11 Ekim'03
Sayı: 2003 (03)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan jandarmalığını kabul etmeyeceğiz!
  Irak'ta işgal taşeronluğu, içerde işçi ve emekçilere yönelik saldırılar
  Emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı Irak halkının direnişini destekleyelim!
  Savaş ve işgal karşıtı eylemlerden...
  Tezkere geçti... Sıra işgale ortak olmaya geldi!
  İşbirlikçi takımı hesap verecek!
  Savaş ve işgal karşıtı eylemlerden...
  Türk-İş ağası S. Kılıç ihanetlerine devam ediyor...
  Fanset işçileriyle ve sendikacılarla konuştuk...
  Sınıftan haberler...
  Savaşa karşı mücadelenin yeni dönemi
  45 milyonla sürdürülen eğitim...
  Ekim Gençliği'nin çalışmalarından...
  Özgürlük için kalemiyle savaşan Filistinli bir aydın: Edward W. Said
  İzmir Eğitim-Sen şubeleri toplantısı...
  Petrol-İş Genel Kurulu yapıldı...
  İsrail savaş uçakları Suriye'yi bombaladı...
  Bir tezkere ve sonrası...
  Bültenlerden...
  Ölen işçi bir babanın ardından...
  İmparatorun gemisine yakıt olmayalım
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sadaka değil insanca yaşamaya yeten
asgari ücret istiyoruz!

Hak verilmez alınır! Kazanmak için mücadeleye!

Hepimiz İMES ya da OSB’de çalışıyoruz. Evimize üç-beş kuruş götürmek için her türlü kötü çalışma koşuluna “evet” diyoruz. 10 saatten aşağı çalışanımız var mı? Birçoğumuzun sigortası bile yok. Olanlarınki de eksik ödeniyor zaten. Zorunlu fazla mesailerle, kısacık öğle paydoslarıyla hayatımız makine başlarında öğütülüyor. Servis imkanının, çay paydoslarının, sağlıklı-güvenli çalışma koşullarının olduğu yerler ise parmakla sayılacak kadar az.

İşçilere sefalet, patronlara sefahat

Tüm bunlara ve kölece çalıştırılmamıza rağmen, ücretlerimiz hala çok düşük. Asgari ücret “açlık sınırının” yarısı bile değil. Temmuz’da yapılması gereken zam, aylar geçti ama neredeyse İMES’in hiçbir atölyesinde yapılmadı. Patronların uşağı olduğunu kanıtlayan AKP hükümeti de henüz asgari ücret komisyonunu toplamadı. Ama sıra hortumcuya, vurguncuya gelince hazinenin kasaları sonuna kadar açılıyor. Hayat pahalılığı ya da zamlar hiç durmuyor; benzine, tüpe, una, yağa, şekere on kere zam geldi. Hayat standardımız on kat daha düştü. İşçi sendikalarının yaptığı araştırmaya göre açlık sınırı 500 milyonu, yoksulluk sınırı 1 milyarı geçmiş durumda. Yani açlık sınırının bile altında yaşıyoruz. Düşünün, bir ailede 4 kişi çalışsak bile yoksulluk sınırını aşamıyoruz.

Bizlere bunları reva gören patronlar ise, zevk ve sefa içinde yaşıyorlar. Milyarlık arabalar kullanıyor, lüks evlerinde bizim emeğimizi, alınterimizi sömürerek keyif çatıyorlar. Sıra işçilerin ücretlerine gelince ya işleri kötüdür, ya krizdedirler ya da iflas etmek üzeredirler!

Yıllardır kriz bahanesinin ardına sığınıyorlar ama ne hikmetse lükslerinden hiçbir şey eksilmiyor.

Peki bu yaşadıklarımız kader mi? Birçoğumuz bu yaşantıyı olağan sayıyor, “böyle gelmiş böyle gider” diyor, kader olarak görüyor. Fakat bu kesinlikle doğru değil.

