İçindekiler:

5 Eylül 2021
Sayı: KB 2021/Özel-31

Kapitalizm savaş demektir!
Hudutlar, “namus” ve riyakarlık…
Saray rejimi ırkçılıkla riyakarlık batağında
DDK’nın yetkileri genişledi
Sosyal medyaya saldırı hazırlığı
Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinlikleri...
Kamu toplu sözleşmesi...
Hakkımız olanı almak için kolları sıvayalım!
Birleşik Metal’in TİS taslağı
“Alba’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
Sosyalizm, sınıf partisi ve din - V. İ. Lenin
ABD ve NATO’nun Çin ve Rusya korkusu
Rusya-Çin Antlaşması
Avukat Roland Meister ile röportaj
Afganistan yıkımının baş sorumlusu!
“Adaletsizliği dayanışma ile aşacağız”
Lübnan’da ABD’nin kuşatmasını yaran hamle
Rektörlük seçimlerine dair: Ne Melih ne Naci!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sosyalizm, sınıf partisi ve din

V. İ. Lenin

 

(Lenin’in din sorunu üzerine çok önemli iki makalesini, içeriği karşılayan ortak bir başlık altında okurlarımıza sunuyoruz...)

 

Sosyalizm ve din

 

Bugünkü toplum tamamen işçi sınıfının muazzam kitlelerinin, nüfusun toprak sahibi ve kapitalist sınıflarına mensup çok küçük bir azınlığı tarafından sömürülmesi üzerine kuruludur. Bu köleci bir toplumdur, çünkü ömürleri boyunca sermaye için çalışan “özgür” işçilerin ancak, kâr üreten kölelerin geçimi için, kapitalist köleliği güvence altına almak ve ebedileştirmek için gerekli yaşam araçlarına “hakları vardır”.

İşçilerin iktisaden ezilmesi kaçınılmaz olarak her türden politik baskıya ve sosyal aşağılanmaya, kitlelerin manevî ve ahlaki yaşamının kabalaşmasına ve dumura uğramasına yol açar ve bunu üretir. İşçiler iktisadi kurtuluşları uğruna [mücadele için] az çok politik özgürlük kazanabilirler, fakat sermayenin iktidarı devrilmedikçe hiçbir özgürlük onları sefaletten, işsizlikten ve baskıdan kurtaramaz. Din, her yerde ve her durumda, sürekli başkaları için çalışmayla, yoksunluk ve yalnızlıkla ezilen halk kitleleri üzerinde manevi baskının bir türüdür. Sömürücülere karşı mücadelede sömürülen sınıfların acizliği, doğayla mücadelesinde yabanılın aczinin tanrılara, şeytana, mucizeye ve benzeri şeylere inanca yol açtığı gibi, aynı şekilde kaçınılmaz olarak öbür dünyada daha iyi bir yaşam inancını üretir. Yaşamları boyunca çalışan ve sıkıntı çekenlere din, alçakgönüllülük ve sabır göstermeyi öğretir ve cennet ödülü umuduyla avutur. Başkalarının emeğiyle yaşayanlara ise, iyilik yapmayı öğretir, böylece onlara tüm sömürücü varlıklarının oldukça ucuz bir savunusunu sunar ve ilahi cennetmekân için uygun fiyata giriş kartı satar. Din halkın afyonudur. Din, sermayenin kölelerinin insani görünümlerini ve azbuçuk insan onuruna yaraşır bir yaşam taleplerini içinde boğdukları bir tür manevi alkoldür.

Ancak, köleliğinin bilincine varmış ve kurtuluşu için mücadeleye kalkmış köle, artık yarı yarıya köle olmaktan çıkmıştır. Büyük sanayinin eğittiği, kent yaşamının aydınlattığı sınıf bilinçli modern işçi, dini önyargıları elinin tersiyle silkip atar, cenneti papazlara ve burjuva yobazlara bırakıp, burada yeryüzünde kendisine iyi bir yaşam elde etmek için mücadele eder. Modern proletarya, dini karanlığa karşı mücadelede bilime başvuran ve işçileri yeryüzünde daha iyi bir yaşam için gerçek mücadelede kaynaştırarak öbür dünyada yaşam inancından kurtaran sosyalizmin safına geçer.

Din özel bir mesele olmalıdır -sosyalistlerin dine karşı tavrı genellikle bu sözlerle ifade edilir. Fakat bu sözcüklerin anlamı, yanlış anlamalara yol açmamaları için tam olarak belirlenmelidir. Biz, dinin devlet karşısında özel mesele olmasını talep ediyoruz, fakat dini kendi partimiz karşısında özel mesele olarak asla değerlendiremeyiz. Devletin dinle hiçbir ilgisi olmamalıdır, dini cemaatler devlet iktidarıyla bağıntılı olmamalıdır. Herkes, herhangi bir dine inanmakta ya da hiçbir din tanımamakta, yani ateist olmakta tamamen serbest olmalıdır, ve genel olarak her sosyalist de öyledir. Vatandaşlık haklarında, dini inançlarca belirlenen herhangi bir fark tamamen gayri-caizdir. Resmi belgelerde, vatandaşların hangi mezhebe mensup olduğunun belirtilmesine dahi mutlaka son verilmelidir. Bir devlet kilisesine bağış olmamalı, aynı düşüncede vatandaşların resmi makamlardan bağımsız tamamen özgür cemaatleri olması gereken kiliselere ya da dini cemaatlere devlet araçlarından bağış olmamalı. (...) Kilisenin devletten tamamen ayrılması - sosyalist proletaryanın bugünkü devletten ve bugünkü kiliseden talebi budur.

