31 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/05

Depremin aynasında kapitalizm gerçeği
Deprem değil ‘sermayenin demir yumruğu’ öldürüyor
Rejim krizi sürüyor… Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor
Ülkeyi tüccar kafasıyla yönetenler pişkinlikte sınır tanımıyor
Kanal İstanbul: İhanet projesi
MİB: Sefalete boyun eğme, ihanete geçit verme!
İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!
Mersin Serbest Bölge’ye sağlık kuruluşu yapılıyor
Alman Devrimi’nin dersleri üzerine - H. Fırat
Silahlanma yarışında Çin’in hızlı yükselişi
Haiti’de emekçilerin dinmeyen öfkesi
Clara Zetkin ve 8 Mart’ın tarihsel devrimci mirası
Dünyada yeni dönem gençlik hareketi
Devrim Okulları’nın ardından…
Parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için de sosyalizm!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kanal İstanbul: İhanet projesi

 

Kanal İstanbul projesi bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına yapılan ihanetlerin sonuncusu ve belki de en büyüklerinden bir tanesi. Bir işçi olarak projeye bakışım elbette işçi sınıfının penceresinden olacak.

İktidar projeyi güvenlik ve gelir getirisi olacağı iddiasıyla hayata geçirmeyi planlıyor. Doğal bir boğazımız varken ve fiziki koşulları yapılması planlanandan çok daha uygun iken projenin boğaz güvenliğine hizmet etmediği aşikar. Kazaları önlemeye yönelik güvenlikten bahsediliyor desek; son 28 yılda bir ölümlü kaza olduğunu biliyoruz. Yeni kanalın yapımında meydana gelmesi kaçınılmaz olacak olan iş cinayetlerini de hesaba katınca bu iddia da boşa düşüyor. Ama kazanç kapısı olduğu doğrudur! Peki kimin için? Elbette İktidar ve yandaşları, sermaye sahipleri için.

Daha yıllar öncesinden kanal yapılması planlanan alan ve çevresinin yandaşlara ve Araplara parsel parsel satılmaya başlanmış olması, ranta açılmış olmasının açık kanıtıdır. Bu proje kapitalist sistemin gözü dönmüş, salyalı bir canavar olarak ete kemiğe bürünmesidir. Yalnız insana değil, İstanbul’un ve dolayısıyla tüm bölgenin doğasına, tarım alanlarına, bitki ve hayvanlarına, su kaynaklarına, proje sınırları içinde kalan tarihi kalıntılar olması sebebiyle tarihimize de yapılan ve geri dönüşümü olmayan çok ağır, çok komplike bir saldırı bu. Her ne kadar bilim dünyasına ihanet etmekten utanmayan bilim insanlarının ağzından projeye güzellemeler yaptırarak matah bir iş gibi göstermeye çalışsalar da, ahlak ve vicdan sahibi bilim insanları projeyle ekolojik dengenin altüst olacağını, İstanbul’un susuz kalacağını, tarım ve orman alanlarının geri dönüşümsüz biçimde yok olacağını, beklenen İstanbul depreminin yıkıcı etkilerini artıracağını ve daha bir sürü olumsuz sonuçları olacağını verilerle ortaya koyarken, ekonomik yıkımın boyutlarına da dikkat çekiyorlar.

Yap-işlet-devret modeliyle hayata geçirmeyi planladıkları kanalın kimlere fatura edileceğini biz aynı model ile yapılan geçiş garantili köprülerden, müşteri garantili şehir hastanelerinden biliyoruz. Krizin faturasının sırtına yüklenmesiyle iki büklüm olan işçi-emekçi halk projenin bedelini ek vergilerle ödeyecek! Neden? İktidar ve yandaşları servetine servet katsın, kendilerine küçük bir saray kent yaratsınlar diye!

İstanbul’da her an olması beklenen depremin yüzbinlerce insanın ölümüne neden olacağı gerçeği orta yerde duruyorken, tüm İstanbul’un kentsel dönüşümünü finanse etmek yerine, devasa bütçelerin muktedirin hayali ve yandaşlarının çıkarları uğruna harcanması bu kokuşmuş sistemin ve havarilerinin insan hayatını hiçe saydığını açıkça göstermekte. Biz işçiler, emekçiler halka ihanet eden bu projenin ve sahiplerinin bizim acılarımız, yoksulluğumuz ve hayatlarımız üzerinde yükseldiğini görmeli, bu pervasız saldırılara dur diyebilmek için birlikte ve örgütlü mücadele hattını örebilmeliyiz.

Küçükçekmece’den Kızıl Bayrak okuru bir işçi

 

 

 

 

 

İstanbul’u satıp, istedikleri Muz Cumhuriyeti’ni kuracaklar

 

Kanal İstanbul’un geçeceği mahallerde, işçi-emekçi ailelerin dişinden tırnağından kısarak biriktirip yaptıkları evlerinin her tuğlasında emek var, anılar var, gözyaşı var. En başta işçi ve emekçilerin hakları var.

Bizim bahçemize oluk oluk gelen suya çare bulamayanlar iki denizi birleştirmeyi hedefliyorlar. Biz sorunumuzu belediyeye taşıdığımızda, belediye yetkilileri bizi İmar Müdürlüğü’ne, İmar Müdürlüğü ise Fen İşleri Müdürlüğü’ne yönlendirdi. Herkes işi üzerinden atıp, “Bu görev kimin belli değil” diyerek bizi adliye koridorlarına sevk ettiler.

Biz evimize her halükârda sahip çıkmaya çalışırken, Kanal İstanbul sebebi ile istimlak kararı Kumsal Mahallesi’ndeki gibi yarın bir gün bizim evlerimize de gelmezse şaşarım. Dar-orta gelirli ailelerin en başta düşündüğü mesele evsiz kalmak. Hadi evlerimizi terk ettik, gösterdikleri yere gittik diyelim. Orada da hangi kazançla, hangi krediyi ödeyerek, kaç göz odalı eve sahip olacağız belli değil. Evin rayiç bedelinin kendi hesapları üzerinden olacağı aşikâr. Bu durumda bize fikrimiz sorulmuyor, taleplerimiz dinlenmiyor. Onlara göre bizim bir talebimiz, fikrimiz olamaz. Biz bir şey talep etmeye kalksak devlet yetkilileri evimize belki de “Ucube” diyecekler.

Piknik alanlarımızı Soğuksu Konakları yapıp İranlılara satanlar, elimizde kalan son sosyal ortamları “Kanal İstanbul yapacağız” diyerek kim bilir kimlere peşkeş çekecekler ya da çektiler? Ekolojik açıdan hiç bahsetmiyorum. Bu anlamda fazlasıyla zarar göreceğimiz belli. Metro yapımında bile trafik altüst oluyor, Kanal İstanbul yapılırsa ne yapacağız? Kanal İstanbul yapımında Küçükçekmece’den tut Karadeniz’e kadar olan kısımda yaşayan insanlar evlerini terk etmek zorunda kaldıktan sonra, İstanbul’da yaşayamayacak hale gelecekler. Tam anlamıyla terk-i diyar etmek gerekecek. Nerelere; Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale... Böylelikle Erdoğan yönetimi İstanbul’u istedikleri kişiye satıp, istedikleri Muz Cumhuriyeti’ni kuracaklar.

Küçükçekmece’den bir Kızıl Bayrak okuru