İçindekiler:

19 Eylül 2021
Sayı: KB 2021/Özel-33

Sınıf eksenli mücadele!
Dinsel gericilik ve laiklik mücadelesi
CHP’nin Güney Kürdistan ziyareti…
Yargı zırhlı çocuk cinayetleri
Alba direnişinde ilk ay geride kaldı
“Kod-29 kaldırılsın!”
TÜSİAD’ın eğitim “değerlendirmesi”
Meslek liseleri devrim meselesidir!
DGB Genişletilmiş MYK toplandı...
Ulucanlar katliamı ve ötesi
Ulucanlar Katliamı’nın politik anlamı ve arka planı - H. Fırat
Afganistan’ın mülteci kaderi
Almanya’da yaklaşan seçimler üzerine…
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden
Toplumu sanatla buluşturma çabası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Afganistan’ın mülteci kaderi

A. Serhat

 

Afganistan’ın ve Afgan halklarının tarihi büyük çaplı insanlık trajedileriyle doludur. Bugün yine benzer bir trajedi yaşanıyor. Uzun on yıllardan beridir mültecilik Afgan halkları için bir kimlik haline getirilmiştir. Mültecileşme Afganların kendi iradelerinden bağımsız olarak gerçekleştirilmiştir. Bu tarihsel sürecin kökleri 1850’li yıllara kadar uzanır ve periyodik aralıklarla devam eder. Afganistan için değişmeyen tek istikrarlı olgu göçtür ve ülke bu özelliğiyle dünyanın ana mülteci kaynağıdır.

Siyasal istikrarsızlığın, iktisadi olarak fazlasıyla geri kalmışlığın ve bin bir türlü gerici kuşatmanın etkisiyle Afgan toplumu mülteciliğe adeta mahkum edilmiştir. Sömürgeci emperyalist güçler ve bunların palazlandırıp büyüttüğü gerici işbirlikçiler, Afgan halklarının 1300 yıllık hafızasını ve birikimini yok etmeye çalışarak, Afganların İslami gericiliğe teslim olmasını istemektedirler. Neticede Taliban’dan El Kaide’ye, oradan da IŞİD’e uzanan karanlığa kaynaklık eden Afganlı mücahitleri on yıllarca besleyip büyüten ve onları toplumun başına musallat ederek sosyolojisini bozan bu karanlık güçler, bu konuda az mesafe de almadılar.

Son yirmi yıllık emperyalist işgalin yarattığı yıkım ve onun beslemesi Taliban’ın iktidara gelişi ile yaşanacak olanlar, özellikle Afgan kadınları ve çocukları için gerçek anlamıyla bir ortaçağ karanlığı olacaktır. Taliban’ın şeriat mahkemeleri tıpkı bir engizisyon gibi çalışacak ve o topluma ait ne kadar ileri öge varsa yakıp yok edecektir. Nihayetinde Taliban’ın ilk iktidara geldiği 1996-2001 yılları arasında Afgan halkı bu İslamcı terör şebekesinin yaptıklarını yeterince deneyimleme fırsatı bulmuştu.

11 Eylül saldırılarının ardından “Terörizme Karşı Savaş Konsepti” çıplak yalanı ve dezenformasyonuyla 20 yıldır süren Afganistan işgali emperyalist kuvvetler için sürdürülemez bir hale gelince, bu güçler ışık hızıyla ülkeyi terk etmek durumunda kaldılar. ABD’nin, bir savaş ve suç örgütü olarak NATO’nun 5. maddesine atfen müttefikleriyle işgal ettiği Afganistan’dan çekilmesi, yaşanacaklardan bağımsız olarak, tarihe koca bir yenilgi olarak geçecektir. Kendi toplumları başta olmak üzere dünya halkları nezdinde bir anda rezil bir duruma düşen bu emperyalist güçler durumu toparlamak adına yeni arayışlara girdiler.

Daha düne kadar işgalin biricik sebebi ve “sivil dünyanın düşmanı” olarak gösterilenlerin içinden “iyi terörist” arama telaşıyla çalmadık kapı bırakmayan emperyalist sefiller, hiçbir zaman Afgan halklarının çıkarlarıyla hasbıhal olmadılar. Onlar için Afganistan, Asya kıtasının gözetleme kulesi ve el değmemiş yeraltı zenginlikleriyle bir sömürge cennetidir. Yine Asya ve Avrupa pazarının uyuşturucu tedarikinde %90 gibi bir paya sahip olması -ki bu yaklaşık yıllık 63 milyar dolar tutarında kara para anlamına gelmektedir- iştahları fazlasıyla kabartan bir başka yekûnu oluşturmaktadır. Ayrıca Afgan halklarının mültecilik serüveni ve tarihi hem gerici bölge ülkeleri hem de emperyalist metropoller için oldukça kullanışlı ucuz bir işgücü deposu olarak kalmaya da devam edecektir. Emperyalist-kapitalist düzen için Afganistan’ı kolayından vazgeçilemez kılan şeyler de nihayetinde bunlardır.

