Kokuşmuş sermaye düzeninin karanlık yüzü...
Susurluk ve çete devleti
3 Kasım 1996da yaşanan sıradan bir kaza ve kazayla ortaya çıkan sıra dışı ilişkiler. Sedat Bucak, Abdullah Çatlı ve Hüseyin Kocadağın kamyonun çarptığı mersedeste bir arada olmaları derin devletin kirli ve karanlık yüzünün bütün açıklığıyla ortaya serilmesini sağlamıştır.
Kazazedelerden biri DYP Şanlıurfa milletvekili ve Bucak aşireti lideri Sedat Bucaktır. PKKye karşı devlet yanlısı politika izleyen aşirete devlet çok çeşitli ayrıcalıklar tanımıştır. Bundan dolayı aşiretin her türlü kaçakçılık ve bireysel çıkarlar uğruna işledikleri suçlar göz ardı edilebilmiş ve her türlü silah ihtiyaçları karşılanmıştır.
İkinci kazazede ise eski İstanbul Emniyet Müdür yardımcısı Hüseyin Kocadağdır. Sisteme karşı her türlü muhalif güçlerin karşısında durmuş ve onlarca devrimcinin katledilmesinde büyük rol oynamıştır. Buna rağmen sırf Alevi olduğu için sermaye düzeni tarafından ilerici olarak yansıtılmaya çalışılmış ve negatif ayrımcılıktan payını almıştır.
Son kazazede ise faşist ülkücü mafya liderlerinden biri olan Abdullan Çatlıdır. MİTin yönlendirmesi altında çok sayıda devrimcinin katledilmesinde görev alan bu kanlı katilin sorumluluğunu taşıdığı en önemli olay Ankara Bahçelievlerde 7 TİPlinin katledilmesi olayıdır. Susurluk kazası döneminin başbakanı Tansu Çiller, "Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir" diyerek faşist çete reisi Çatlıyı sahiplenebilmiştir.
Devlet içerisinde her türlü karanlık gücün yer aldığı bir oluşum bulunmaktadır. Bu özel suç örgütü içerisinde yukarıdaki kişilerin dışında T. Çiller, Özer Çiller, Mehmet Ağar, MİT Müsteşar Yardımcısı ve Kontr-terör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Emniyet Genel Müdür Müşaviri ve Emekli yarbay Korkut Eken ve Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin de bulunmaktadır. Bu örgüt, devlet içerisinde kontr-gerillanın ölüm mangalarıyla dolaysız olarak bağlantılıdır. Bu faşist ölüm mangalarının temel görevi, rejim muhaliflerini kirli cinayetlerle, kaçırma ve kaybettirme yöntemleriyle yoketmektir. Susurlukta ortaya çıkan bu ölüm mangaları ağının ta kendisidir. Bu ağ mevcut devlet örgütlenmesinin organik bir parçasıdır ve onun kirli işler bölümünün uzantısıdır.
Bu kontr-gerilla yapılanması, sermaye devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Sermaye sınıfı ve devlet için devrimci akımlara ve toplumsal muhalefete karşı mücadele bu yapılanmadan bağımsız düşünülemez.
Kapitalist sömürü düzeninden sonra sosyalizmin geleceği tarihin bir yasasıdır ve sermaye düzeni de bunu çok iyi bilmekte, kapitalizmin kokuşmuş ve çürümekte olması, sermayenin korkuya kapılmasına ve kuyruğu sıkışmış bir köpek gibi azgınca saldırmasına neden olmaktadır. Bu saldırıları kimi zaman sivil faşistleri, polisi, jandarması, yargısı ve özel timleri ile kimi zamansa kendi burjuva yasalarını bile hiçe sayarak vahşice katlederek gerçekleştirmektedir.
Bu tür bir kontr-gerilla örgütlenmesi yalnızca Türkiyeye özgü de değildir. Bu örgütlenme dünya ölçüsünde emperyalist-kapitalist sömürü çarkını ayakta tutan dişlilerinden biridir. Daha çok CIA güdümlü olup, muhalefet hareketlerini etkisizleştirmek, olanaklıysa yoketmek amacıyla kurulmuşlardır.
Şimdilerde Türkiyenin ABye girmesi ile demokratikleşme palavraları ortaya atılmakta ve tüm bu faili meçhullerin, işkencelerin ve kaybedilmelerin son bulacağı hayali yayılmak istenmektedir. Yani bizzat emperyalizmin ürünü olan tüm bu örgütlenmelerin ve faaliyetlerinin çözümü yine emperyalistlerden beklenmektedir.
Bilinmelidir ki bozuk düzende sağlam çark olmaz. Çözüm ne bu suçluların devlet tarafından cezalandırılmasını beklemekte, ne de ABye girmektedir. Çözüm, tüm bu organizasyonların nedeni olan emperyalist-kapitalist düzenin ülkemizdeki ayağı olan işbirlikçi burjuvaziye ve onun devletine karşı işçi sınıfının yanında yer almak ve onun programı doğrultusunda örgütlü mücadeleyi yükseltmek, bu saldırıları boşa çıkartarak, yerine proletarya iktidarını kurmakla mümkündür.
Kahrolsun faşist sermaye iktidarı!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
|