İçindekiler:

26 Temmuz 2022
Sayı: KB 2022/26

İşçi sınıfı içerisinde direnme eğilimi güçleniyor!
Sömürgeci saldırganlık ve Zaxo katliamı
"Tahıl Koridoru" anlaşması imzalandı
Ekonomik kriz ve sermaye düzeninin açmazları
BİK'in güçlenen sopası
Bu gemi kara bir bulut*
TPI'daki fiili grev üzerine
TPI işçisinden mesajlar...
Termokar işçileri...
DEV TEKSTİL 2022 yılı Genel Meclisi toplandı...
Sinbo'dan Pressan'a deneyim ve dersler
Demir-çelik sektöründe yaşananlar
Siyasal durum ve devrimci sınıf çizgisi
Almanya'da halk ayaklanması korkusu
Sri Lanka'da gerici rejim saldırıya geçti
Joe Biden Ortadoğu ziyaretinde...
13.Petersburg İklim Diyalogu
Dinci gericiliği durdurmak için örgütlü mücadeleye!
Kadın işçilerin emek ve onur mücadelesi
Üniversitelerde dönem baskı ve gericilikle kapatılmak istendi
Kapitalistlere af, öğrencilere katlamalı faiz!
Sermaye iktidarının şovenist histerisi
"Yerli-milli" söylemlerinin sahteliği
Kirli savaşlara karşı sınıf savaşı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sinbo’dan Pressan’a deneyim ve dersler

M. Serhat

 

İşçiler kendilerine dayatılan ücretli kölelik düzeninden bir biçimde rahatsızlık duyar. Hele ekonomik krizin bu kadar ağır olduğu bir dönemde, bu durum bir şekilde işçileri harekete geçirmeye mecbur bırakır. Elbette her sektörün koşulları, deneyimleri birbirinden farklı, mücadele biçimleri ve karşılarına çıkan sorun alanları yine birbirinden farklı olabiliyor. Metal işçileri tarihsel deneyimleri ve ekonomide tutulan yer itibariyle daha organize, planlı ve sonuç almaya kilitlenen biçimde davranmak zorundadır. İşçiler tek başına fabrikalarındaki sermayedarlarla mücadele etmiyor. Sermayedarlara hizmette sınır tanımayan, onların sınıf içindeki kâhyalık görevini yapan ücretli uşaklarıyla da mücadele etmek zorundalar. Öyle ki; fabrikalarda en ufak bir hak talebi bile tartışıldığında “patron bunu veremez”, “çok şey istemiş oluruz”, “patron bize ekmek veriyor” gibi asalak patronların bilindik söylemlerini bizzat sahipleniyorlar, bunu genel bir algıya dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunu başaramadıklarında ise öne çıkan işçilerin listesini sermayedarlara veriyorlar. Ya da üretimi arttırmak için insani değerlere, fiziki ve psikolojik koşullara aykırı uygulamaları tüm çalışanlara dayatıyorlar. Yani bilinçli ya da bilinçsizce kendi sınıfının çıkarını değil de asalak patronun çıkarını koruyabiliyorlar. Sınıf bilinçli öncü bir işçi kuşağı yaratamadığımız sürece sermayedarların her türlü dayatmasına boyun eğen, kişiliğine-kimliğine dönük saldırılara ses çıkarmayan, kendi davasının altını oyan işçi profiliyle uğraşmaya mecbur kalırız.

Bir diğer mücadele edilmesi gereken alan da asalak patronların temsil ettiği sermaye sınıfı ve kurumlarıdır. Başta kolluk kuvvetleri olmak üzere sermaye medyası, bakanlıklar ve tüm bu kurumlar işçi sınıfı ve emekçilerin karşısındadır. Çünkü sınıflı toplumlarda devlet sermayenin devletidir ve tüm kurumları sermayenin çıkarlarını korumak ve savunmak için vardır. Sınıflı bir toplumda bizlere yutturulmaya çalışılan “bizim devletimiz” kavramı ise tüm sermayenin çıkarlarını koruyan kurumları meşrulaştırmak ve gerçek işlevinin üzerini örtmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir.