Patronlar örgütlü,
her işçiyi kendi bacağından asıyorlar

Patronlar bir sınıf olarak hareket ediyorlar. Birinin başına bir iş gelse, biri bir sorun yaşasa, bütün patronlar ona sahip çıkıyorlar. Tek tek bunu yapmalarına bile gerek yok. Çünkü tümüyle patronların çıkarlarının koruyucusu ve kollayıcısı olan sermaye devleti, hepsinin yerine bunu düşünüyor. Temsilcisi olduğu sınıf daha iyi sömürebilsin, daha fazla semirebilsin diye elinden geleni ardına koymuyor. Her bir atölyede parça parça bizlere dayatılan kölelik koşulları, sermaye devleti tarafından kölelik yasası olarak çıkarıldı. Biz işçi ve emekçilerden toplanan paralar, güya hepimiz adına İMF’den dilenilen krediler patronlar sınıfının kasalarına hortumlandı. Şimdi gene patronlar Irak’ta ihale alabilsinler, 8.5 milyar dolarlık sadakayı afiyetle yiyebilsinler diye sınıf kardeşlerimiz Irak’ta ölmeye ve öldürmeye gönderiliyor. Kısaca patronlar sını birlikler, dernekler, sendikalar, kulüpler ve en sonu devletleri sayesinde bize her türlü kölelik koşulunu dayatıyor, iliklerimizi kurutuyorlar.

Buna karşılık biz işçiler ne yapıyoruz? Çoğu yerde çareyi tek tek kendi başımıza arama yolunu seçiyoruz. Çünkü bize daha doğuştan itibaren, yine patronların çıkarına hizmet eden eğitim sistemi, medyası, evimize-mahallemize dek uzanmış tüm kurumları tarafından “her koyun kendi bacağından asılır” mantığı aşılanıyor. Yağcılık, yalakalık, köşe dönmecilik özendiriliyor. Zaten güdük olan örgütlenmelerimiz, sendikalarımız hem içerdeki sermaye uşakları tarafından, hem devlet eliyle kötürümleştiriliyor, baskı altında tutuluyor, dağıtılıyor. Böylece patronlar bize istedikleri her koşulu, her kuralsızlığı keyiflerince dayatıyorlar.

Hak kazanmanın yolu
sınıf mücadelesinden geçer

Bu gidişata daha ne kadar suskun kalacağız? Artık suskun kalmamız mümkün değil. Birçok işyerinde işçi arkadaşlarımız düşük zamlara veya zam yapılmamasına tepki olarak işten ayrılma yolunu tuttu. Ama bu bireysel tutumlar kimi kurtarabilir ki? Elbette hiç kimseyi! O halde hakkımızı “Ahmet, Mehmet, Ali” olarak değil, örgütlü bir sınıf olarak, işçi sınıfı olarak aramalıyız.

Patronlara ve devletine kalsa hiçbir zaman insanca yaşamaya yetecek bir düzeyde zam yapmazlar. Ayrıca zaten düşük olan ücretlerimize yapılacak olan, üç-beş kuruş zam da enflasyon içinde eriyip gidiyor. Ücret zammını onların insafına bırakmayalım. “Zam dönemi” olsun ya da olmasın, ücretlerimizi, çalışma ve yaşam koşullarımızı düzeltmek için harekete geçelim. Zira sömürü dönemsel değil, süreklidir. Enflasyon, temel ihtiyaç maddelerine yapılan zam ve vergiler, hak kayıpları geçici değil süreklidir. Açlık, sefalet, yoksulluk içinde her geçen gün eriyor, yok oluyoruz. Nereye kadar sessiz kalarak bu saldırılara boyun eğeceğiz?

Birçok arkadaş, öyle şey olur mu, patrona karşı gelinir mi, sonra işimizden oluruz alimallah diye düşünüyordur. Ama unutmayalım, “tavşan kaçtığı için korkar!” Tavşanın hiç değilse başını koyacağı bir ini var! Ya bizim? Artık ne korkmaya, çekinmeye zamanımız var, ne de kızıp küfür etmekle bir şey kazanabiliriz. Hiç kimse “al sana hak” demez, ancak mücadele ederek, örgütlenerek hakkımızı alabiliriz. Kendi işyerlerimizde işçi arkadaşlarla konuşup, iradelerimizi ve gücümüzü birleştirelim, patronun karşısına çıkalım. Hepimize insanca yaşamaya yeten bir ücret talep edelim, çalışma koşullarımızın düzeltilmesini isteyelim.

