İdealler, uğruna mücadele edildiği zaman
anlamlıdır
Brechtin sitemi kahramanlığa değil, ona ihtiyaç duyan toplumlaradır.
Yine de bu sitemde zorunlu da olsa kahramanlığın kabul edilmesi sözkonusudur. Kahramanlık kitlesel yaşandığı dönemlerde olağan bir eylem haline gelir.
Çünkü, bir sınıfın ya da halkın sadece öncüleri değil, ama aynı zamanda
gövdesi de kavgada yerini almış demektir. Böylesi bir tarihsel kesitte
kendini davaya adamak olağanüstü olmayabilir. Örneğin Pariste
barikatlarda savaşan Fransız proletaryası için ya da kitlelerin
mucizeler yarattığı Rusyada 1917 Şubat-Ekim devrimleri döneminde
olduğu gibi... Güncel bir örnek olarak; Filistinde siyonizmin
ölüm kusan namlularına karşı tereddütsüz direnen ve esaretten kurtulana
kadar direnişi sürdürme kararlılığı gösteren halk kitlelerinin durumunda
olduğu gibi. Bu ve benzer dönemlerde kavgada tereddüt etmek, kitlelerin
coşkun ve yaratıcı durumuyla çelişir, aynı zamanda aşağılanır. Ama işçi sınıfı ve emekçilerin çoğunluğunun suskun olduğu, saldırılara
tepki duymakla beraber bu tepkiyi örgütlü bir tarzda eyleme dökemediği
dönemlerde durum farklıdır. Zaman zaman hareketlilik olmakla beraber,
bedel ödemenin, özveriden kaçınmamanın bir onur olduğu ve saldırıları
püskürtmenin başka bir yolunun olmadığının henüz kitleler tarafından
kavranmadığı bir dönemden geçiyoruz. Geçici olan bu dönemlerde, eşit
ve özgür bir dünya uğruna tereddütsüz ve coşkuyla kendini adama ancak,
önde gidenlerin üstlenebileceği bir misyondur. Burjuvazinin tahakküm aracı olan devletin iğrenç uygulamalarını tanımlamakta
dilin yetersiz kaldığı bir ortamda, kirli, yapışkan ve boğucu sessizlik
havasını parçalayıp dağıtmak için, sınıfsız, sömürüsüz bir gelecek özlemiyle
yanıp tutuşan çok sayıda yüreğin, fiziki olarak da olsa durması kaçınılmaz
hale gelmektedir. Kanlı egemenliğini ayakta tutmak için kendi türünü yemekten kaçınmayan
burjuvazi ve onun paralı yalakaları, başlattıkları topyekûn saldırıyla
geniş emekçi kitleleri birbirinden ayırıp, her birini tek başına bir
hücrede bitkisel hayat süren yaratıklara dönüştürmek istemektedirler.
Böylesi bir insan yığınını sömürmek de, yönlendirmek de kolaydır. Ancak
bu kirli planın önünde ciddi bir engel vardır. Bu engel ne pahasına
(Ulucanlar, Burdur, Bergama, 19-21 Aralık vb.) olursa olsun aşılmalıdır.
Bu engeli aşmanın yolu, idealleri ve onurları uğruna hiçbir özveriden
kaçınmayan devrimci tutsakları hücrelere kapatıp izole etmek ve işkencenin
de katkısıyla bu değerlerden vazgeçirmekten geçmektedir. En azından
böyle sanmaktadırlar. Ancak bu kalleş hesap tutmadı. Devrimci tutsakları katliamdan geçirip,
zorbalıkla hücrelere attıkları halde başaramadılar. Kendi öncü misyonları
ve saldırının sınıfsal anlamının farkında olan devrimci ve komünist
tutsaklar, temsil ettikleri işçi sınıfı ve emekçilere layık olmaktan
bir an bile geri durmadılar. Bunun bedelinin ağır olacağını bilerek.
Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan yeni
bir yaşam kurma mücadelesi verenlerin ölümü yüceltmek, ya da ucuz kahramanlık
yapmak gibi sorunları elbette olamaz. Ama onlar, onurdan ve gelecek
özleminden arınmış, fiziksel bir yaşamı doğal olarak horgörür ve reddederler.
Eğer bu reddetme kararı kahramanca davranmayı gerektiriyorsa ve zindan
gibi inançlar ve bedenler dışında bir silahın olmadığı bir ortamda,
bedenleri ortaya koymak gerekiyorsa; yaşamları kadar sade bir şekilde
bağrına mührünü basarlar fetvanın ve basıyorlar. İnsan emeğini yağmalayandan arınmış bir dünyada, insanların daha güzel
ve mutlu bir yaşam sürmesi uğruna verilen kavgada kendi yaşamını feda
etmeyi anlamayanlar, insan yaşamının öneminden bahsedebiliyorlar. Bunlar
kendilerine aydın diyorlar ya da kendilerini muhalif olarak görüyorlar.
Gerçekte kendilerini nasıl gördüklerinin bir önemi yoktur. Onlar bu
düzene uyum sağlamışlar. Kurulu düzenle çatışma yeteneğini yitireli
yıllar olmuş. Dünyaya, bütün gözeneklerinden kan ve irin fışkırarak
gelen sermayenin egemenliğinden başka bir anlama gelmeyen bu düzenle
çatışanları yadırgar ve rahatlarının bozulmasından korkar hale gelmişlerdir.
Bu korkularını yaşamın kutsallığı ya da intihar eylemi
söylemleriyle örtmeye çalışmaları onları daha da batırıyor. Kimileri
idealsiz olabilirler. Umutsuzluğa kapılıp egemen sistemle uyumlu hale
gelebilirler. Hatta bunlar tanınan simalar oldukları zaman egemenler
onlara kırıntıları da atabilirler. Bu onursuzluk ve düşkünlük onlara
aittir. Buna bir şey diyemeyiz. Ama ne emekçilere gelecek özleminden
vazgeç demeye, ne de bu gelecek uğruna mücadele edenlere, bu müadeleden
geri durun çağrısı yapmaya hakları yoktur. Gerçeği söylemekten korkanlar,
dillerini tutmasını öğrenmek zorundadırlar. Sömürü, zulüm ve yalanın kokuşmuş karanlığından kurtulma
kavgası, öyle nasihatla, tehditle ya da şiddetle durdurulamaz. Bu kavga
toprağın derinliklerinden, yaşamın ortasından her gün ve her saat yeniden
fışkırmaktadır. Çünkü onu gerekli dahası zorunlu kılan, yaşadığımız
hayatın ta kendisidir. Tarih bir lokomotif hızıyla ilerlemiyor olabilir. Ama bu tarihin her
zaman böyle ağır aksak ilerleyeceği anlamına gelmez. Başkasından bir
adım önde olanlar, tarih bir lokomatif hızıyla ilerlemeye başladığı
zaman, onun doğru hedefe ulaşabilmesi için raylarını döşemiş olmalıdırlar.
Bunu başarmak için kahramanlık mı gerekiyor? Onlar ki bu
dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar. Ama aynı zamanda
dünyanın son umududurlar (A. Telli). Çünkü;
Mayısın ilk gününde
Rahime Henden
Toprak kokuyor sabah
A.Yılmaz |
|||||