13 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-22

Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım!
Çürüyen düzenin aynasında burjuva siyaset
Din taciri rejimin “fikri iktidar” arayışı
Pervasızlığın dipsiz çukurundalar!
Yandaş medyanın Amerikan seçimleri tutarsızlığı
Eğitimde kaos büyüyor...
Sermaye iktidarı fonlarla emekçileri soyuyor!
Ücretsiz izin saldırısını püskürtmek için direnmeliyiz!
“Önlem” adına esnek çalışma dayatması
Kadınların ödediği fatura büyüyor!
Türkiye Komünist Partisi üzerine konuşma
Canice aptallık - G. Safarov
ABD seçimleri üzerine
Şili halk hareketi, dersler ve güncel görevler
Irkçılık ve “İslamcı terör”
Alaattin yoldaşa…
Devrimci tutsak Elif Alçınkaya’dan…
“Kafala sistemi” ve Kadirova cinayeti
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Önlem” adına esnek çalışma dayatması

 

Pandeminin başlamasından bu yana uygulanan politikalar, işçi ve emekçilerin sağlığını korumaya değil sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor. Her uygulama bu gerçeği gözler önüne seriyor. Kapitalizmin çarklarının dönmesi için “normalleşme” ilanıyla beraber vakalar önlenemez bir hızla artıyor. Önlemler göstermelik olduğu ölçüde salgının yarattığı yıkım giderek ağırlaşıyor. İşçilerin en yoğun temas halinde olduğu üretim alanları bir süredir salgının merkezleri durumunda. Gün geçmiyor ki bir fabrika ya da sanayi havzasından salgın haberi gelmesin.

Neredeyse 20 milyona yakın insanın yaşadığı metropol İstanbul için geçtiğimiz günlerde valilik tarafından salgına karşı bir dizi sözde “önlem” sıralandı. İktidarın salgınla mücadelesine güzellemeler yapıldıktan sonra vaka sayılarının arttığı itiraf edildi. Bu artışın en büyük sorumlusu olarak yine işçi ve emekçiler gösterildi. Emekçilerin bireysel tedbirleri uygulamadığı iddia edildi.

Açıklamada, bilim insanlarının salgının en başından beri altını çizdiği en temel gerçek göz ardı ediliyor. AKP-MHP iktidarı gibi onun kukla valisi de, tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgınla ancak toplum ölçüsünde alınacak önlemlerle başa çıkılabileceği gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyor.

Sermayenin demir yumruğu olarak çalışan saray rejimi, bu önlemleri hayata geçirmek gibi bir sorunu olmadığını çoktan ortaya koymuş bulunuyor. Zira onların derdi emekçi kitlelerin sağlığını değil, sermayenin çıkarlarını korumaktır. Kendi sınıfsal çıkarları için her durumu ve olayı istismar etmeye çalışan kapitalistler ve onun devleti, salgını da fırsata çevirmek için canhıraş çalışmaktadır. Vali Yerlikaya da aynı çizgide hareket etmektedir. Emekçi kitlelerinin sağlığı için toplum ölçüsünde önlemler almak yerine, yeni sömürü uygulamalarının hayata geçirilmesi kararlaştırılmıştır. İşçiler için güvencesizlik ve kuralsızlık anlamına gelen esnek çalışma, “salgınla mücadele” yalanına sığınılarak genelge haline getirilmiştir.

İstanbul Valisi daha önce, “İşçiler işten atılma korkusuyla hasta hasta iş yerine gidiyor” diyerek, işçilerin salgına rağmen çalışmak zorunda olduğunu, işyerlerinin salgının merkez üssü olduğunu itiraf etmişti. Şimdi de kamuda esnek çalışmaya geçildiğini, sanayi havzalarında ise çalışma saati başlangıcının sabah 07.00 olarak belirlendiğini açıkladı. Bu kararın her kesimle istişare edilerek alındığını belirten Yerlikaya, mesai bitiş saatinin kapitalistlerin yetkisinde olduğunu söyleyerek, aslında kiminle istişare ettiğini ve kimin çıkarlarını savunduğunu da ortaya koydu.

“Esas sorun işçilerin sağlıklı olarak işyerlerine gidip gelebilmesi” diyen Yerlikaya, çalışma saatlerini esnekleştirerek, işçilerin sağlığını değil, onların “işyerine gidip gelmesini” düşündüklerini açığa vurdu. Kapitalistlerin gerekli önlemleri almaması yüzünden fabrikalar salgının merkezi haline gelmiştir. Dolayısıyla valinin öncelikle yapması gereken “işçilerin sağlığı” için işyerlerinde gerekli önlemlerin alınması sağlamaktır. Fakat onun ve devletin derdi sömürünün her koşulda artarak devam etmesi olduğu için, aldıkları karar da sömürüyü ağırlaştıracak esnek çalışma uygulaması oluyor.

Pandemi bahanesi ile oluşturulan esnek ve kuralsız çalışma rejimi, salgına karşı önlem adı altında, sermayenin çıkarları gözetilerek yaygınlaştırılıyor. Daha ağır bir sömürü ve kölelik anlamına gelen bu düzenlemeler, işçilerin sağlığını daha fazla tehdit ediyor.