Aynı biçimde bugün tüm kirli yüzü ve işlevi daha görünür olan sendikal bürokratik kastlar da sermayenin işçiler içindeki denetim görevini üstlenmişlerdir. İşbirlikçi-ihanetçi bürokratik kast ve anlayış, bugün tepedeki bir avuç sınıf düşmanı ile sınırlı değildir. Alt kademe sendika bürokratları, fabrika/işyeri temsilcilikleri ve bunların etrafında toplanmış geniş bir yelpazeden oluşmaktadır. Sınıfın bilincini ve kimliğini kötürümleştiren, sermayenin istediği gibi at koşturmasını sağlayan bu anlayışı parçalama mücadelesi de tam da bu bütünlükle ele alınmalıdır.

İşçiler başta ücret olmak üzere ağır çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek için sendikalaşıyorlar. Sonra bir şekilde sendika yetki alıyor ki bu da bir kazanım. Sendikalaşan işçilerin tabana dayalı örgütlülükleri yoksa devamı gelmiyor. Bazen devamı hüsran bile olabiliyor. Xioami’de olduğu gibi işçiler direnerek fabrikaya soktukları Türk Metal çetesinin asalak patronla listeler oluşturarak hayata geçirdiği işten atma saldırısına karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Birçok yerde sermayeye hizmette kusur tanımayan sendika isimli şebekelerin saldırılarına karşı bu sefer de sermaye-işbirlikçi sendika görünümlü şebekelerden kurtulmak için yol ve yöntem aramaya başlıyorlar. Öyle ki Türkiye’de sendikalaşma oranının bu kadar düşük olmasının bir sebebi de burjuva hukukun dahi hiçe sayılması olduğu kadar, bürokratik anlayışların işçilerin bilinç ve eyleminde yarattığı tahribattır. Kuşkusuz bunlar tek neden değildir, fakat bugünün koşullarında en belirgin olanlarıdır. İşçileri sendikaya davet edildiğinde geçmişte tanık olduğu ihanetçi sendika örneklerini öne sürerek mücadeleden geri durabiliyor. Ya da sendikayı kişisel çıkarına ulaşmanın aracı olarak görüp mücadele etme zeminini boşa düşürebiliyor. Devrimci sınıf sendikacılığı anlayışı tam da sermayeye olduğu kadar, sermayenin uzantısı olan bu anlayışlara karşı da açılmış bir mücadele bayrağıdır. Sınıf içinde tabana dayalı devrimci sınıf sendikacılığı anlayışını ve buna bağlı olarak fiili-meşru mücadeleyi yaygınlaştırmadıkça bu anlayışlar kendilerini sürekli ve yeni biçimlerde var etme zeminleri bulacaktır. Bu tablo bizleri zorlu görevlerin beklediğini bir kere daha göstermektedir. Sabırla, inatla ve her bir işçinin bilinci ve eylemini geliştirerek geleceği kazanma mücadelesini büyütmek günün en öncelikli görevlerinden biridir.

Devrimci sınıf hareketi yaratma iddiası söylemlerle değil pratikle olur!