Rus Devrimi politik özgürlüğün vazgeçilmez unsuru olarak bu talebi gerçekleştirmek zorundadır. Rus Devrimi bu bakımdan özellikle avantajlı koşullara sahiptir, çünkü politik-feodal mutlakiyetçiliğin iğrenç idari rejimi bizzat din adamları arasında hoşnutsuzluk, kaynaşma ve öfkeye yol açmıştır. Rusya’nın mutaassıp uleması ne kadar sinmiş ve cahil olsa da, Rusya’daki eski, ortaçağ düzeninin gürültülü devrilişi onları bile uyandırdı. Onlar bile özgürlük talebine katılıyorlar, idari rejimi ve bürokrasiyi, “tanrının hizmetkârları”na zorla dayatılan polise hafiyelik hizmetlerini protesto ediyorlar. Biz sosyalistler, din adamları arasındaki dürüst ve samimi kişilerin taleplerini sonuna kadar geliştirerek, özgürlükten söz ettikleri yerde sözlerini senet kabul ederek, dinle polis arasında kesinlikle her türlü bağı koparmalarını talep ederek bu hareketi desteklemeliyiz. Ya samimisinizdir -o zaman kilisenin devletten ve okulun kiliseden tamamen ayrılmasını, dinin koşulsuz ve sınırsız özel mesele olmasını savunursunuz. Ya da ama bu tutarlı özgürlük taleplerini kabul etmezsiniz -o zaman hâlâ engizisyon geleneklerine tutsaksınız, o zaman hâlâ devlet görevlerine ve devlet arpalıklarına bağlısınız, o zaman silahınızın düşünsel gücüne inanmıyorsunuz, devlet iktidarının sizi satın almaya devam etmesine izin veriyorsunuz demektir -o zaman tüm Rusya’nın sınıf bilinçli işçileri size amansız bir savaş ilan ederler.

Sosyalist proletaryanın partisiyle ilgili olarak din özel mesele değildir. Partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu için sınıf bilinçli, ileri savaşçıların bir birliğidir. Böyle bir birlik, sınıf bilincinin yokluğu karşısında, cehalet ve dini inanın obskürantizmi karşısında kayıtsız davranamaz ve davranmamalıdır. Dini karanlığa karşı saf düşünsel ve yalnızca düşünsel silahlarla, basınımızla, sözümüzle mücadele etmek için, kilisenin devletten tamamen ayrılmasını talep ediyoruz. Birliğimizi, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ni, başka şeylerin yanı sıra tam da, işçilerin her türlü dini aptallaştırılmasına karşı böyle bir mücadele için kurduk. Bizim için düşünsel mücadele özel mesele değildir, aksine tüm partinin, tüm proletaryanın meselesidir.

Bu böyleyse, neden programımızda ateist olduğumuzu açıklamıyoruz? Hıristiyanların ve tanrıya inananların Partimize girmesini neden yasaklamıyoruz?

Bu soruya yanıt, din sorununun burjuva-demokrat ve sosyal-demokrat konuşu arasındaki son derece önemli bir farkı netleştirecektir.

Programımız tamamen bilimsel bir dünya görüşüne, materyalist dünya görüşüne dayanmaktadır. Bu yüzden programımızın yorumu, zorunlu olarak dini karanlığın gerçek tarihi ve iktisadi köklerinin açıklığa kavuşturulmasını da kapsar. Propagandamız zorunlu olarak ateizmin propagandasını da kapsar; mutlakiyetçi-feodal devlet iktidarı tarafından şimdiye dek yasaklanmış ve izlenmiş olan ilgili bilimsel literatürün yayınlanması şimdi Parti çalışmamızın bir dalını oluşturmak zorundadır. Şimdi olasılıkla Engels’in bir zamanlar Alman sosyalistlerine verdiği öğüde uyup, XVIII. yüzyıl Fransız ateist ve aydınlanma literatürünü çevirip kitlelere yayacağız.

Fakat bunu yaparken asla kendimizi, dini sorunu, burjuvazinin radikal demokratlarında sık sık rastlandığı gibi, soyut, idealistçe, “rasyonellik uğruna”, sınıf mücadelesinin dışında koymaya kaptırmamalıyız. İşçi kitlelerinin sınırsızca ezilmesi ve hayvanlaştırılması üzerine kurulu bir toplumda, dinsel önyargıların salt propagandist yollardan yok edilebileceğine inanmak saçma olurdu. Dinin insanlık üzerindeki baskısının sadece, toplum içindeki iktisadi baskının ürünü ve yansıması olduğunu unutmak burjuva darkafalılık olurdu. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlatılmazsa, hiçbir broşürle, hiçbir propagandayla aydınlatılamaz. Bizim için, ezilen sınıfın yeryüzünde bir cennet yaratmak için bu gerçekten devrimci mücadelesinin birliği, proleterlerin gökyüzündeki cennet hakkında düşüncelerinin birliğinden daha önemlidir.

