İçindekiler:

19 Mart 2021
Sayı: KB 2021/Özel-11

Newroz’dan 1 Mayıs’a...
Kadınların öfkesi sokaklarda!
“Reform yılı” üzerine…
Beka için kapıları aşındırmaya devam
Bir aşı masalı
Hendek’teki işçi katillerinden riyakarlık
Milyonların kabusu işsizlik!
Geleceksizliğe karşı tek çözüm!
Üniversitede “tek kişilik dev kadro”
Paris Komünü üzerine - V. İ. Lenin
Komün dersleri - V. İ. Lenin
“Toplumsal devrimin şafağı”
50. yılında ‘71 devrimci hareketi
Newroz’un isyan ve özgürlük çağrısı…
NATO 2030 stratejisi
Moskova’da Afganistan ‘Zirvesi’
Fukuşima nükleer felaketi 10. yılında…
“Ateş karanlıktan korkmaz!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Üniversitede tek adamın
“tek kişilik dev kadro”su

 

Gerici-faşist iktidar tarafından kültürel hegemonya kurmanın bir basamağı olarak görülen üniversiteler, uzun bir süredir saldırıların hedefinde. AKP iktidarının üniversitelere yönelik saldırganlığının gençlikte biriktirdiği öfke Boğaziçi eylemleri ile sokağa yansıdı. Saray rejiminin şefinin isteği doğrultusunda tepeden atanan rektörlere karşı başlayan eylemlerin “özerk-demokratik üniversite” talebi ile hızla yayılması, bu alanda biriken öfkenin en önemli yansımalarından biri oldu.

AKP-MHP iktidarı 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirdiği alanlardan biri de eğitimdi. 15 Temmuz, toplumsal yaşamın hemen tüm alanlarında olduğu gibi üniversitelerdeki ilerici birikimin tümüyle tasfiye edilmesinin de bahanesi yapıldı. Son 5 yıldır hız ve yoğunluk kazanan gerici politikaların tutunup kalıcı hale gelmesi için hemen her şey yapılıyor.

İlerici akademisyenlerin üniversitelerden uzaklaştırılması, eğitimin içeriğinin giderek boşaltılması, tabela üniversitelerin artması, anti bilimsel ve gerici müfredatların uygulamaya sokulması vb. saldırılar her geçen gün artıyor. Üniversite yönetiminin, akademisyenlerin, çalışanların AKP’li kadrolar arasından seçilmesi, rektörlerin ve dekanların tek adamın onayı ile atanması, alanında hiçbir bilgisi olmayan kişilerin üniversitelere getirilmesi gibi uygulamalar üniversitelerin düşürüldüğü perişanlığın bir tablosu gibidir. AKP iktidarı döneminde Türkiye’deki üniversitelerde yaşanan çöküş sık sık raporlara da yansıyor. Türkiye üniversitelerinin sahte ve şaibeli yayınlarda dünya üçüncüsü olması, yükseköğretim kalitesinde 137 ülke arasında 101. sırada yer alması gibi veriler bunların ilk akla gelenleridir.

Hatipoğlu’nun üniversitesi, akademide niteliğin resmi

Son rezaletlerinden biri gericilik cephesinin tanınmış bir yüzü üzerinden kamuoyuna yansıdı. Ünlü televizyon programları ile bilinen Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun, Tıp, Güzel Sanatlar ve Mimarlık, İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler ile İslami İlimler fakültelerinin dekanlıklarını vekâleten yürüttüğü ortaya çıktı. Toplam 8 fakültenin bulunduğu ve 2018 yılında kurulan Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nde diğer 4 dekanlığı ise 2 isim yapıyor. Diş Hekimliği ile Sağlık Bilimleri fakültelerinin dekanlıklarını Prof. Dr. Zeynep Güngörmüş, Hukuk ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri fakültelerinin dekanlıklarını Prof. Dr. Osman Bilgin üstlenmişler. Rektör ile 8 fakültenin dekanlarının yer aldığı 9 kişilik yönetim kurulu, sadece 3 kişiden oluşuyor.

AKP iktidarının “her ile üniversite” sloganı ile duyurduğu gecekondu üniversitelerin bir sonucu olan bu tabloda üniversite yetkililerinin söyledikleri, durumun vahametini özetler niteliktedir. Üniversite yeni kurulduğu için akademik yapılanmasını henüz tamamlamadığını, bu nedenle de üniversitede Rektör Hatipoğlu dahil bulunan 3 profesörün imza yetkisi açısından dekan vekilleri olarak görevlendirildiğini söyleyen yetkililer, “ek olarak yürütülen dekan vekilliği görevleri nedeniyle bu isimlerin herhangi bir ücret almadığını” vurgulama ihtiyacı duymuş.

Bunun yanı sıra söz konusu “üniversite”ye dair yansıyan bilgiler akademik kadro şahsında eğitimin niteliğinin de bir göstergesidir. Tıp Fakültesi’nde 8 öğretim üyesi bulunuyor ve tamamı doktor unvanına sahip. Profesör, doçent ya da yardımcı doçent olmadığı ifade ediliyor. İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde, üniversitenin internet sitesine göre öğretim üyesi bulunmuyor. İslami İlimler Fakültesi’nde görev yapan öğretim üyeleri arasında profesör, doçent ya da yardımcı doçent bulunmuyor. Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde, Dekan Güngörmüş dışında profesör bulunmuyor. Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde, dekanlık görevini yürüten Bilgin dışında profesör yok. Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakültesi’nde ise hiç öğretim üyesi bulunmuyor. Neyse ki bu fakültelerin, henüz öğrenci kabulüne başlamadığı belirtiliyor.

