12 Temmuz'03
Sayı: 27 (117)


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklığı sindirenlerin uşak muamelesinden yakınma hakkı olamaz!
  İŞKUR yasası Meclis'ten geçti...
  "Stratejik uşağın" kırılan "onur"u!
  Sağlık emekçilerinin işgüvencesi ortadan kaldırılıyor...
  "Reform" adı altında sağlık hizmetleri özelleştiriliyor
  Herkese parasız, yaygın ve eşit sağlık hizmeti!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Birleşik Metal-İş Sendikası 1 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil 1 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı
  KESK'in evrimi: Fiili- meşru mücadeleden yasaların ardına/2
  Ekim Gençliği'nden...
  Geleceğimiz için elele mücadeleye!
  Emperyalist tehditler yeniden İran üzerinde yoğunlaştı
  "Yol haritası" ve son gelişmeler
  Emperyalist işgalciler Irak direnişi karşısında çözüm ve çıkış bulamıyor
  Uzanları bitirmek için İmar Bankası'na el konuldu...
  Faşist rejim zindan cephesinde tecridi ağırlaştırıyor ve yeni saldırılara hazırlanıyor
  Direnişteki Ağartıoğlu deri işçileri kardeşlerimize...
  Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi'nin 1. kuruluş yılı etkinliğin yüzlerce emekçinin katılımıyla gerçekleşti...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sağlık emekçilerinin işgüvencesi ortadan kaldırıyor...

Sırada tüm kamu emekçileri var...
Saldırılara karşı birleşik mücadele!

Bir süreden beri basına hükümetin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin sağlık personeli ihtiyacını karşılamak amacıyla 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında personel almak yerine, “özendirici” miktarda ücretle sözleşmeli personel almaya hazırlandığı haberleri yansıyor. Bu uygulamayla Sağlık Bakanlığı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 25 ilde, 21 bin 675 sözleşmeli sağlık personeli istihdam edecek. Söz konusu 25 ildeki sağlık personeli kadrolarına sözleşmeli personel atanabilmesi için bakanın onayı yeterli olacak. Hizmet sözleşmelerinin uygulanma süresi, mali yıl ile sınırlı olacak. Bu uygulamanın yasal zeminini hazırlayan “eleman temininde güçlük çekilen yerlerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırılmasını öngören” yasa tasarısı TBMM Sağlık, Aile, Çalışma vSosyal İşler Komisyonu’nda kabul edildi.

Tasarı ne götürüyor?

Tasarının birkaç maddesi dahi çalışanların iş güvencesi ve sosyal hakları konusunda nasıl bir uygulama ile karşılaşacağını gözler önüne seriyor. Tasarıya göre, sözleşmeyle çalıştırılacak personelin, devlet memuru olmaya ilişkin genel şartları taşıması zorunlu olacak. Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar, sözleşmeli personel olarak istihdam edilemeyecek.

Uzman tabip, tabip, diş tabibi ve eczacı pozisyonlarına her türlü atama kurayla, diğer sözleşmeli personel pozisyonlarına ise merkezi sınavla yapılacak. Daha önce devlet memurluğu hizmeti bulunanlar, halen devlet memuru olarak çalışanlar, diğer personel kanunlarına tabi olanlar ile bu kanuna tabi olarak istihdam edilip de hizmet sözleşmesini feshedenler veya sözleşmesi feshedilenler de, sınavla atanması öngörülen pozisyonlara ancak merkezi sınavla atanabilecek.

Sözleşmeli personel, 2 ay önceden yazılı ihbarda bulunmak şartıyla sözleşmeyi tek taraflı olarak feshedebilecek. Bakanlık da koşullara uymayan personele ilgili sözleşmeyi 1 ay önceden yazılı ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilecek. Sözleşmesi feshedilenler ile hizmet sözleşmesini feshedenler, 2 yıl geçmedikçe yeniden sözleşmeli personel olamayacak. Kesintisiz 10 yıl süreyle sözleşmeli personel olarak hizmet etmiş ve bu süre içinde ceza almamış olanlar, sicilleri olumluysa sürekli sözleşmeli personel olma hakkına sahip olacak. Bu hakkı elde eden personelin sözleşmesi, devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesini gerektirecek suç işlemedikçe emeklilik hakkını elde edinceye kadar bakanlık tarafından feshedilemeyecek.

