Bush, Saddam Hüseyinin sürgüne gitmeyi kabul etmesinden memnuniyet duyacağını belirtti. Powell da Irak liderinin savaş suçuyla yargılanmayacağı güvencesi vererek seçtiği ülkeye nakli için özel bir uçak tahsis etmeye bile hazır olduklarını açıkladı. Saddam ve ailesine yönelik ABDnin bu sürpriz çıkışının sebebini bilemiyoruz. Oysa Bushun önceki bütün açıklamaları, Saddamı terörle, halkından binlerce evladını öldürmekle suçlayıcı ve yargılanması için özel mahkeme oluşturulması yönündeydi. ABD ne zamandan beridir en önemli müttefiklerinin (düşmanı değil) hayatlarının geri kalanını emniyetli bir sürgünde geçirmelerine yardımcı olmakta? Yoksa ABDnin Ortadoğudaki en güvenilir adamı İran Şahının hikâyesini unuttuk mu? ABD yönetimi kanserden tedavi gördüğü hastaneden Şahı çıkarmıştı, ancak Mısır lideri Enver Sedatın misafirperverliği olmasaydı bütün kapıların yüzüne kapatılması sonrası dünya havaalanlarındaki transit salonlarında korkudan ölecekti. İran Şahı, Amerikada Humeyniden daha fazla nefret edilerek öldü. Şahın, Kahireye indiğinde Sedata ağlayarak söylediği ilk cümle şuydu: ABD benim ülkelerinden çıkarılma operasyonuma hile/kazık operasyonu adını vermiş. Bugünlerde ABD yönetiminden gelen sürgün talepleri, bu düşünceyi iki ay önce sunan Arap rejimlerinin doğrudan Beyaz Sarayın yönlendirmesiyle ve belirlenmiş, çok iyi hesap edilmiş komplo planı çerçevesinde hareket ettiklerini ortaya koyuyor. Irak lideri asla ülkesini terk etmez ve Ciddede eski Uganda lideri İdi Amin ile birlikte en azından Başkan Bushu bu mutluluktan mahrum bırakana kadar golf oynamaz. Ayrıca ülkesinin başkentine ilk füzenin düşmesi sonrası ve ilk Amerikan tankının sırtında dönmek umuduyla kurtulmayı isteyen diğerleri gibi asla kaçmaz. Tam 40 gün ardı ardına Harun Reşidin başkenti yüz binlerce ton bombaya maruz kaldı, ama ne Irak lideri ne de en yakın yardımcıları ülkeyi terk etti. Baba Bushun çöl fırtınası sonrası Saddamın bittiği yollu iddiaları yalanlandı, bu sefer de oğul Bushun iddiaları yalanlanacak. Çünkü bu haberler esasen Irakı ve Arapları tanımayan insanların öğüt ve beklentilerine dayanmakta. Peki niçin ABD Başkanı Johnson, Vietnam felaketi nedeniyle gitmiyor? Niçin Clinton, Monica skandalı dolayısıyla özür dileyerek ülkesini terk etmiyor? Sonra niçin Başkan Bush ve yardımcısı Cheney, Enron şirketi davasında rüşvet skandalına adlarının karışması ardından istifa etmiyor? Herkes biliyor ki bu skandalların üzerini örtmek ve bakışları başka tarafa çevirmek Iraka karşı savaşın yapılma sebebi... Bush, propaganda savaşını kaybetti ve vatandaşlarını ilk kurşunu ateşlemeden önce Iraka yönelik çizdiği saldırı hususunda ikna etmekte başarısız oldu. ABD halkı bu savaşı haklı gerekçelere dayanmayan bir savaş olarak görmekte. Amerikalıların yarısı barışçıl çözümden yana. ABDnin Irak lideriyle Usame bin Ladinin Kaide örgütü arasında bağlantının varlığını yinelemek gibi bir pehlivan üslubuna sığınması bu yüzden. Blairin papağan gibi bu iddiaları tekrarlayıp durması bir ironiydi. Birkaç hafta önce Irakın 11 Eylül olaylarına karıştığına dair bir delilin bulunmadığını açıklayan kendisiydi çünkü. Bush, Saddam ile Kaide arasında bağlantı bulunduğu iddialarını tekrarlayarak Amerikan halkının korkularını harekete geçirmeyi ve uluslararası sempati elde etmeyi hedefliyor. Ancak herkesin bildiği bu oyun ABD içerisindeki ve dışındaki bazı saf insanlardan başkasını ikna edemez. Savaş kararı çoktan çıktı ve ABD başkanı meşru örtü olmaksızın, ülkesine karşı tırmanan küresel öfkenin ortasında savaşa gireceğinin idrakinde. Bu yüzden endişe ve korku dolu. Arap müttefiklerinin Irak liderini sürgüne ikna edip kendi krizinden çıkmasına katkıda bulunmasını istemekte, ama istediğini beklediği kolaylıkta asla elde edemeyecek. Irak halkı ülkesini savaşmadan Busha kolay bir lokma olarak sunmaz. Bu gerçeği anlamak için tarihte cereyan eden bir olaya işaret etmek yeterli. Suriyeli komutan general Yusuf El Ezma zamanın savunma bakanının, Fransanın silah ve donanım açısından ürkütücü derecedeki üstünlüğü sebebiyle direniş gösterilmemesi yolundaki tavsiyesini, Gelecek nesiller bizim hakkımızda ülkemizi direniş göstermeden teslim ettiğimizi söyletmeyi kabul edemeyiz diyerek geri çevirmişti. El Ezma, Arap ve İslam tarihine altın harflerle girerken hiç kimse o hain teslimiyetçi savunma bakanını hatırlamamakta. Abdulbari Atwan (Londrada yayımlanan El Kudüs gazetesi
