28 Haziran 2019
Sayı: KB 2019/24

Dinci-faşist iktidar kaybetti!
Düzenin krizi ve örgütlü mücadele
Toplumlar dinci-gericiliğin ‘deli gömleği’ni parçalıyor!
Sermaye cephesi “reform” saldırılarına odaklanmayı bekliyor
Kıdem tazminatının gaspı hazırlıklarında sona gelindi
Sermeye için ucuz işgücü, sınıfımızın parçası olan göçmen işçiler
Sorularla kıdem tazminatının fona devri tartışmaları
Yaklaşan MESS Grup TİS’lerine tarihsel bir pencereden bakmak
İstanbul seçimleri ve sonrası
“Kitle hareketleri devrimci önderlik birikimini mayalıyor”
Büyük iklim grevinin ardından FFF hareketi
Emperyalist enerji savaşları ve Doğu Akdeniz
ITUC raporundan yansıyanlar
İran’a karşı tırmanan emperyalist-siyonist saldırganlık
Kore Savaşı, NATO’ya üyelik ve emperyalizme kölelik
İşyerlerinde şiddete ve tacize karşı mücadeleye!
Marx ‘işçi anketi’ hazırlarsa...
2 Temmuz Sivas Katliamı: Türküler yanmaz!
İlk fabrika işgali: Derby
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist enerji savaşları ve Doğu Akdeniz

 

Kıbrıs Cumhuriyeti adına Doğu Akdeniz’de doğalgaz aramaları çalışmalarını yürüten Exxon Mobil ve Katar devletine bağlı ortağı Qatar Petroleum isimli şirketler, Kıbrıs adasının güney batısında dünyanın üçüncü büyük doğalgaz rezervinin bulunduğunu açıkladılar. Güney Kıbrıs Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis’in belirttiğine göre, sondaj çalışmaları neticesinde yapılan keşif, 141 ila 226 milyar metreküp civarında.

2004 yılından beri bölgede sondaj çalışmaları yürüten Exxon Mobil şirketinin Avrupa, Rusya, Hazar bölgeleri Başkan Yardımcısı Tristan Aspray da önümüzdeki günlerde ortakları ile birlikte sondaj çalışmalarını genişleterek sürdüreceklerini söyledi. Bugün bulunan bu rezervin ticari değerinin keşfedilen yataklar arasında potansiyel olarak en büyüğü olduğu, yine bu şirket sözcüleri tarafından dile getiriliyor.

Türkiye ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında ihtilafa neden olan sondaj çalışmaları, yukarıdaki şirketlerin yanı sıra, İtalyan ENI ve Fransız Total firmaları tarafından da sürdürülüyor. Her ne kadar bugünkü keşfin yapıldığı bölgeler kendi sınırları dışında kalsa da Türkiye, Güney Kıbrıs’ın KKTC’nin dahil edilmediği tek taraflı eylemi nedeniyle sondaj çalışmalarına karşı çıkıyor.

Doğu Akdeniz’de enerji savaşının tarihi

Doğu Akdeniz bölgesi, kayda değer enerji kaynaklarının keşfedildiği günden beri, küresel enerji piyasalarındaki kapitalist tekellerin ilgi merkezi olması ile dikkat çekiyor ve yanı sıra birçok çıkar çatışmasının yaşandığı bir bölgeye dönüşmüş bulunuyor. Burada Münhasır Ekonomik Bölgeler’de (MEB) doğalgaz arama ve çıkarma faaliyetleri yürüten dört ülke mevcut: İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Lübnan ve 2013 yılında aramalara katılan Türkiye. Bölgedeki asıl çatışmalar Kıbrıs sorunu üzerinden Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanıyor. 2004 yılında Güney Kıbrıs’ın tek taraflı olarak bitişik bölgesini 24 mile ve MEB’ini 200 mile çıkarmasıyla beraber sorunlar büyümeye başladı. Güney Kıbrıs yönetimi bu adımını, adanın bir bütün olduğu ve Türkiye’nin burada işgalci olarak bulunduğu, bu anlamıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanımadığı tezine dayandırıyor.

Türkiye, Güney Kıbrıs’ın bu adımına karşı sorunun sadece KKTC ile sınırlı kalmayıp Akdeniz’de Türkiye’nin kara sularını da kapsadığı gerekçesiyle hak ihlallerinin durdurulması için Birleşmiş Milletler’e (BM) başvurdu. Buna dayanarak Türkiye kendi sınırları içerisinde olan bölgede, doğalgaz aramalarına izin vermeyeceği yönünde açıklamalar yaptı. Güney Kıbrıs ABD ve Katarlı şirketlerle yaptığı anlaşmalar gereğince Doğu Akdeniz’de 2004 yılından beri petrol ve doğalgaz aramalarını sürdürüyor. Buna karşılık Türkiye 2013 yılında başladığı küçük çaplı sondaj çalışmalarını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) eli ile 2018 yılında Antalya açıklarında devam ettirdi. 2019 yılında Türkiye ve KKTC karasularında kullanılmak üzere ikinci sondaj gemisinin alınmasıyla birlikte, uluslararası sermayenin Türkiye’ye yönelik tehditleri başladı.