İşçilerin sağlığı için yapılması gereken, temel toplumsal ihtiyaçların karşılanması için zorunlu olmayan işkollarında üretime ara verilmesi, işçilerin hiçbir hak kaybı yaşamadan ücretli izine ayrılmalarıdır. Zorunlu işkollarında ise, çalışanların işe gidiş gelişleri ile beraber üretim alanlarında salgına karşı ciddi tedbirler alınmalı ve denetlenmelidir. İşe gidiş geliş saatleri esnek bırakılmamalı, tersine çalışma saatleri düşürülmelidir.

Sermaye ile ona hizmette sınır tanımayan AKP-MHP iktidarının salgının başından beri uyguladığı politikalar, işçi sınıfını daha ağır koşullara mahkum etmiştir. İşçiler sağlıklarını ve geleceklerini ancak örgütlü bir güç haline gelerek koruyabilirler. İnsanca çalışma ve yaşam koşulları ancak işçi sınıfının vereceği birleşik militan mücadele ile sağlanabilir.

 

 

 

 

 

Netaş Grevi: Karanlıklar içinden yükselen bir ışık!

 

12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi ülkede yükselen işçi sınıfı hareketine ve kazanımlarına yönelik bir darbeydi. Sendikalar, dernekler, kitle örgütleri kapatılıp grevler yasaklandı. Askeri faşist darbe ile demokratik-sosyal haklar tırpanlandı ve yasalar değiştirildi. İşçi hareketinde öne çıkan devrimci işçiler işten atıldı, tutuklandı, katledildi.

Faşist rejimin çıkardığı 1982 Anayasası ile birlikte kıdem tazminatına tavan ücret getirildi, ikramiyeler sınırlandırıldı. Yüksek Hakem Kurulu adlı tahakküm kurulu, sözleşmeleri bağıtlıyordu. İşkolu barajı getirilerek işçilerin sendikalarda örgütlenmesi zorlaştırıldı. Toplu sözleşme ve grev yapma hakkı büyük ölçüde kısıtlandı, dayanışma grevleri yasaklandı. İşçilerin sendika yönetimine seçilmeleri kotalarla daha da zorlaştırıldı. Grev çadırı kurmak ve grev yerinde dört işçiden fazlasının durması yasaklandı. İş yavaşlatma, yemek boykotu gibi eylemler yasaklanarak, işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanmaları engellenmeye çalışıldı.

Darbe karanlığını grevlerle yıktılar

12 Eylül’ün işçi sınıfı üzerine serptiği ölü toprağına karşı 1984-85 yıllarında tekil mevzi direnişler yaşandı. Ancak bu ölü toprağını tamamen kaldıran işçi eylemi Netaş Grevi oldu.

Ümraniye’de bulunan ve telefon santralleri üreten Netaş’ın patronu, 12 Eylül yasaklarından aldığı güçle toplu sözleşme sürecini uzatıyor, işçilerin taleplerini görmezden geliyor, kazanılmış haklarını gasp etmeye çalışıyordu. Bağımsız Otomobil-İş Sendikası’na üye 3 binin üzerinde işçi 18 Kasım 1986’da onca yasağa rağmen toplu sözleşme haklarına sahip çıktılar. Darbe karanlığını grevle yaran 3150 işçinin grevi 93 gün sürdü. 12 Eylül yasaklarını boşa düşüren işçiler Üsküdar-Şile yolunu trafiğe kapattılar.

12 Eylül yasalarının yasaklarına karşın, her gün 163 grev gözcüsü fabrika önündeydi. Yüzlerce işçi görevler üstlenerek gündelik işleri yerine getirdi. Grev boyunca tek bir işçi başka bir işte çalışmadı ve aileleri grev alanından ayrılmadı. Grevin sesini duyurmak ve dayanışmayı örgütlemek için başarılı bir faaliyet örgütlediler.

Grev sonucunda işçiler ücret artışıyla birlikte önemli sosyal kazanımlar elde ettiler. 12 Eylül yasalarında yer alan yıllık 4 ikramiye hakkı 6 ikramiyeye çıkarıldı. İşten atılan işçiye 3 maaş tutarında işsizlik parası ödenmesi sağlandı. Disiplin kurullarında işçi ve patron tarafının eşit sayıda temsil edilmesi ve başkanlığın dönüşümlü olması kabul ettirildi, vb…

Dönemin ilk büyük grevi

Grevin esas kazanımı toplu sözleşme sınırlarının ötesinde oldu.

Sendikal bürokrasinin “12 Eylül yasalarıyla grev yapılamaz” gerekçelerini çöpe atan Netaş işçilerinin grevi, 12 Eylül karanlığını yırtmakla kalmadı, işçi hareketinin üzerindeki ölü toprağını da attı.

Netaş Grevi’nin tetiklemesiyle birçok işyerinde işçiler yeniden komiteler kurmaya başladılar. Grev ‘89 Bahar Eylemleri’nin de önünü açtı. İşçi sınıfının fiili meşru mücadelesinin önemli bir güç olduğunu ortaya koydu.

Netaş yol göstermeye devam ediyor

Aradan geçen 34 yıla rağmen Netaş Grevi, işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı baskılara, yasaklara ve karanlığa karşı yürünmesi gereken yolu göstermeye devam ediyor.

12 Eylül döneminden farkı olmayan grev yasaklamalarını, her türlü hak arama mücadelesine saldırıları dağıtmanın yolu, işçi ve emekçilerin fiili meşru direnişlerinden geçiyor.