Doğrular ve yanlışlar... Bir gün Savaşa hayır ve Bizim için bağlayıcı olan BM güvenlik konseyi kararıdır diye yattık, ertesi sabah Savaşın başında yer tutmazsak sonunda masaya oturamayız diye uyandık. Dünya, son 24 saattir, ABD dışişleri bakanı Colin Powellin BMye sunduğu yeni sözde kanıtları konuşacak; biz ise bir bütün günü Ne oldu da politika değişti? sorusuna cevap arayarak geçirdik... Türkiye, önceki günden beri, Irak konusunda yeni bir politik çizgiyi benimsemiş bulunuyor. Bu çizgi, Başbakan Abdullah Gülün geliştirdiği barış inisiyatifi ile taban tabana zıt. Başbakan Gül, aynı gün, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney ile, telefonda yaptığı, Yabancı asker konuşlandırma yetkisini ancak bayram sonrası Meclise sunabiliriz pazarlığını, barışa hâlâ şans var diye düşündüğü için yapmış olmalı. Oysa, savaşın ahlâkî yönden yanlış olsa da siyaseten doğru olduğu söylendikten sonra, o pazarlığa hiç gerek yoktu. Yeni durum temel doğruları değiştirmiyor... İlk doğru, Türkiye Hayır dediği ve kolaylık sağlamaya karşı çıktığı sürece, ABDnin Iraka yönelik niyetlerini gerçekleştiremeyeceği gerçeğidir. Basra Körfezinde ve etraftaki Arap ülkelerinde yüzbinlerce asker, yüzlerce uçak bulundurması bir anlam taşımıyor ABDnin; karacı güçlerle Kuzeyden de bir cephe açması zorunlu. Bizim Hayır dememizin kıymet-i harbiyesi yok; savaş nasıl olsa başlayacak, fırsatı kaçırmayalım görüşü bu yüzden yanlış... İkinci doğru, Washingtonun, Ankaradan, ülkenin her tarafını bir askerî üs gibi kullandırmasını istediğidir. Limanlar, havalimanları, Doğuda (muhtemelen Diyarbakırda) kurulacak dev bir yeni üs... Askerinin bir kısmını transit olarak Iraka taşısa bile, epey bir miktarını Türkiyede bırakacak ABD. Fazla uzun sürmeyeceği her halinden belli savaştan sonra da, çok sayıda Amerikan askeri (bu sayı 40 binin üzerine çıkabilir), Türkiyede kalmaya devam edecek... Afganistan operasyonu sırasında Pakistanın bile ABDye göstermeye yanaşmadığı bir kolaylıktır bu. Afganistanda konuşlanmış Amerikan askerlerinin, bazen sıcak tâkip için Pakistana girmelerinin sıkıntılara sebep olduğu düşünülürse, Irak savaşı sonrası Türkiyede meydana gelebilecek sorunlar tahayyül edilebilir... Üçüncü doğru, bazılarının göstermeye çalıştıklarının tersine, ABDnin, Türkiyeyi savaşın tarafı bir muharip güç olarak görmediğidir... 1991de, kuzeyden ikinci cepheyi Türkiyenin açması söz konusuydu; Turgut Özalın planı dönemin Genelkurmay başkanı tarafından değil ABD tarafından bozuldu. Bugün de, ABD, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Iraka girmesini, Kuzey Irakta nâzım bir rol oynamasını istemiyor. Güneye kaydırılan birliklerimiz, göreceğiz, orada kalmaya devam edecekler. Bu sebeple, Kuzey Irak bizim ilgi alanımız, savaştan uzak durursak arzu etmediğimiz gelişmeler yaşanabilir yaklaşımı bir safsatadır... Dördüncü doğru, ABDnin savaş sonrası hesaplarında, bölgeye vereceği yeni biçim için, Türkiyenin herhangi bir belirleyici yeri ve rolü bulunmadığıdır. ABD, bölgeye sadece petrolü için gelmiyor; Washington, Roma İmparatorluğunu günümüzde canlandıracak yeni bir dünya düzeni peşinde... O düzende, ABD ve İngiltere dışındaki ülkelere söz hakkı yok; Avrupa bile fotoğrafın dışında... Washington, 1991de olduğu gibi, bir ittifak cephesi oluşturmuyor... Bu yüzden, Savaşın başında yer almazsak paylaşım masasında yerimiz olmaz görüşü boş bir hayaldir... Bütün bu mülâhazalara rağmen, Türkiye, başka çıkar hesapları yüzünden, yine de savaşa girebilir; ancak bu, anayasal (m. 92) bir gereklilik olan, Ak Parti yetkililerinin de baştan beri savunageldikleri uluslararası meşruiyete zemin teşkil edecek BM güvenlik konseyinin yeni bir kararı sonunda olabilir... İtirazcı ülkelerin hepsi Türkiye gibi ikna edilebilse dahi, o kararın çıkması en az iki hafta alacağına göre, Türkiyeyi ABDnin savaşına şimdiden bu denli sıkı sıkıya bağlamanın anlamı nedir? Herhalde bir anlamı olmalı, ama ne? Fehmi Koru |
|||||