15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 55. yıl dönümü...
Bugünlere de yol gösteren direniş!
Gelişen işçi sınıfı hareketini bastırabilmek amacıyla sermaye düzeni saldırıya geçmiş, “DİSK’in çanına ot tıkamak” için yasa hazırlamıştı. Ancak işçi sınıfın görkemli ayağa kalkışıyla saldırı püskürtülmüştü. İktidar grevlerle, direnişlerle, fabrika işgalleriyle gelişen işçi sınıfı hareketini dağıtmak için bir hamle yaptı. Hedef sadece DİSK değil, bir bütün olarak sınıf hareketiydi. Nitekim farklı işkolu ve sendika üyesi işçiler tarafından saldırı tam da böyle algılanmış, egemenlerin vurmak istediği pranga birleşik-kitlesel bir direnişle parçalanmıştı. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, birleşik karakteri, sınıfa karşı sınıf bakışı, kararlılığı ile hala da aşılamamış görkemli bir eylem olarak tarihe kaydedildi.
15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfının ülkede tuttuğu yerin, eylem kapasitesinin, yaptırım gücünün ve toplumsal yaşamda bir sınıf olarak öncü rolünün belirginleştiği bir olay olarak yaşandı. Kuşkusuz bu büyük eylem öncesi ve sonrasıyla bir dizi temel özelliği üzerine tartışma yürütülebilecek, dersler çıkartılabilecek, yol gösterici bir deneyim olabilecek yönler taşıyor.
İçinden geçtiğimiz şu ağır ekonomik, sosyal, siyasal kriz atmosferinde, kapsamlı yıkım saldırılarına karşı mücadelede izlenmesi gereken yolu, 55 yıl önce gerçekleşen bu görkemli direniş gösteriyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin içine hapsedildiği bunaltıcı atmosferin parçalanması için hareket noktasının nasıl olması gerektiği hakkında fikir veriyor. Sermaye düzeninin ideolojik, politik, ekonomik, sosyal saldırı dalgasının doruğa çıktığı bir evrede, işçi sınıfının bunu ancak topyekûn bir direnişle püskürtebileceği gerçeğine 15-16 Haziran direnişi ışık tutuyor. Saldırılara ancak işçi sınıfının birleşik, kitlesel ve kararlı mücadelesi ile karşı konulabileceğini gösteriyor.
***
İşçi sınıfı hareketi uzun süreden beri içinde bulunduğu zayıflık tablosunu aşamıyor. Sermayenin gerici ideolojik hegemonyasının derin etkisi altında bulunan işçiler, AKP-MHP rejiminin dayattığı ekonomik, sosyal ve siyasal kuşatma altında tutuluyor. Örgütlülük ve bilinç alanındaki zayıflıklar, sendikal bürokrasinin baskın etkisi bu geriliği besliyor ve bundan dolayı tablo giderek ağırlaşıyor. Ekonomik/sosyal yıkım saldırıları karşısında hak talepli eylemler yaşansa da bunlar kimi dönem yaygınlaşsa da etkili bir çıkışa dönüşemiyor. Ekonomik-sosyal talepler sınırında, fabrika ölçeğinde, parçalı ve dağınık çıkışlar olmanın ötesine geçemiyor. Bu tablo işçi sınıfı hareketini geriletiyor, dinci-ırkçı ideolojik etkinin kırılmasını zorlaştırıyor ve ekonomik-sosyal kayıpların artmasına zemin hazırlıyor.
Sermaye düzeninin işçi sınıfına yönelik bütünlüklü bir saldırı yönelttiği bu süreçte sınıf mücadelesini güçlendirilme ihtiyacı her geçen gün daha yakıcı hale geliyor. Bu ise son yıllarda gittikçe yaygınlaşan fabrika eylemlerinin, hak talepli direnişlerin güçlendirilmesinden, yaygınlaştırılmasından, giderek bu grev ve direnişlere birleşik bir karakter kazandırma çabasından geçiyor. Ekonomik-sosyal yıkım saldırıları, temel demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi, artan baskı koşulları, kısacası çok yönlü krizlerin tüm faturası temelde işçi sınıfına ve emekçilere yüklenmiş durumda. Bu saldırı furyası ancak faturayı ödemeyi reddeden bir bakış, örgütlenme ve mücadele çizgisinin sınıf kitleleri tarafından benimsenmesiyle püskürtülebilir.