Bütün bu veriler bir kez daha göstermiştir ki gerici sermaye düzeni ve onun emir kullarının, ilerici insanlık değerleri adına söyledikleri bütün sözler devasa bir yalandan ibarettir ve öyle olmaya devam edecektir. Tarihin tekerleğini geriye doğru çeviren gerici Taliban ve şürekâsıyla her türlü anlaşmaya hazır oldukları ve onlarla iş tutmak adına yanıp kavruldukları gün gibi ortaya çıkmıştır. Öyle ki 20 yıllık işgal süresince kendileriyle işbirlikçilik yapanları dahi bir çırpıda “eski bir libas” gibi kenara koyup, Taliban’ın kollarına yumuşak inişler yapmanın telaşına düşmüşlerdir. Lakin Afganistan üzerinden ulaşılacak pazarların ve onun stratejik öneminin ötesinde anlam arayışları, emperyalist kapitalist sistemin doğasına aykırıdır.

Afganistan, emperyalist-kapitalist gericiliğin mazlum halklara kan ve gözyaşından başka verebileceği bir şeyi olmadığının, olamayacağının aynasıdır. Afganistan’ı bir enkaza çevirerek Afgan toplumunu sınırlarda mültecileştiren ve onu Taliban’a mahkum edenlerin özgürlük, barış ve demokrasi diye bir dertlerinin olmadığı en yetkili ağızlarca da tescil edilmiştir. Dünün teröristi Taliban’la yeniden ilişkilenmenin ve flörtün sebebi de Afganistan üzerinden kaybetmeyi göze alamadıkları kirli çıkarlarıdır. Kadınlar ve çocuklar üzerinden rasyonalize edilmeye çalışılan ilişkilenmenin zorunluluğu ise kaybedilen prestiji toparlama çabalarıdır.

Hudutlara çekilen namus sancağı ve Afgan göçü

Afgan coğrafyası yaklaşık iki yüzyıldır kesintisiz bir biçimde dışarıya göç vermektedir. Afganistan bütün zamanların en fazla dış göç veren ülkesi olarak hep ilk sırada yer almıştır. 2011 yılında Suriye’de başlayan savaşın ardından bir dönem için ikinci sıraya gerilemiş olsa da son gelişmelerin ardından tekrar ilk sıraya yerleşmiş bulunuyor. Uluslararası bir dizi kurum, 18 milyon nüfusa sahip ülkenin mevcut nüfusun yaklaşık yarısı kadar da dış göç verdiğini tescil etmektedir. Her ne kadar Birleşmiş Milletler raporları bu rakamı daha az gösteriyor olsa da bu raporlarda sadece kayıt altına alınmış insanların olduğunu unutmamak gerekiyor. Nitekim sadece komşu Pakistan’da 5 milyona yakın, İran’da ise 3 milyon kayıt dışı Afganlı yaşamaktadır. En büyük göç dalgasının 1996-2001 yılları arasında, Taliban’ın ilk iktidara gelişiyle yaşandığını ve sonraki 20 yıllık işgal süresince de bu göç dalgasının bütün hızıyla devam ettiğini yine raporlara yansıyan bilgiler üzerinden öğreniyoruz. Yüzbinlerce insanın günlük olarak, başta Pakistan olmak üzere İran, Tacikistan ve Özbekistan gibi komşu ülkelerin sınır kapılarına dayandıkları ve bir geçiş güzergahı olarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmek için hareket halinde oldukları, ajansların rutin haberleri haline gelmiş bulunuyor.

Afganistan’da bugün yaşananlar gerçek anlamıyla bir trajediden ibarettir. Bu trajedinin müsebbipleri 13 Kasım’da Cenevre’de bir araya gelerek Birleşmiş Milletler çatısı altında ne kadar sağduyulu oldukları konulu bir gösteriye imza attılar. Almış oldukları karar üzere, Afganistan’a komşu ülkelere 1 milyar dolarlık mali yardımı içeren bir paket ve daha sonrasında ise 600 milyon dolarlık ikinci bir mali yardım paketi ile Afganistan’daki göç sorununa bir çırpıda “çözüm” buldular. Bu mali yardımların mevcut soruna hiçbir şekilde çözüm olamayacağını, kararları alanlar da çok iyi biliyor. Ne var ki mevcut krizi yönetebilmek ve göçü minimize ederek kısmen kontrol altına alınmış gibi göstermek, onlar payına an itibariyle bir ihtiyaçtır. Oysaki harekete geçen insan yığınlarını bir takım ara formüllere ikna etmek hiç de kolay olmayacaktır. Özellikle Alman emperyalizminin AB sınırları dışında çözüm arayışları ve komşu ülkelere rüşvet yoluyla eğreti planlar kabul ettirme çabasının sonuç vermeyeceği ve sorunun bir çığ gibi büyüyeceği netleşmiş bulunuyor.