Antep’teki üniversite daha öncesinde “adrese teslim kadro” tartışmaları ile gündeme gelmişti. Üniversiteye kadrolu büro personeli ilanına başvuranlar arasından KPSS puanı en düşük olan aday seçilmiş ve Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Kara, “Biz de şaşkınız” demişti.

Hatipoğlu’nun “üniversite”sindeki akademik durum üniversitelerdeki niteliksizliğin çarpıcı bir göstergesidir. Hatipoğlu’nun kendisi ise Saray rejimi tarafından aranan ve istenen “akademik kadro”nun bir örneğini teşkil etmektedir. Hatipoğlu’nun kariyeri bir hayli göz doldurmaktadır(!) Hatipoğlu televizyon programlarının yanı sıra İmam Hatip Kur’an Kursları Müdürlüğü yapmış, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Hadis Ana Bilim dalında Kur’an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Hadislerin Rolü adlı çalışmasıyla doktor, 2000 yılında da doçent olmuştur. 2017 yılından bu yana YÖK üyeliği bulunmaktadır.

Sadece bir “üniversite”yle ilgili bu gerçekler bile, AKP-MHP gericiliğinin ülkeyi, özellikle de gençliği sürüklemek istediği karanlığı tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

 

 

 

 

 

Eşit, parasız, bilimsel, nitelikli, ulaşılabilir eğitim haktır!

 

Geçen senenin mart ayında başlayan uzaktan eğitimin bir yıllık döneminde milyonlarca öğrenci eğitime erişmekte sorunlar yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Teknik ekipmanı olmayan, internet altyapısına erişemeyen milyonlarca öğrenci eğitim hakkından mahrum kalıyor.

11 Mart 2020’den bu yana sürdürülen uzaktan eğitim hem öğrencilerin erişebilme olanakları hem de niteliği açısından tam bir fiyaskoya dönüştü. Teknik ekipman ve altyapı gibi eksikliklerden dolayı çöküntü arz eden eğitim tablosunu “kurtarmak” için göstermelik çabalar sergilendi. Milli Eğitim Bakanlığı, çeşitli parti, kurum, belediye, sosyal yardımlaşma dernekleri vb. birçok kurumun öğrencilerin teknik ekipman eksikliğini karşılamak için çalışmalar başlattığına dair haberler basına yansıdı. Teknik ekipman ve altyapı eksikliğinden kaynaklı öğrencilerin eğitim alanında yaşadığı sorunların artarak devam etmesi ise bu çabaların yetersiz ve göstermelik olduğuna döne döne ayna tuttu.

Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın illere gönderdiği tabletlerin para karşılığında satılmaya başlandığı haberleri yansıdı basına. Bu, eğitimdeki ticarileşmenin ulaştığı boyutu ayrıca gözler önüne serdi. Ücretsiz dağıtılması gereken tabletlerin satılmasının en güncel örneklerinden birine Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından imza atıldı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü ildeki okullara gönderdiği yazıda, öğrencilere dağıtılması için gönderilen tabletlerin, müdürlükten birim fiyatının yarısına alınabileceğini belirtti.

Milyonlarca öğrenciyi eğitim hakkından mahrum bırakanlar, yeni icraatlar ile öğrencilerin eğitim hakkını gasp etmeye devam etmektedirler. Okullara gönderilen yazı bir kez daha göstermiştir ki öğrencilerin sorunları MEB’in umurunda değildir. MEB’in derdi öğrencilerin sorunları üzerinden sermayeye para kazanmaktır. Dolayısıyla ekranlara çıkıp, “Öğrencinin dostuyuz ve öğrencilerin sorunlarını çözmek için büyük bir gayret ile çalışıyoruz” gibi konuşmalar yapmaları tam bir ikiyüzlülüktür.

Salgından bu yana geçen bir yıllık süreç boyunca MEB ve sermaye devleti yetkilileri, yapılan işlerde önceliği öğrencilerin eğitimine ve sağlığına değil, para kazanmaya, ekonominin çarklarının döndürülmesine vermiş olduklarını bunun gibi sayısız örnekle tekrar tekrar göstermiştir. Söz konusu Trabzon örneği bunun yeni bir halkasıdır sadece.

Eğitim hakkı, burjuva devletin anayasasında dahi parasız sunulan kamusal bir hak olarak tanımlanmaktadır. Fakat kapitalistler başka her alanda olduğu gibi eğitim alanında da kazanç elde edebilmek için kendi anayasalarını dahi ayaklar altına almaktan çekinmezler. Kapitalist düzende öğrencilerin eğitim hakkının gasp edilmesi sıradan bir vakadır artık. Çünkü bu düzenin tunç yasası sermayenin çıkarlarının her şeyin üstünde tutulmasını emretmektedir.

Bugün eğitim hakkımızın gaspını engellemenin; eğitimin eşit, parasız, bilimsel, nitelikli ve ulaşılabilir bir hale getirilmesinin tek yolu emekçilerin ve gençliğin örgütlü mücadelesinden geçmektedir.

K. Sönmez