Neden programımızda ateizmimizden söz etmediğimizin ve etmememiz gerektiğinin sebebi budur; eski önyargıların şu ya da bu kalıntısını korumuş olan proleterlerin Partimize yaklaşmasını neden yasaklamadığımızın ve yasaklamamamız gerektiğinin nedeni budur. Bilimsel dünya görüşünü hep propaganda edeceğiz, herhangi bir “hıristiyan”ın tutarsızlığıyla mücadele etmek bizim için kaçınılmazdır; ama bu asla, din sorununun, kesinlikle haketmediği birinci sıraya oturtulması gerektiği, her türlü politik önemini hızla yitiren ve bizzat iktisadi gelişmenin seyriyle hızla hurdalığa atılacak olan üçüncül düşünceler veya kuruntular uğruna, gerçekten devrimci mücadelenin, iktisadi ye politik mücadelenin güçlerinin parçalanmasına izin vermek gerektiği anlamına gelmez.

Gerici burjuvazi her yerde, kitlelerin dikkatini, -devrimci mücadelesinde birleşen tüm Rusya proletaryasının çözümünü şimdi pratik olarak ele aldığı- gerçekten önemli ve temel iktisadi ve politik sorunlardan, dinsel alana kaydırmaya çalıştı ve şimdi bizde de buna çalışıyor. Bugün esas olarak Kara-Yüzler’in pogromlarında ifadesini bulan, proleter güçlerin parçalanmasına yönelik bu gerici politika, belki de yarın daha da rafine bazı reformlar keşfedecektir. Her halükârda biz onun karşısına, proleter dayanışmanın ve bilimsel dünya görüşünün sakin, ısrarlı ve sabırlı, tali görüş ayrılıklarının her türlü abartılmasından uzak propagandasını çıkaracağız.

Devrimci proletarya, dinin devlet için gerçekten özel mesele olmasını kabul ettirecektir. Ve bu ortaçağ küfünden temizlenmiş politik rejim altında proletarya, iktisadi köleliğin, insanlığın dini aptallaştırılmasının bu gerçek kaynağının ortadan kaldırılması için geniş çaplı, açık bir mücadele başlatacaktır.

Aralık 1905

(Seçme Eserler, Cilt: 11,
İnter Yayınları, s.434-38)

 

İşçi partisinin din konusunda tavrı üzerine

 

Ruhani meclis bütçesinin görüşülmesi sırasında Milletvekili Surkov’un Devlet Duması’ndaki konuşması ve daha aşağıda yayınlanan bu konuşma taslağının Duma fraksiyonumuzda görüşülmesi sırasındaki açık tartışmalar, olağanüstü önemli ve tam da şimdi güncel olan bir sorunu ortaya atmıştır. Dinle bağıntılı her şeye ilgi bugün hiç kuşkusuz “toplum”un geniş çevrelerini sarmış ve işçi hareketine yakın aydınların saflarına, ama belirli işçi çevrelerine de sızmıştır. Sosyal-demokrasi mutlaka, din konusundaki tavrını açıklayarak ortaya koymak zorundadır.

Sosyal-demokrasi tüm dünya görüşünü bilimsel sosyalizm üzerinde, yani Marksizm üzerinde inşa eder. Marksizmin felsefi temelini, gerek Marx’ın gerekse de Engels’in tekrar tekrar açıkladıkları gibi, Fransa’da XVIII. yüzyılın ve Almanya’da Feuerbach’ın materyalizminin (XIX. yüzyılın ilk yarısı) tarihsel geleneklerini tamamen devralmış olan diyalektik materyalizm oluşturur, kesinlikle ateist olan ve her türlü dine karşı mutlak düşman bir materyalizm. Marx’ın el yazması halinde okuduğu Engels’in tüm “Anti-Dühring”inin, materyalist ve ateist Dühring’i, dine ve din felsefesine açık kapı bıraktığı için, materyalizminin tutarsızlığıyla suçladığını anımsatalım. Ludwig Feuerbach ile ilgili eserinde Engels’in, onu, dini ortadan kaldırmak için değil, aksine dini yenilemek, yeni, “daha yüce” bir din icat etmek için vs. mücadele etmiş olmakla suçladığını anımsatalım. “Din halkın afyonudur” - Marx’ın bu veciz sözü, din sorununda Marksizmin tüm dünya görüşünün köşetaşıdır. Marksizm günümüzün bütün dinlerini ve kiliselerini, bütün ve her türlü dini örgütleri daima sömürünün korunmasına ve işçi sınıfının uyuşturulmasına hizmet eden burjuva gericiliğin organları olarak görür.

Ancak Engels aynı zamanda, sosyal-demokrasiden “daha sol” ya da “daha devrimci” olmak ve dine karşı bir savaş ilanı anlamında doğrudan ateizmin benimsenmesini işçi partisinin programına almak isteyen kişilerin girişimlerini tekrar tekrar mahkûm etti. 1874’te, Londra’da göçmen olarak yaşayan Komün mültecilerinin, Blanquistlerin ünlü manifestosunu tartışırken Engels, onların dine karşı gürültülü savaş ilanını bir aptallık olarak ele alır ve böyle bir savaş ilanının, dine ilgiyi yeniden canlandırmak ve dinin gerçekten sönümlenmesini zorlaştırmak için en iyi araç olduğunu belirtir. Engels Blanquistleri, sadece işçi kitlelerinin sınıf mücadelesinin, proletaryanın en geniş katmanlarını çok yönlü bir şekilde sınıf bilinçli ve devrimci bir toplumsal pratiğin içine çekerek, ezilen kitleleri gerçekten dinin boyunduruğundan kurtaracak durumda olduğunu, buna karşılık dine karşı savaşı işçi partisinin politik görevi ilan etmenin anarşist bir lafazanlık olduğunu anlayacak durumda olmamakla suçlar.