İlk olarak ABD, AB ve Güney Kıbrıs yönetimlerinden sert açıklamalar geldi. Yanı sıra Türkiye dışında Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler 20 Mart 2019 tarihinde İsrail’de toplandılar. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin yanında poz vererek Türkiye’ye yönelik ihtarlarına devam etti. Asıl sert açıklama ise ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Margan Ortagus tarafından, 5 Mayıs’ta yapıldı: “ABD Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölge olarak tanımladığı alanda sondaj faaliyetlerini yapma niyetini duyurmasından derin kaygı duymaktadır. Bu adım oldukça provokatif ve bölgede tansiyonu arttırma riski taşıyor. Türk yetkililerini bu faaliyetleri durdurmaya ve tüm tarafları itidale davet ediyoruz.” Bu açıklama ile bölgede asıl efendinin kim olduğu Türkiye’ye bir kez daha hatırlatıldı.

Benzer bir açıklama Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın başvurusu sonucu Avrupa Birliği tarafından yapıldı. AB Dış İlişkiler Temsilcisi Mogherini’nin sözcüsü Maja Kocijancic, “Türkiye’yi Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı göstermeye ve derhal bölgedeki sondaj çalışmalarına son vermeye” çağırarak, tekrar Türkiye’ye sınırlarını hatırlattı.

Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynakları ve kabaran emperyalist yağma eğilimleri

Dünya deniz ticaretinin %30’nun gerçekleştiği Akdeniz suları altında, 60 milyar varil hidrokarbon olduğu tahmin ediliyor. Bu sadece Avrupa’nın 30 yıllık hidrokarbon ihtiyacına denk geliyor. Yanı sıra Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan Levant havzasında 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrolün çıkarılmayı beklediği belirtiliyor. Uzmanlara göre Nil deltası ve Girit’e uzanan alandakilerle birlikte Doğu Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon bulunuyor.

Akdeniz’in derinliklerindeki bu muazzam zenginlik, kaçınılmaz olarak bütün emperyalist güçleri bölgede hummalı bir çalışmaya yönlendirmektedir. ABD-Yunanistan Stratejik Diyalog Toplantısı 14 Aralık 2018’de bu çabanın bir sonucu olarak gerçekleşti. ABD Avrupa ve Asya İlişkilerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail ile ilişkileriyle ilgili, ABD’nin bölgedeki rolünün güçlendirilmesinin, bu ülkeler arasındaki ittifaktan geçtiğini ifade etti. Yapılan açıklamadan da açıkça anlaşılacağı üzere, ABD, Doğu Akdeniz’de enerji güvenliği temelinde bir araya gelen Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında tesis edilen bölgesel iş birliğine aktif olarak katılmayı planlamaktadır. Yıllar boyu Kıbrıs sorunu konusunda perde arkasından hareket etmekte tercih kılan ABD’nin durup dururken Kıbrıs Cumhuriyeti’nden “stratejik ortak” olarak söz etmesi tesadüf olamazdı zaten. ABD’nin yanı sıra, İsrail ve Mısır gibi bölgesel güçlerin, Rusya’nın ve Avrupa’nın dev petrol şirketlerinin de denkleme dahil oldukları bir süreç yaşanmaktadır.

Bu emperyalist güçlerin yanı sıra, deniz gücüne yaptığı yatırımlar ve dünya denizlerindeki artan faaliyetleriyle Çin özel olarak bölgede dikkat çekmektedir. Ekonomik olarak etki alanını tüm dünyaya yaymayı amaçlayan bu yeni emperyalist güç, dünya okyanus ve denizlerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bu faaliyetler içerisinde en çok dikkat çeken girişim ise Akdeniz üzerinden kurulmak istenen “21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu” projesidir. Yanı sıra, Çin’in İsrail, Yunanistan ve özellikle Kıbrıs Rum kesimiyle son dönemlerde kurmuş olduğu yakın ilişkilerindeki en belirleyici temel etken de Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan zengin enerji kaynaklarıdır.

Ayrıca Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezerv yataklarının keşfedilmesi, kıyıdaş ülkeler arasında hem yeni iş birliği alanları hem de ittifaklar kurulmasına neden oldu. İsrail’in Tamar ve Leviathan, Mısır’ın Zohr ve Kıbrıs’ın Afrodit yataklarında bulduğu doğalgaz rezervlerinin çıkartılıp boru hatları aracılığıyla Avrupa pazarına taşınması hedefinde birleşen bu ülkeler, Yunanistan’ın da katılımıyla yeni bölgesel iş birliği platformları oluşturmaya başladılar. Ocak ayında Kahire’de bir araya gelen Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu’nu kurduklarını ilan ettiler. Bu sürece paralel olarak Kıbrıs, Yunanistan ile birlikte Mısır, İsrail ve Ürdün’le ayrı ayrı üçlü iş birliği oluşumları kurarken, bu adımlar hem ABD hem de Avrupalı emperyalistlerin güçlü desteğini alıyor.

Bölgeyi işgal etmiş emperyalist ülkelerin uluslararası tekelleri karşısında Türkiye’deki sermayenin hizmetindeki iktidar ve onun sözcülerinin konuyla ilgili açıklamalarının türbinlere oynamaktan başka bir anlamı yoktur. Son zamanlarda, yüksek perdeden dillendirilen açıklamalar asıl olarak ganimetten kırıntılar kapmak için bir yalvarış, yanı sıra iç politikada yaşadığı sıkıntıları, boş kabadayılıklar üzerinden manipüle ederek, hızla yitirmekte olduğu kitle desteğini korumaya yönelik basit ayak oyunlarıdır. Bundan dolayıdır ki her fırsatta başta ABD olmak üzere Avrupalı emperyalist ülkeler tarafından hizaya sokulmakta ve sınırları hatırlatılmaktadır.