Rakamların doğruluğu tartışmalı da olsa güncel planda dünya üzerinde 80 milyon insan, yaşadıkları yerleri daha iyi bir yaşam umudu ile terk etmek zorunda kalarak, zengin Batının ve Kuzeyin sınırlarına dayanmıştır. Savaşların, açlığın ve sefaletin, işsizlik ve yoksulluğun, iklim krizinin tetiklediği göç olgusu bir bumerang gibi dönüp dolaşıp bu vahşi sermaye dünyasını vuracaktır. Emperyalist-kapitalist dünya gericiliği sermayenin sınırsız dolaşımına bütün kapıları açarken, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan milyonlarca insanın hayatı söz konusu olduğunda, sınırlarını “namus sancağı” paçavralarla süslemeyi çok iyi biliyor. Sermaye düzeninin derinleşerek yayılan iktisadi ve siyasal krizi nedeniyle kapitalizmin metropolleri yeni bir göçmen dalgasını kaldırabilecek dengeleri barındırmıyor olsa da sistem bu dalganın yaratacağı sonuçlardan azade olamayacaktır. AB ve ABD’nin sınırlarında yükselen duvarlar ve sınır güvenliği adı altında hayata geçirilen insanlık dışı uygulamalar kapitalizmin mabetlerinin kurtuluşu olamayacaktır.

Afganistan’da yaşanan, sadece ABD öncülüğündeki emperyalist gericiliğin yenilgisi değil, açılan Pandora’nın kutusu ve yaratacağı sonuçlar ile çok daha fazlasıdır. Emperyalist ülkeler arasındaki çatışmanın giderek sertleştiği, zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumun inanılmaz ölçülerde derinleştiği koca bir varlık dünyasında mevcut dengelerin aynı şekilde kalmayacağı daha bir netlik kazanmıştır. Netlik kazanan bir başka şey ise, bu gericilik dünyasının yegane ve biricik alternatifi olan sosyalizme olan ihtiyacın her geçen gün daha derinden hissediliyor olmasıdır.

 

 

 

 

 

ABD, İngiltere ve Avustralya arasında anlaşma

 

ABD Başkanı Joe Biden, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve Avustralya Başbakanı Scott Morrison, 15 Eylül Çarşamba günü “AUKUS” adlı yeni bir anlaşmaya vardıklarını duyurdular. Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Avustralya, Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki gücünü geliştirmesine ve genişletmesine bölgesel yeni bir güvenlik ortaklığı ile daha güçlü bir şekilde karşı koymak istiyorlar. 

Biden, ittifakı uzun vadede Hint-Pasifik’te güya “barış ve istikrarı güvence altına almak için” üç ortak arasındaki denenmiş ve test edilmiş işbirliğinin daha da derinleştirileceği ve resmileştirileceği “tarihi bir adım” olarak nitelendirdi. “Bölgedeki mevcut stratejik ortamla ve olası gelişmelerle başa çıkabilmemiz gerekiyor” diyen Biden, açık ve özgür bir Hint-Pasifik bölgesinin gelecek için çok önemli olduğuna işaret etti.

İngiltere Başbakanı Johnson da “Amaç, Hint-Pasifik’te güvenlik ve istikrarı korumak için el ele çalışmaktır” dedi. Güvenlik ortaklığı ile “üç ülke dostluklarında yeni bir sayfa açtı” diyen Avustralya Başbakanı Morrison ise, Hint-Pasifik’in geleceğinin üç ülkenin de geleceğini etkileyeceğine dikkat çekti. Ayrıca, “Bu zorlukların üstesinden gelmek ve bölgemizin ihtiyaç duyduğu güvenlik ve istikrarı sağlamak için ortaklığımızı yeni bir düzeye çıkarmalıyız” dedi. Her üç ülke temsilcisi deHint-Pasifik bölgesinde “hızla gelişen bir tehdit” olduğu konusunda birleştiklerini, bölgede yer aldıkları ortak değerlere ve “kural temelli düzene” bağlılıklarını ifade ettiler.