Ve 1877 yılında, filozof Dühring’in idealizme ve dine en ufak tavizlerini acımasızca eleştirdiği “Anti-Dühring”de Engels, Dühring’in, sosyalist toplumda dinin yasaklanması gerektiği yönündeki güya devrimci düşüncesini en az o kadar kesin mahkûm eder. Dine böyle bir savaş ilan etmek, der Engels, “Bismarck’ı fazlasıyla Bismarcklamak”, yani dincilere karşı Bismarck’ın mücadelesinin aptallığını tekrarlamak demektir (kötü ünlü “kültür mücadelesi”, yani Bismarck’ın yetmişli yıllarda Alman Katolik Partisi “Merkez”e karşı, katolizmi polisçe izlettirerek yürüttüğü mücadele).

Bu mücadeleyle Bismarck katoliklerin militan dinciliğini sadece sağlamlaştırdı, gerçek kültür davasına sadece zarar verdi, çünkü politik ayrılıklar yerine dinsel ayrılıkları ön plana çıkardı ve böylece işçi sınıfının bazı katmanlarıyla demokrasinin dikkatini sınıf mücadelesinin ve devrim mücadelesinin acil görevlerinden, gayet yüzeysel ve burjuvaca yalancı anti-klerikalizm yönüne saptırdı. Ultra devrimci olmak isteyen Dühring’i, Bismarck’ın aptallığını bir başka biçimde tekrarlamaya kalkmakla suçlayan Engels, işçi partisinden, dine karşı politik bir savaş macerasına atılmayı değil, sabırla proletaryayı örgütleme ve aydınlatma üzerinde çalışma yeteneği talep etti, çünkü bu dinin sönümlenmesine yol açacaktı. Bu bakış açısı Alman sosyal-demokrasisinin etine kemiğine işlemiştir, ve böylece örneğin Cizvitlere özgürlüğü, Almanya’da onlara izin verilmesini, şu ya da bu dine karşı tüm polisiye önlemlerin kaldırılmasını savunmuşlardır. “Dinin özel mesele ilan edilmesi”, “Erfurt Programı”nın (1891) bu ünlü maddesi, sosyal-demokrasinin bu politik taktiğini saptamıştır.

Bu arada bu taktik artık şablon haline geldi, artık Marksizmin ters yönde, oportünizm yönünde yeni bir tahrifini üretti. Erfurt Programının prensibi, biz sosyal-demokratların, partimizin dini özel mesele olarak gördüğü, sosyal-demokrat olarak bizler için, parti olarak bizler için dinin özel mesele olduğu anlamında yorumlanmaya başlandı. Bu oportünist görüşe karşı doğrudan polemiğe girmeden Engels, doksanlı yıllarda ona kararlılıkla karşı çıkmayı gerekli gördü, polemik tarzında değil, pozitif tarzda. Ve Engels bunu altını bilerek çizdiği bir açıklama biçiminde yaptı: Sosyal-demokrasi dini devlet karşısında özel mesele olarak görür, ama asla kendisinin, Marksizmin, İşçi Partisi’nin karşısında değil.

Marx ve Engels’in din sorunundaki beyanlarının yüzeysel tarihi budur. Marksizmi özensizce ele alan kişiler için, düşünmeyi bilmeyen ya da düşünmek istemeyen kişiler için bu tarih, Marksizmin anlamsız bir çelişkiler ve yalpalamalar yumağıdır: Bir “tutarlı” ateizm ve din karşısında “hoşgörü” bulamacı, tanrıya karşı devrimci savaşla inanlı işçilere “yaltaklanma” korkakça isteği, onları ürkütme endişesi arasında “ilkesiz” bir yalpalama vs.’dir. Anarşist lafazanların literatüründe Marksizme karşı bu türden çıkışlar bulunabilir.

Ancak Marksizm konusunda ciddi bir tavır takınmayı, onun felsefi temellerini ve uluslararası sosyal-demokrasinin deneyimlerini iyice düşünmeyi bir ölçüde başarabilenler, Marksizmin din karşısında taktiğinin tamamen tutarlı ve Marx’la Engels tarafından baştan sona temelli düşünülmüş olduğunu, acemilerin ya da kara cahillerin yalpalama sandıkları şeyin, diyalektik materyalizmden çıkan dolaysız ve kaçınılmaz bir sonuç olduğunu kolayca göreceklerdir. Marksizmin din karşısında görünürdeki “itidali”nin, “ürkütmeme” vs. isteği bağlamında sözümona “taktik” düşüncelerle açıklanabileceğini sanmak temelden yanlış olurdu. Tersine, Marksizmin politik çizgisi bu sorunda da, onun felsefi temelleriyle ayrılmaz biçimde bağlıdır.

