gerçekliği var. 1989 bahar eylemliliklerinden bugüne çeşitli ataklarla varlığını hissettirmiş, bu eylemlerde açığa çıkan öncü işçileri koruyamamış, el yordamı ile hareket etmeye çalışan bir düzeyde anlayışının ve yönteminin olduğu inkar edilemez. Günlük ve dönemsel mücadelelerde işçi sınıfını en çok zora sokan durumların başında bu geliyor. Kendiliğinden bir şekilde bilinç ve örgütlülük düzeyimizin yükselmeyeceği açıktır. En basit, kendiliğinden diye tarifleyeceğimiz eylemlerde dahi bilinç düzeyinden bağımsız doğal öncüler vardır ve bu işçileri bir araya getirmek sorumluluğu ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.

Bir diğer önemli başlık ise kesinlikle sendikal bürokrasidir. Sendikalar sınıf hareketinin vazgeçilemez örgütsel araçlarıdır. Burada asıl problem sendikalarımıza sınıf mücadelesinin geriliğinden faydalanarak çöreklenmiş anlayıştır. Bu anlayış on yıllardır kendini mayalayarak bugünkü haline gelmiştir. Sınıf mücadelesini tıkayan, taban inisiyatifini boğan, sendikal örgütlülüğü çeşitli kalıplara sokarak kendilerine zarar vermeyecek hale getiren bu anlayış bugün eksikliğini gördüğümüz mücadele merkezi sorununun dolaysız muhatabıdır. Eskiden sermayenin saldırılarına karşı, örneğin mezarda emeklilik, kıdem tazminatı gaspı gibi gündemlerde en azından merkezi bir eylem örgütlemeyi kendilerine tek görev bilenler, bugün bu durumdan bile imtina etmiş durumdadır. Hele ki OHAL döneminde grev yasaklarına, ihraçlara, anti-demokratik uygulamalara karşı verdikleri tepkisizlik bugün krize karşı yürütecekleri mücadele anlayışının özü ve özetidir. Bu durumu aşması gerekenler yine tabandır, yani fabrikalardaki örgütlenmelerdir.

Krize karşı mücadele hattı ortaya koyacaksak, bunu iki sınıfın mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirmemiz gerekir. Bu durumu kapitalistlerle beraber aşmak, aynı gemide olduğumuza inanmak, kârına ortak olmadığımızın zararını sahiplenmek gibi burjuva manipülasyonlara inanmak, geleceğimizi tehlikeye atmak anlamı taşır. Bu yüzden “Krizin faturasını kapitalistler ödesin!“ şiarı sınıfımızın krize karşı yürüteceği mücadelenin ana eksenidir. Bu şiarı kendi taleplerimiz ile birleştirerek, örgütlenerek ve saldırılara karşı direnerek gerçeğe dönüştürebiliriz.

Tabanın gücü ve öncü işçilerin inisiyatifi ile krize karşı mücadele

Bugün mücadele hattının en önemli ayağı fabrikalardır. Fabrikalarımızda gerçekleştirilecek saldırılara karşı yanıt üretmek zorundayız. Haklarımızı korumak ve hatta genişletmek bu yolla sağlanabilir. Fabrika merkezli bir hattın sendikalı-sendikasız ayrımı yapılmadan yayılması gerekmektedir. Fabrika temelinde ilerlemek, kendi sorununa çözüm üretmek bilinç ve örgütlülük düzeyimizin de elbette ki yükselmesine yol açacaktır. Ayrıca eksikliğini vurguladığımız potansiyel öncü kuşağının ilk adımları fabrikalarda atılacak ve öncü işçiler mücadele içinde kendini geliştirecek alanlar bulacaktır. Bu nokta çok önemlidir. Krizi fırsata çevirmek parolası ile yol çıkanlara sınıfın geleceğini düşünen bir öncü kuşak ile cevap vermek bizim adımıza krizi “fırsata” çevirmek olacaktır.

Fabrika temelli mücadele hattının kriz dönemi ile öne çıkmasının bir diğer nedeni işten atma saldırısı ve ücretsiz izin gibi yöntemlere karşı cevap üretebilme ihtiyacıdır. İşten atmalar işçi sınıfının en önemli gündemlerinden bir tanesidir. İş hakkımıza karşı yapılacak saldırılar fabrika örgütlenmelerinin potansiyelini de ortaya çıkaracaktır. Çalışma alanlarımızda ortak bir mücadele hattının oluşturulması, işten atmalara karşı komiteler kurarak, somutta krizin sonuçlarına karşı işçilerin harekete geçirilmesini sağlayabilecek bir iştir. Fabrika temelli mücadelenin bir diğer ayağı ise hayat pahalılığı, eriyen ücretler, artan vergilere karşı taleplerde bulunmaktır. Eriyen ücretlerin arttırılmasını talep etmek bugün çok meşru bir taleptir ve ancak fabrika içi bir örgütlülükle elde edilebilir.