Sağlıkta esnek çalışma ve taşeronlaştırma yasal hale getiriliyor

Çalışanların iş güvencesi ve sosyal hakları konusunda net ve açık ifadeler kullanılmayan yasa tasarısında çalışanın iş akdinin performansına bağlı olarak yenilenip yenilenmeyeceği karar altına alınıyor. Bir kurum sözleşmeli personelinin sözleşmesini neye göre fesheder? Elbette, çalışanın verimi ve performansına bakarak. İşveren sözleşmeyi feshettiği koşullarda ise çalışan 2 yıl boyunca yeniden sözleşmeli personel statüsüne dahi geçemeyecek. Bu da çalışanlar arasında kötü bir rekabeti doğuracak ve işyeri örgütlülüğünü dağıtacak, dayanışma ve güven duygusunu zedeleyecektir.

Yasa tasarısında 10 yıl kesintisiz süreyle sözleşmeli personel olarak hizmet etmiş ve bu süre içinde ceza almamış olanların, bir de sicilleri olumluysa sürekli sözleşmeli personel olma hakkına sahip olacakları ifade ediliyor. Tıpkı kölelik yasasında kıdem tazminatı ve emeklilik hakkını kazanmak için işçilerin kesintisiz 10-15 yıl çalışmak zorunda oldukları gibi. Bu uygulamayla “sürekli sözleşmeli personel hakkı” kazanma şartı idareye yalakalığa, performansın yüksekliğine, sürekli rekabete, “temiz sicile” bağlanıyor. “Sürekli sözleşmeli personel” olmak sürekli “itaatkar” ve “uysal” personel olmak anlamına geliyor. Sosyal, sendikal, ekonomik ve demokratik hakları için mücadele etmeyen, sistemle uyumlu emekçi kimlikleri yaratılmaya çalışılıyor.

Tasarı, eğer bir sağlık emekçisi 10 yıl süreyle kesintisiz bir şekilde sözleşmeli personel olarak çalışmaya hak kazanırsa “sürekli sözleşmeli personel olma hakkına sahip olacağı” yönünde aldatıcı ve özendirici ifadelerle sunulmaya çalışılmış. Kamu emekçilerinin iş güvencesi gibi kazanılmış temel bir hakkını açıktan gaspeden tasarı, bir saldırıdan “kazanım elde etme” hakkı tanıyor! Emeklilik hakkının adı bile geçmiyor.

Tasarıda yeralan; “Devlet Memurluğu Kanunu’nda yapılan değişiklikle, gerekli görülmesi halinde sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri personeli tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetlerin, ücretleri döner sermaye gelirlerinden karşılanmak kaydıyla, üçüncü şahıslara ihale yoluyla gördürülmesi mümkün olacak” ifadeleri ise, halihazırda uygulanmakta olan taşeron uygulamasına yasal kılıf geçirmekten başka bir anlam ifade etmiyor.
Sağlıkta esnek çalışmayı yasallaştıracak olan madde ise şöyle düzenlenmiş:

“Sözleşmeli personelin haftalık çalışma süresi kırk saattir. Ancak ilgili valilik, çalışma birimlerinin ve hizmetin özellikleri ile emsali Devlet memurlarının çalışma saatlerini dikkate alarak farklı çalışma süreleri ve günlük çalışma saatlerini belirlemeye yetkilidir. Belirli sürede bitirilmesi gereken işler söz konusu olduğunda, sözleşmeli personel normal çalışma saatleri dışında veya hafta tatili ve resmi tatillerde de çalışmak zorundadır. Bu çalışmaları karşılığında sözleşmeli personele herhangi bir ek ücret ödenmez. Ancak, zorunlu çalışılan hafta tatili ve diğer dinlenme süreleri başka günlerde kullandırılır.”