Marksizm materyalizmdir. Ve materyalizm olarak, aynı XVIII. yüzyıl Ansiklopedistlerinin materyalizmi gibi ya da Feuerbach’ın materyalizmi gibi, dine karşı amansız bir düşmanlık içindedir. Bu kesin. Fakat Marx ile Engels’in diyalektik materyalizmi Ansiklopedistlerden ve Feuerbach’tan daha ileriye gider, çünkü o materyalist felsefeyi tarih ve toplumbilimleri alanına uygular. Dinle mücadele etmeliyiz. Bu, tüm materyalizmin ve dolayısıyla Marksizmin de abc’sidir. Fakat Marksizm abc’de durup kalmış bir materyalizm değildir. Marksizm daha ileriye gider. Şöyle der: dine karşı mücadele etmeyi bilmek gerek, bunun için ise inanın ve dinin kökenini kitlelere materyalist tarzda açıklamak gerekir. Dine karşı mücadele, soyut ideolojik bir vaazla sınırlanmamalıdır, böyle bir vaazla aynı kapıya çıkmasına izin verilmemelidir; bu mücadele, dinin sosyal köklerinin ortadan kaldırılmasına yönelik sınıf hareketinin somut pratiğiyle bağıntılandırılmalıdır. Din neden kent proletaryasının geri katmanları içinde, yarı-proletaryanın geniş katmanları içinde ve köylü kitlesi içinde tutunuyor? Halkın cahilliği sonucunda, diye yanıt verir burjuva ilerlemeci, radikal ya da burjuva materyalist. O halde: kahrolsun din, yaşasın ateizm, ateist görüşlerin yayılması bizim temel görevimizdir. Marksist şöyle der: bu yanlıştır. Böyle bir anlayış yüzeysel, burjuva darkafalı bir kültür taşıyıcılığıdır. Böyle bir anlayış dinin köklerini yeterince özenli, materyalistçe değil, idealistçe açıklıyor.

Modern kapitalist ülkelerde bu kökler esas olarak sosyal niteliklidir. Emekçi kitlelerin sosyal ezilmişliği, çalışan sıradan insana her gün ve her saat, savaş, deprem vs. gibi bütün olağanüstü olaylardan bin kez daha çok en korkunç sıkıntılar ve dehşetli acılar yaşatan kapitalizmin kör gözüm hareket eden güçleri karşısında onun görünürdeki tamamen acizliği - bugün dinin en derin kökleri burada aranmalıdır. “Korku tanrıları yarattı”. Sermayenin kör gözüm hareket eden güçleri, halk kitleleri tarafından önceden görülemeyeceği, proleterleri ve küçük mülk sahiplerini adım başı tehdit eden ve üzerlerine “aniden”, “beklenmedik biçimde”, “tesadüfen” yıkım, çöküş, dilencilere, yoksullara, fahişelere dönüşme felaketini yağdırabileceği ve gerçekten de bütün bunları yaptığı için kör gözüm hareket eden güçleri karşısında duyulan korku -eğer materyalizmin abc’siyle yetinmek istemiyorsa bir materyalistin gözönüne alması gereken bugünkü dinin kökü budur. Kapitalist angaryanın yıprattığı, kapitalizmin kör gözüm hareket eden yıkıcı güçlerine bağımlı kitlelerin içinden bu kökü, bizzat bu kitleler, dinin bu köküne, bütün biçimleriyle sermayenin egemenliğine karşı birleşik, örgütlü, planlı, bilinçli biçimde mücadele etmeyi öğrenmedikçe hiçbir aydınlatıcı broşür çıkarıp atamayacaktır.

Buradan dine karşı aydınlatıcı broşürlerin zararlı ya da gereksiz olduğu sonucu mu çıkar? Kesinlikle hayır. Buradan bambaşka bir sonuç çıkar. Buradan, sosyal-demokrasinin ateist propagandasının onun temel görevine: sömürülen kitlelerin sömürücülere karşı sınıf mücadelesini geliştirmeye tabi olması gerektiği sonucu çıkar.

Diyalektik materyalizmin, yani Marx ve Engels’in felsefesinin esaslarında derinleşmemiş biri bu ilkeyi yanlış anlayabilir (ya da en azından hemen anlayamayabilir). Nasıl olur? Yani şimdi ideolojik propaganda, belli düşüncelerin propagandası, binlerce yıldır varlığını sürdüren kültür ve ilerlemenin düşmanına (yani dine) karşı mücadele sınıf mücadelesine, yani iktisadi ve siyasi alanda belirli pratik hedefler için mücadeleye mi tabi olacak?

Bu, Marx’ın diyalektiğinin kesinlikle kavranmadığını gösteren, Marksizme karşı beylik itirazlardan biridir. Böyle argüman yürütenin kafasını karıştıran çelişki, canlı yaşamın canlı çelişkisidir, yani sadece lafta var olan, uydurulmuş bir çelişki değil, diyalektik bir çelişkidir. Ateizmin teorik propagandasını, yani proletaryanın çeşitli katmanlarında dini inanın yok edilmesini, bu katmanların sınıf mücadelesinin başarısından, seyrinden ve koşullarından mutlak, aşılamaz bir sınırla ayırmak, diyalektik düşünmemek demektir, hareketli, izafi bir sınırı, mutlak bir sınıra dönüştürmek demektir, canlı gerçeklikte kopmaz biçimde birbirine bağlı olanı zorla ayırmak demektir.