İMES–OSB işçisi arkadaş; “Tüm işçilere, insanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret” talebini yükselt! Zamları patronların insafına bırakma! Örgütlenip sermayenin karşısına çık, hakkını al!

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

(İMES İşçi Bülteni’nin
Ekim ‘03 tarihli 3. sayısından...)



Biraraya gelelim, derneğimizi kuralım...

Örgütlü mücadeleye sen de bir soluk kat!

İMES işçisi arkadaş,

İşçi sınıfının 150 yıllık tarihi kazanımları bir bir değil, artık toptan yokediliyor. Esnek çalışma yasalaştı, fazla mesai paralarımız ödenmiyor, sigortamız yapılmıyor, iki günlük hafta sonu tatilimiz gaspedildi. Bize dayatılan ücretler üç kuruşu geçmiyor; ancak sefalet içinde sürünmemize yetiyor. Sendikalaşmak ancak dişe diş bir mücadeleyle mümkün. Çalışma saatlerimiz ise sürekli uzatılıyor. Bizleri adeta Ortaçağ köleleri durumuna getirdiler.

Peki, kim bunlar? Tüm bunları bize nasıl dayatıyorlar, bu güçlerini nereden alıyorlar? Bunlar sermaye sınıfı, bunlar burjuvalar, bunlar patronlarımız; yani emeğimizi sömürerek bizim sırtımızdan kazananlardır. Evet onları bugün bulundukları konuma getirenler bizleriz. Biz işçi sınıfıyız. Yaşamı var eden biziz, tıpkı patronları var ettiğimiz gibi. İşte bu nedenle dünyayı değiştirecek, bu durumu tersine çevirecek olan da ancak ve ancak bizler olabiliriz. Ama nasıl?

Sermaye sınıfı, yani patronlarımız örgütlü, sürekli kendi ideolojilerini aşılayan medyasıyla, sesimizi çıkardığımızda tepemize çöreklenen polisiyle, askeriyle ve istediği her türlü yasayı çıkarabildiği (kölelik yasası, işverenlere sigorta prim affı, vb.) meclisi-hükümetiyle tepeden tırnağa örgütlü. Bundan hiç kuşkumuz olmasın. Kuşkusu olan İMES’e baksın; görünüşte sıradan bir sanayi sitesi. Burada İMES patronlarının derneği var ve her ay düzenli olarak toplanıyor. 5 kapısı olan İMES’te 20 civarında güvenlik görevlisi ve sayısız sivil polis var. Ve şunu düşünün; İMES’te neden hiç sendikalı işyeri yok?

Patronlar tüm bu saldırıları hayata geçirmede çok başarılı. Çünkü örgütlüler ve birlikte hareket ediyorlar. Bizim de işçi olarak yapmamız gereken tam da budur: Örgütlenmek ve birlikte hareket edebilmek!

İMES’te ve çevremizde bu örgütlülüğü yaratmak mecburiyetindeyiz. İMES Bülten’i senin sesin, hepimizin sesi. Bülteni çıkaran bilinçli işçiler olarak, sınıf bilincini yaygınlaştırmanın yanı sıra, temel hedefimizin örgütlenmek olduğunu, İMES’e sendika getirmenin bir ön çalışması olarak bir işçi derneği kurmak istediğimizi belirtmiştik. Çalışmalarımıza bu yönde hız verdik. Çeşitli işyerlerinden arkadaşlarla biraraya gelip sorunlarımızı ve çözüm yollarını tartıştık. Bunları önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz. Bülteni de bu derneği kurmanın bir aracı olarak kullanmaya çalışıyoruz. Sen de bu mücadelede kendi sınıf kardeşlerinin yanında saf tut. Bu mücadeleye destek ver. Örgütlenip mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yok. Ancak örgütlenirsek zanabiliriz. İMES ve çevresinde buluşabileceğimiz ortak bir mekana böylesi bir dernek sayesinde kavuşabiliriz. Gel, bu çalışmaya katıl, örgütlü bir yaşam kurma mücadelesine sen de bir soluk kat!

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Sınıf bilinçli bir işçi

(İMES İşçi Bülteni’nin
Ekim ‘03 tarihli 3. sayısından...)