Anlaşmayı yapan ülkelerin başkanlarına göre, işbirliği üç ülkenin dar çerçevesiyle sınırlı kalmayacak. ASEAN, ABD ve Avustralya’ya ek olarak Japonya ve Hindistan’ın ait olduğu Güvenlik Diyaloğu adlı “Dörtlü’ ve ayrıca Hint-Pasifik’teki üç ülkenin birlikte olmak istediği Fransa gibi Avrupalı devletlerle de daha yakın fikir alışverişinde bulunuldu.

ABD, Avustralya’yı nükleer denizaltılarla donatıyor

ABD’ye göre ortaklık, siber ve yapay zeka, kuantum teknolojisi ve siber konular alanlarında da işbirliği sağlamasına rağmen, anlaşmanın odak noktası başlangıçta Avustralya’da nükleer enerjiyle çalışan denizaltıların inşasıdır. Anlaşma şartlarına göre ABD, Avustralya’ya ülkenin nükleer enerjili denizaltılar inşa etmesini olanaklı kılacak teknolojiyi sağlayacak. ABD ve İngiltere Avustralya’yı nükleer denizaltılarla donatıyorlar. Johnson’a göre proje, “dünyadaki en karmaşık ve teknik olarak en zorlu” projelerden biri olacak. Üç hükümet başkanı, planlamanın önümüzdeki 18 ay içinde başlaması gerektiğini açıkladı.

Her üç hükümet başkanı da denizaltıların nükleer silahlarla donatılmaması gerektiğine dikkat çekmek gibi bir ikiyüzlülük sergiliyor. Biden, “Bunlar nükleer güçle çalışan geleneksel denizaltılar” dedi. Ayrıca Avustralya, Tomahawk füzeleri de dahil olmak üzere ek askeri teçhizat satın alma planlarını açıkladı.

Çin: “Soğuk Savaş zihniyeti”

Paktın amacı ve hedefi açıkça Çin olsa da açıklamalarda bir kez bile ülkenin adı geçmedi. Ancak Çin’in Washington büyükelçiliği güvenlik anlaşmasını kınadı. Büyükelçilik sözcüsü Liu Pengyu, “Ülkeler üçüncü tarafların çıkarlarını hedef alan veya onlara zarar veren özel bir blok oluşturmamalı. Özellikle Soğuk Savaş zihniyetinden ve ideolojik önyargılarından vazgeçmeliler” dedi.

Fransa kızgın

Avustralya’nın Fransa ile halihazırda on iki denizaltı inşası için bir sözleşmesi vardı.  Morrison hükümeti, Fransız Deniz Kuvvetleri Grubu ile on iki denizaltının teslimatı için yapılan anlaşmanın sona ereceğini duyurdu. Fransız hükümeti, “acımasız ve öngörülemeyen bir karardan” dolayı “isyan” etti. Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın öfkesi hem Biden’a hem de Avustralya hükümetine yönelikti. Le Drian anlaşmanın ertesi günü (perşembe) yaptığı açıklamada, “Bu, Bay Trump’ın bu konuda izlediği yola çok benziyor” dedi ve “arkadan bıçaklanma”dan söz etti. Bunun, NATO müttefikleri arasında yapılmaması gereken bir şey olduğuna dikkat çekti.

Avustralya ile Fransız Hint-Pasifik stratejisinin en önemli ayağı olan stratejik ortaklık anlaşması imzalayan Fransa, Avustralya hükümetine olan güvenin sarsıldığını vurguladı. Avustralya’nın denizaltı işine tek taraflı son vermesi için öne sürdüğü gerekçeler inandırıcı bulunmadı. Avustralya’nın talebi üzerine Fransa, nükleer güçle çalışan denizaltılarını dizel motorlara dönüştürmek işini üstlenmişti. Fransa, kendisi gibi Avrupalı bir ortağı Hint-Pasifik’teki stratejik bir ortaklıktan dışlama kararını üzücü bulduğunu belirtti. 

ABD-Çin rekabeti

ABD ve Çin arasındaki gerilim, temelde dünyanın iki dev gücü arasında yaşanan ve giderek sertleşen emperyalist dünya hegemonya savaşının bir tezahürüdür. ABD, Çin’in dünyada artan etkisini durdurma ve yükselişinin önünü kesme çabası içindedir. Yapılan yeni güvenlik anlaşması da bu amaca hizmet etmektedir.

Anlaşma ile Biden, Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki çıkarlarına karşı koymak için Avustralya’yı Amerika’ya daha da yakınlaştırmak istiyor. Bölgedeki mevcut stratejik duruma tepki gösterilmesi gerektiğini söylüyor. Bunu, otokratik sistemler ile liberal demokrasiler arasındaki çatışma olarak sunuyor.