Bir örnek alalım. Diyelim ki belli bir bölgenin, belli bir sanayi dalının proletaryası, elbette ateist olan oldukça sınıf bilinçli sosyal-demokratlardan oluşan ileri bir katmanla, tanrıya inanan, kiliseye giden ya da hatta, diyelim ki bir hıristiyan işçi demeği kuran yöredeki din adamının doğrudan etkisi altında bulunan, henüz köyle ve köylülükle bağlarını koparmamış oldukça geri bir katmana ayrılmış olsun. Ve yine diyelim ki ekonomik mücadele bu yörede bir greve yol açmış olsun. Bu durumda Marksistin görevi, grev hareketinin başarısını ön plana çıkarmak, bu mücadelede işçilerin ateistler ve hıristiyanlar diye bölünmesine kararlılıkla karşı koymak, böyle bir bölünmeye karşı kararlılıkla mücadele etmektir. Böyle koşullar altında ateist bir propaganda gereksiz ve zararlı olabilir - geri katmanların ürkütülebileceği, seçimlerde oy kaybına uğranabileceği gibi küçük-burjuva düşüncelerin bakış açısından değil, bilakis modern kapitalist toplum koşullarında hıristiyan işçileri, çıplak ateist propagandadan bin kez daha iyi sosyal-demokrasiye ve ateizme götürecek olan sınıf mücadelesinin gerçek ilerlemesi bakış açısından. Ateizmi vaaz eden biri, böyle bir anda ve bu koşullar altında sadece, işçilerin greve katılan ve katılmayan işçiler olarak ayrılmasından çok, tanrıya inanan ve inanmayan işçiler olarak ayrılmasından başka bir şey istemeyen papazlara yardım etmiş olur. Ne pahasına olursa olsun tanrıya karşı savaşı vaaz eden anarşist, gerçekte papazlara ve burjuvaziye yardım etmiş olur (aynı anarşistlerin gerçekte her zaman burjuvaziye yardım ettikleri gibi).

Marksist materyalist olmak, yani dine düşman olmak zorundadır, fakat o diyalektik bir materyalist olmak, yani dine karşı mücadeleyi soyut olarak, soyut, tamamen teorik, her zaman aynı kalan bir propaganda temelinde değil, gerçekten cereyan eden ve kitleleri herşeyden önce ve en iyi eğiten somut bir temelde, sınıf mücadelesi temelinde yürütmek zorundadır. Marksist tüm somut durumu kavrayabilmeli, anarşizmle oportünizm arasındaki sınırı daima bulmayı becerebilmeli (bu sınır izafi, hareketli, değişebilir bir sınırdır, fakat vardır), ne bir anarşistin soyut, anlamsız, gerçekte boş “devrimciliği”ne, ne de dine karşı mücadeleden korkan, bu görevini unutan, tanrı inanıyla uzlaşan ve kendisine sınıf mücadelesinin çıkarlarını değil, “yaşa ve yaşat” gibi sivri akıllı bir kurala göre kimseyi kırmamak, kimseyi dışlamamak, kimseyi ürkütmemek biçimindeki dargörüşlü, küçük hesabı rehber edinen küçük-burjuvanın ya da liberal aydının dar görüşlülüğüne ve oportünizmine düşmelidir.

Sosyal-demokrasinin din konusundaki tavrıyla ilgili bütün detay sorunlar bu bakış açısından hareketle belirlenmelidir. Örneğin sık sık bir din adamının sosyal-demokrat partinin üyesi olup olamayacağı sorusu ortaya atılmakta ve bu soruya, Avrupalı sosyal-demokrat partilerin deneyimlerine dayanılarak, genellikle kayıtsız şartsız olumlu yanıt verilmektedir. Ne var ki bu deneyim sadece Marksizm doktrininin işçi hareketine uygulanmasının bir sonucu değil, aynı zamanda Batı’da, Rusya’da mevcut olmayan özel tarihsel koşulların da sonucudur (bu koşullardan ileride söz edeceğiz). Öyle ki burada kayıtsız şartsız olumlu yanıt vermek yanlıştır. İlk ve son olarak ve bütün koşullar için din adamlarının sosyal-demokrat partiye üye olamayacakları söylenemez, fakat ilk ve son olarak bunun tersi kural da ilan edilemez. Eğer bir din adamı, ortak politik çalışma için bize geliyor ve parti programına karşı çıkmadan, sorumluluk duyarak parti çalışması yapıyorsa, onu sosyal-demokrasinin saflarına alabiliriz; çünkü programımızın ruhu ve esaslarıyla bir din adamının dini inancı arasındaki çelişki, bu koşullar altında sadece onu ilgilendiren kişisel bir çelişki olarak kalabilir, fakat siyasi bir örgüt, üyelerini, onların görüşleriyle parti programı arasında çelişki olup olmadığı yönünde sınavdan geçiremez. Fakat böyle bir durum Avrupa’da bile elbette ancak çok ender bir istisna olabilir, Rusya’da ise tamamen imkânsızdır. Ve bir din adamı sosyal-demokrat partiye girip, bu partide en önemli ve neredeyse tek çalışması olarak dini görüşlerin aktif propagandasını yaparsa, parti mutlaka bu din adamını saflarından uzaklaştırmak zorundadır.

Tanrıya inanmayı sürdüren bütün işçilerin sosyal-demokrat partiye girmelerine izin vermenin ötesinde, büyük bir enerjiyle bu yönde çalışmalıyız; biz onların dini inançları nedeniyle en ufak biçimde incitilmelerine kesinlikle karşıyız, fakat onları bu programın ruhuyla eğitmek için partiye çekiyoruz, parti programına karşı aktif mücadele yürütmeleri için değil. Parti içinde düşünce özgürlüğü tanıyoruz, ama gruplaşma özgürlüğüyle belirlenen belli sınırlar içinde: parti çoğunluğunun reddettiği görüşlerin propagandasını yapanlarla elele yürüme yükümlülüğümüz yok.