Fabrika temelli örgütlenme başta da dikkat çektiğimiz gibi işçi sınıfının talebini ve mücadelesini ilerletecek bir merkez ihtiyacını da karşılayacak örgütlülüğün öznesini oluşturacaktır. Bugünkü sendikal hareket, ne yazık ki mücadelenin merkezi durumunda değildir. Fabrika temelinde örgütlenmek tabanın hem kendi talebini ortaya çıkartacak hem de organize sanayi bölgelerinde, işçi havzalarında yan yana gelmelerde gerçek bir merkez yaratma iddiası taşıyacaktır. Sendikal hareket ancak ve ancak bağımsız işçi birliklerinin onu sarsması ile kendine gelebilir. Merkezi bir şekilde ilerlemek kesinlikle şarttır fakat fabrikaların temsiline dayanmayan biçimler merkez olmak iddiası taşımamaktadır. Sendikal bürokrasinin parçalanması da bu şekilde, yani sınıfın çıkarları ile hareket eden, fabrikaların sorunlarına ve çalışma alanına hakim işçiler tarafından sağlanabilir. Bir grev, bir direniş ve hatta gerçek bir genel grev sınıfa karşı sınıf tavrının fabrika temelinde örgütlenmesi ile hayata geçebilir. Birtakım sendikal hesaplar ile yan yana gelen, merkez oluşturacağı iddiasında olan biçimler ve örnekler geçmişin kötü tekrarlarından başka anlam taşımayacaktır.

Şimdiden havza toplantıları örgütlemek, işçi meclisleri (semt, il, bölge) oluşturmak mücadele merkezi adına somut adımlar atmak anlamı taşıyacaktır.

Temel bakış iki sınıfın karşıtlığıdır

Değinmeden geçemeyeceğimiz bir başka konu ise düzen içi hesapların ortasında akıl bulanması yaşayıp, burjuva ahlakın yedeğine düşen sınıf kardeşlerimizin ve dolayısıyla sınıfımızın durumudur. Bunun en yakın örneğini kötü bir biçimde 3. havalimanında yaşananlar üzerinden gördük. En insani hakları için direnen havalimanı işçilerine sermayenin ve onun bekası için çalışmaktan mutluluk duyan devletin yaptıklarını hepimiz izledik. Buraya kadar yaşananlar şaşkınlık verici olsa da sermaye ve devletin kendine görev bildiği konulardı. Bu durumda asıl problem burjuva ahlakın yedeğine düşen sınıf kardeşlerimizdir. 3. havalimanı inşaatında çalışan işçileri haksız sayan, “tahtakurusu ile yatsın, bozuk yemek yesin ve iş kazası geçirsin” diyen anlayış ancak kendi sınıfına düşman bir işçinin ağzından dökülebilir. Bu şimdiye kadar yaşadığımız en uç örnektir. Lakin hayatın her alanında ve özellikle fabrikalarda bu durumu %51’e karşı %49 terazisi arasında kalarak her zaman yaşıyoruz.

Evet, bu ülke belli konularda bu bölünme ve mücadele ile yaşamaktadır. Lakin bu durum yapay bir durumdur. Gerçek durum, eğer bir yüzde ile cevap aranacaksa %99’a %1’dir. Yani sınıf mücadelesidir, yani sınıfa karşı sınıftır, yani burjuvazi ve proletaryadır. Patronu laik olan bir işçi, kendisi de laikliği savunuyor diye sömürü ilişkilerini görmezden mi gelmelidir? Cami yaptıran bir sermayedar işçilerini sömürmemekte midir? İnşa edilmesi gereken bakış, hayatın tüm alanlarında iki sınıfın olduğu gerçeğidir. Mücadeleye de bizi ortaklaştıran bu alandan bakılmalıdır. Düzen içi siyasetin gölgesinde haklarımızın erimesine hangi siyasi partinin gözü ile bakarsanız bakın görmekte sıkıntı yaşarsınız.

Sonuç olarak fabrika temelli bir çalışma örmek, krizin faturasını patronlara ödetmek için tek çözüm yolumuzdur. Komiteler ile fabrikalarda söz sahibi olmak ve işçi havzalarında yan yana gelerek ekonomik krizin etkilerini yok edip, emeğimizi koruyabiliriz.

İzmir’den bir sınıf devrimcisi