İşçi sınıfının taban örgütlülüğüne dayalı iradesini güçlendirmek, hareketini geliştirip birleştirmek, mücadeleyi fiili-meşru bir zemine oturtmak yüklenilmesi gereken temel halkalardan biri. İşçi sınıfı, önünü tıkayan engelleri sınıfa karşı sınıf bakışıyla örgütlenip mücadele ederek aşabilir, kaybettiklerini geri alabilir, ideolojik-politik kuşatmayı kırabilir, sendikaları bürokratik kastın sultasından kurtarıp gerçek birer mücadele örgütü haline getirebilir, maruz bırakıldığı ekonomik/sosyal yıkım saldırılarını durdurabilir. Bu güç işçi sınıfının saflarında fazlasıyla var. 15-16 Haziran Direnişi bunu kanıtlayan bir büyük eylem olarak orta yerde duruyor. İleri-öncü işçiler, şu şıralarda grev ve direnişlerle hak mücadelesi veren sınıf bölükleri, bir kez daha bu görkemli işçi direnişinin deneyimlerine bakabilmeli, onun ışığında güncel mücadele yolunu yeninden çizmelidirler.
İzBB grevinin ardından!
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlü Genel-İş İzmir 1, 2, 3 ve 9 No’lu şubelerin, Toplu İş Sözleşmesi’nin tıkanması nedeniyle yedi gün süren grevi önemli sonuçlar ortaya koydu.
Genel-İş Sendikası, greve çıkmadan önce İBB Başkanı Cemil Tugay ve bürokratlarla defalarca görüşme talep etmesine rağmen muhatap alınmadığımız için, biz işçilerin başka bir seçeneği kalmamıştı. Haklarımız için elimizdeki tek silah olan hizmetten gelen gücümüzle, grev hakkımızı kullanarak haklı ve meşru biçimde greve çıktık.
Bu süreçte yaşananlar, iktidara yürüdüğü söylenen CHP’nin kendi belediyelerinde işçilere karşı yürütülen linç kampanyalarına sessiz kalmakla yetinmediğini; belediye başkanı ve bürokratları aracılığıyla bu kampanyaları bizzat örgütlediğini gösterdi. Söz konusu işçilerin hakları ve talepleri olduğunda CHP ile AKP arasında çok büyük bir fark olmadığını bu grev sürecinde bir kez daha gördük.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ve bürokratları, biz işçilerin üzerinde ciddi baskılar uyguladı. Mobbing gibi yöntemler denediler. “Sosyal demokrat” olduğunu söyleyen belediye başkanları, AKP ile aynı tutumu sergilemekte bir sakınca görmedi.
İşçi sınıfı, haklarını korumak ve geleceğine sahip çıkmak için en güçlü silahı olan üretimden gelen gücünü kullanır. Biz de öyle yaptık. Sınıf mücadelesi tarihi bunu gösteriyor. Bu, aynı zamanda uzun mücadeleler sonucunda elde edilmiş yasal bir haktır.Bizimle birlikte, açlığa, yoksulluğa ve sefalet koşullarında yaşamaya “hayır” demek için ülkenin birçok yerinde işçiler grevdeydi. Bizim grevimizde olduğu gibi, tüm grevlerde patronlar işçileri ayrıştırmak ve grevi kırmak için aynı argümanları kullanıyor. Ülkedeki krizin sorumlusu işçilermiş gibi gösteriliyor. Oysa ne belediyelerin borç batağında olmasının ne de ülke krizinin sorumlusu biziz.
Belki halka gerçekleri anlatmakta ve desteğini örgütlemekte yetersiz kaldık. Ama bundan sonra buna özel bir önem vermeliyiz. Bunun yol ve yöntemlerini mutlaka bulmalıyız. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ve bürokratları şimdiye kadar bu durumu etkili bir şekilde kullandı. Baskı ve çarpıtmayla haklı ve meşru taleplerimizi bastırmaya çalıştı.
AKP’nin yıllardır işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik saldırıyı planlı ve sistematik biçimde sürüyor. Böyle bir dönemde, işçilerin ve emekçilerin haklı taleplerine yönelik saldırılar nereden gelirse gelsin; sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının ve muhalif çevrelerin bu saldırılara karşı ortak bir duruş sergilemesi zorunludur. Genelde ve yerelde hakları için direnen işçi sınıfı, sınıf olma bilinciyle, programlı ve örgütlü bir tutumla mücadeleyi güçlendirmelidir.
İş yerlerinde, işçiler olarak artık kendi sınıf bilincimizle bu tür saldırılara karşı, bulunduğumuz her yerde örgütlü bir duruş ve kararlı bir tavır sergilemeliyiz. Aksi hâlde, işçi sınıfının bedel ödeyerek kazandığı haklara yönelik bu saldırılar devam edecektir. Ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik saldırıların yoğun olduğu bu dönemde, başka bir çıkış yolu yok. Kazandığımız hakları korumak ve sermaye partilerinin bize reva gördüğü yaşama karşı, işçi sınıfının devrimci-politik tavrını yaratarak mücadele etmeliyiz.
İzmir’den Genel iş üyesi bir işçi
|