Başka bir örnek: Aynı biçimde, “Benim dinim sosyalizmdir” diyen ve bu açıklamaya uygun görüşler propaganda eden sosyal-demokrat parti üyeleri her koşul altında mahkûm edilebilir mi? Hayır. Burada hiç kuşkusuz Marksizmden (dolayısıyla da sosyalizmden) bir sapma sözkonusudur, ne var ki bu sapmanın önemi, deyim yerindeyse özgül ağırlığı, farklı durumlarda farklı olabilir. Bir ajitatörün ya da işçi kitlesinin önüne çıkan bir insanın, daha anlaşılır olmak, anlatacağı şeye başlamak, görüşlerinin daha gerçek biçimde ortaya çıkması amacıyla bilinçsiz kitlenin alışkın olduğu kavramları kullanmak için böyle konuşmasıyla, bir yazarın “tanrı yapıcılığı” ya da tanrı yapıcı bir sosyalizmi vaaz etmeye başlaması (örneğin bizim Lunaçarski ve ortakları anlamında) farklı şeylerdir. Birinci durumda mahkûm etmek aşırı bir titizlik, hatta ajitatörün özgürlüğünü, “pedagojik” etkileme özgürlüğünü yersizce kısıtlamak olabilecekken, ikinci durumda partinin bunu mahkûm etmesi zorunludur ve mutlaka yapılmalıdır. “Sosyalizm dindir” cümlesi, birinciler için dinden sosyalizme geçişin, diğerleri için sosyalizmden dine geçişin bir biçimidir.

Şimdi Batı’da “dinin kişisel mesele ilan edilmesi” ilkesinin oportünist yorumuna yol açan koşullara geçelim. Elbette burada işçi hareketinin temel çıkarlarının anlık yararlara kurban edilmesi olarak genelde oportünizmi üreten genel nedenlerin etkisi sözkonusu. Proletarya partisi devletten, dinin kişisel mesele ilan edilmesini talep eder, fakat halkın afyonuna karşı mücadeleyi, dini batıl inançlara karşı vs. mücadeleyi “kişisel mesele” olarak görmez. Oportünistler sorunu, sanki sosyal-demokrat parti dini kişisel bir mesele olarak görüyormuş gibi çarpıtıyorlar!

Fakat bilinen oportünist çarpıtmanın dışında (din üzerine beyanatın görüşülmesi sırasında Duma fraksiyonumuzun tartışmalarında tamamen kapalı kalan bu çarpıtmanın dışında), bugün Avrupalı sosyal-demokratların din sorunu karşısında, denebilir ki, olağanüstü kayıtsız kalışlarına neden olan özel tarihsel koşullar vardır. Bu koşullar iki türdendir. Birincisi, dinle mücadele etmek tarihsel olarak devrimci burjuvazinin görevidir ve Batı’da burjuva demokrasisi bu görevi kendi devrimlerinin çağında ya da feodalizme ve ortaçağa karşı saldırı çağında büyük ölçüde yetine getirmiştir (ya da getirmeye uğraşmıştır). Hem Fransa’da hem de Almanya’da dine karşı burjuva mücadele geleneği vardır (Ansiklopedistler, Feuerbach), ve bu mücadele sosyalizmden çok önce başlatılmıştır. Rusya’da ise, burjuva-demokratik devrimimizin koşullarına uygun olarak bu görev de neredeyse tam olarak işçi sınıfının omuzlarındadır. Küçük-burjuva demokrasisi (Narodnikler) bu konuda ülkemizde, Avrupa’yla kıyaslandığında (“Veki”den çiçeği burnunda Kara-Yüz Kadetler’in ya da Kadet Kara-Yüzler’in inandığı gibi) çok fazla değil, çok az şey yapmıştır.

Öte yandan Avrupa’da dine karşı burjuva mücadele geleneği çoktandır bu mücadelenin anarşizm tarafından özgül burjuva çarpıtılmasını ortaya çıkarmıştır; bu çarpıtma Marksistlerin çoktandır ve tekrar tekrar anlattıkları gibi, burjuvaziye karşı saldırılarının tüm “hiddet”ine rağmen burjuva dünya görüşü zemini üzerinde durur. Latin ülkelerinde anarşistler ve Blanquistler, Almanya’da Most (Dühring’in öğrencisidir) ve ortakları, Avusturya’da seksenli yılların anarşistleri, dine karşı mücadelede devrimci lafazanlığı nec plus ultra’ya kadar [son sınıra kadar] vardırmışlardır. Anarşistlerin iyice gerdikleri yayı, Avrupalı sosyal-demokratların şimdi öteki tarafa doğru aşırı germelerine şaşmamak gerekir. Bu anlaşılır ve bir ölçüde haklıdır da, fakat Batı’nın özel tarihi koşullarını unutmak biz Rus sosyal-demokratlarına yakışmaz.