Sinbo ve Pressan direnişi yakın dönemde devrimci sınıf sendikacılığı anlayışıyla hareket edilen mevzi direnişler olarak önümüzde duran iki örnektir. Sinbo’da karşımıza çıkan, aştığımız ya da aşamadığımız sorunlar sınıf mücadelesinde ön açıcı ders ve deneyimlerle doludur. Sınıf içinde hâkim her türlü geri bilinç ve anlayışla bir şekilde mücadele edildi. Fabrika içerisinde ve dışında işçileri harekete geçirmek için her türlü yol ve yöntem denendi. Asalak patronun devrimci sendikaya karşı yarattığı algı bir biçimde geri püskürtüldü. İşçi sınıfına dönük bir saldırı olan ücretsiz izin saldırısı Sinbo’da geri püskürtüldü ki son yılların hareketsizliği ve sınıfın edilgenliği (özellikle pandemiyle yoğunlaştığı) düşünüldüğünde Türkiye işçi sınıfına fiili-meşru mücadelenin önemini hatırlatan önemli bir kazanım oldu. Fakat ortaya konulan çabaya rağmen işçilerin önemli bir kısmının bir şeyler yapılması gerektiğini kavrasa bile harekete geçmemesi sermayenin sınıf üzerindeki çok yönlü etkisinin boyutlarını göstermesi açısından da önemlidir. Ayrıca Sinbo Direnişi pandemi döneminde gerçekleşen bir direniş olduğunu unutmamak gerek. Pandemi koşullarında devreye sokulan yasaklar vb. nedeni ile işçilerle yüz yüze toplantı, eğitim çalışması yapmanın olanakları da önemli ölçüde zayıflamıştı. Sermaye ve iktidarının pandemi döneminde estirdiği işten atma saldırısı, işçilerin işsiz kalma korkusu vb. de bunun üzerine binince sınıf bilinci ve birliği zayıf işçiler, her türlü dayatmaya boyun eğmek zorunda kaldılar. Bu durum tabana dayalı uzun soluklu örgütlülükleri inşa etmenin zorunluluğunu bir kere daha yakıcı biçimde göstermiş oldu.

Dün Sinbo’da aşılamayan sorunlar, bugün Pressan’da aşılabiliyorsa bu geçmiş deneyimden dersler çıkarılmasıyla mümkün olmuştur. Fakat bu başka sorunların önümüze çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Pressan Fabrikası’nın MESS üyesi olması, karşı karşıya kalınan saldırıların çok daha boyutlu olmasına neden olmuştur. Ayrıca burada MESS’in aparatı Türk Metal çetesine karşı da mücadele veriliyor. Buradan elde edilecek bir kazanım sınıfın başındaki en önemli saldırı şebekesi olan MESS-Türk Metal çetesi düzeninde önemli gedikler açmak anlamına gelmektedir. Yani Türkiye işçi sınıfının emek ve onur mücadelesini derinden etkileyecek sonuçlar doğuracaktır. Pressan Direnişi’nin önemini döne döne ilerici kurum ve kamuoyunun gündemine sokulmasına rağmen, Pressan’da sınıfımız adına verilen mücadeleyi başta küçük hesapları gözetmek üzere çeşitli gerekçelerle görmezden gelen anlayışlar var. Biz bu anlayışları ve küçük hesaplarını görüyoruz. Bunlar bırakalım bir kez ziyarete gelmeyi, bir destek mesajı ve paylaşım yapmaktan dahi aciz ve sınıf mücadelesinden kopuk anlayışlardır. Bunların “sol”, “sosyalist”, “mücadeleci” olma iddiaları boş laf yığını olmaktan başka bir anlamı yoktur. Hatta zeminini buldukları ölçüde sendikal bürokrasinin farklı bir versiyonu olmanın ötesine de geçememektedirler. İşçi sınıfının mücadelesini ileri taşıma iddiasını ortaya koymak kuru kuru şov yapmakla değil pratikle gösterilir. İstisnalar hariç sınıf iddialı sol kamuoyunun genel ilgisizliği sermaye cenderesini parçalamayı zorlaştırsa da buradan elde edilen deneyim ve kazanımlarla yarın daha sağlam adımların atılmasının zeminine dönüşecektir. Yakın dönemde yaşanan direnişler, grevler, fabrika işgalleri başlı başına deneyim ve derslerle doludur. Bu deneyimleri ayrı ayrı incelemek ve dersler çıkarmak işçi sınıfının mücadelesini ileri taşıma iddiasına sahip her sınıf devrimcisinin başta gelen görevidir.