İkincisi, Batı’da ulusal burjuva devrimin sona ermesinden sonra, az çok tam bir inanç özgürlüğünün uygulamaya konmasından sonra, dine karşı demokratik mücadele sorunu, burjuva demokrasisinin sosyalizme karşı mücadelesi tarafından tarihsel olarak öyle geri plana itilmiştir ki, burjuva hükümetler bilinçli olarak, klerikalizme karşı sözde liberal “seferler” sahneleyerek kitlelerin dikkatini sosyalizmden uzaklaştırmaya çalıştılar. Gerek Almanya’daki kültür mücadelesi, gerekse de Fransa’nın burjuva cumhuriyetçilerinin klerikalizme karşı mücadelesi böyle bir karakter taşıyordu. İşçi kitlelerinin dikkatini sosyalizmden uzaklaştırmanın bir aracı olarak burjuva anti-klerikalizm -işte Batı’da dine karşı mücadeleye sosyal-demokrasinin bugünkü “kayıtsız’’ tavrının yaygınlaşmasına yol açan şey buydu. Ve bu da anlaşılır ve haklıdır, çünkü sosyal-demokratlar burjuva ve Bismarkçı anti-klerikalizmin karşısına dine karşı mücadelenin sosyalizm için mücadeleye tabi olmasını koymak zorundaydılar.

Rusya’da koşullar çok farklıdır. Proletarya burjuva-demokratik devrimimizin önderidir. Onun partisi, eski, resmi din ve onu yenileme, yeni bir biçimde yeniden kurma vs. yönündeki bütün çabalar da dahil tüm ortaçağ kalıntılarına karşı mücadelede düşünsel önder olmak zorundadır. O nedenle Engels, işçi partisinin, devletin dini kişisel mesele ilan etmesi talebinin yerine dinin bizzat sosyal-demokratlar ve sosyal-demokrat parti için kişisel mesele ilan edilmesini koyan Alman sosyal-demokratlarının oportünizmini nispeten yumuşak bir şekilde düzeltmişse, bu Alman çarpıtmasının Rus oportünistleri tarafından devralınmasının Engels tarafından yüz kez daha şiddette mahkûm edilmeyi hak edeceği açıktır.

Fraksiyonumuz Duma kürsüsünden dinin halkın afyonu olduğunu ilan ederken tamamen doğru davranmış ve böylece din sorununda Rus sosyal-demokratlarının bütün beyanlarında esas teşkil etmesi gereken örnek bir olay yaratmıştır. Daha da ileri gidip, ateist sonuçlar daha ayrıntılı biçimde açımlanmalı mıydı? Görüşümüzce hayır. Bu, proletaryanın siyasi partisinin dine karşı mücadelesini abartma tehlikesine, dine karşı burjuva ve sosyalist mücadele arasındaki sınırların silinmesine yol açabilirdi. Sosyal-demokrat fraksiyon Kara-Yüzler Duması’nda yapması gereken ilk işi şerefle yerine getirmiş bulunmaktadır.

İkincisi -ve sosyal-demokrasi için sanırım en önemlisi-, yani, işçi sınıfına karşı mücadelesinde Kara-Yüzler Hükümeti’nin ve burjuvazinin desteklenmesi konusunda kilisenin ve din adamlarının oynadığı sınıfsal rolün açıklığa kavuşturulması da hakeza şerefle yerine getirilmiştir. Elbette bu hususta çok daha fazla şey söylenebilir, ve ileride yapılacak açıklamalarda sosyal-demokratlar Surkov yoldaşın konuşmasını nasıl tamamlayacaklarını bileceklerdir, fakat buna rağmen Surkov’un konuşması mükemmeldi ve bu konuşmanın tüm Parti örgütlerince yaygınlaştırılması Partimizin doğrudan görevidir.

Üçüncüsü, Alman oportünistleri tarafından sık sık çarpıtılan “dinin kişisel mesele ilan edilmesi” tümcesinin doğru anlamı gayet ayrıntılı bir şekilde açıklanmalıydı. Surkov yoldaş ne yazık ki bunu yapmamıştır. Bu daha da üzücüdür, çünkü önceki faaliyeti sırasında fraksiyon bu sorunda Beloussov yoldaşın hatasına izin vermiş ve “Proletari” onun farkına zamanında varmıştı. Fraksiyondaki müzakereler ateizm tartışmasının, fraksiyonun dikkatini “dinin kişisel mesele ilan edilmesi” ünlü talebinin doğru ortaya konması sorunundan uzaklaştırdığını göstermektedir. Tüm fraksiyonun bu hatasından sadece Surkov yoldaşı sorumlu tutmak istemiyoruz. Dahası, burada, bu sorunu yeterince tartışmamış, sosyal-demokratların bilincinde Engels’in Alman oportünistlerine yönelik söylediklerinin anlamı için yeterince anlayış yaratmamış olan tüm partinin suçu olduğunu açıkça kabul ediyoruz. Fraksiyondaki müzakereler, burada kesinlikle Marx’ın öğretisini dikkate almama gibi bir niyetin bulunmadığını, sorunun yeterince açık biçimde kavranmamasının sözkonusu olduğunu göstermiştir ve biz bu hatanın fraksiyonun bundan sonraki açıklamalarında düzeltileceğinden eminiz.

Sözün kısası, tekrarlıyoruz. Surkov yoldaşın konuşması mükemmeldir ve bütün örgütlerce dağıtılmalıdır. Bu konuşmayı müzakere etmekle fraksiyon sosyal-demokrat görevini sorumlulukla yerine getirdiğini kanıtlamıştır. Geriye fraksiyonu Parti’ye yakınlaştırmak, fraksiyonun yaptığı zor iç çalışmayı Parti’ye tanıtmak, Parti’nin ve fraksiyonun faaliyetinde düşünsel birliği kurmak için, parti basınında, Duma Fraksiyonundaki tartışmalar hakkında daha sık yazılar çıkmasını dilemek kalıyor.

Mayıs 1909
(Seçme Eserler, Cilt: 11,
İnter Yayınları, s.439-450)