Yalanlar ve gerçekler

Tasarının gerekçesi kamuoyuna Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile kalkınmada öncelikli toplam 26 ile özendirici tedbirlerle sağlık personelinin temini olarak yansıtıldı. Ancak tasarıyla ilgili bir yetkilinin yaptığı açıklama asıl nedeni açığa çıkarıyor:

“Mevcut kadrolarımızla bu yükümlülüğü yerine getirmemiz mümkün olamayacağı gibi, bir süre sonra hiç ihtiyacımız olmadığı halde zorunlu olarak tabip istihdamı yapmak gibi halen ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar ve kamuda personel istihdamını azaltmaya yönelik hükümet politikaları ile çelişen bir durumla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır.”

Kamuda personel istihdamının azaltılmasını kim istiyor? Bunun yanıtı ise oldukça açık ve net: İMF! Hükümetlerin İMF ile yıllardır imzaladığı anlaşmaların temel maddelerinden birisi de memur sayısının 200 binlere düşürülmesini emrediyor. 5. gözden geçirme programı çerçevesinde halen Türkiye’de bulunan İMF heyeti ile görüşen Devlet Bakanı M. Ali Şahin, görüşme sonrasında; atıl istihdam üzerinde durduklarını, Haziran ayı sonu itibariyle 9 bin 900 kamu işçisinin emekli edilmesi veya farklı yollarla azaltılması konusunun Niyet Mektubu’nda yer aldığını hatırlattı.

Sağlık personeli sıkıntısı çektikleri gerekçesiyle sözleşmeli personel uygulamasına geçmeye hazırlanan hükümet, İMF’ye verilen sözler ve AB’ye uyum çerçevesinde yapılacak düzenlemeler gereği kamudaki 440 bin boş kadrodan 100 binini tasarruf tedbirleri çerçevesinde iptal ediyor!

Tasarıyı, basın toplantısıyla kamuoyuna tanıtan Sağlık Bakanı Recep Akdağ, halihazırda söz konusu bölgelerde memur olan doktorların da diledikleri takdirde sözleşmeli statüsüne geçebileceklerini ve istedikleri zaman da memurluğa dönebileceklerini açıkladı. Bu uygulamayla doktorların iş güvencesi sorunu yaşayıp yaşamayacağına ilişkin bir soru üzerine, gerekçe gösterilmeden sözleşmelerin sonlandırılamayacağını söyledi.

Asıl amaç kamu çalışanlarının tasfiyesi iken Akdağ, açıkça yalan söylüyor. İMF’ye verilen sözler ortada ve tasarının maddeleri iş güvencesine yönelik saldırılarla doluyken sağlık çalışanlarının “işgüvencesi” sorunu yaşamayacaklarını söylemek tam bir ikiyüzlülük. Bu saldırı “sözleşmeli personel 5 milyar maaş alacak” yalanıyla süslenmeye çalışılıyor. Üstelik memur statüsünden işçi statüsüne benzer yalanlarla geçen TELEKOM çalışanlarının bir süre sonra işgüvencesi ve sosyal haklarından yoksun, düşük ücrete çalışmaya nasıl mahkum edildiği hala hafızalardayken.

Tüm kamu emekçilerinin işgüvencesi
ortadan kaldırılacak!

Yasa tasarısının öngördüğü uygulamaların kölelik yasasıyla benzerlik taşıması ise bir tesadüf değil. İşçileri köle haline getiren yasadan sonra hükümet kamu emekçilerinin kazanılmış haklarına göz dikmiş durumda. Hazırlanmakta olan kamu yönetimi reformu, personel rejimi yasası, norm kadro uygulaması, TKY, performansa bağlı ücret uygulaması vb. bir dizi tasarının temel hedefi kamu emekçilerinin işgüvencesini ortadan kaldırmak, sosyal haklarını gaspetmek, örgütlülüğünü dağıtmak. Bu saldırı politikalarının kararlılıkla uygulanacağı hükümet programından İMF’ye verilen sözlere, AB’ye uyum yasalarından uluslararası düzeyde imzalanan anlaşmalara kadar bir dizi yerde ifade edilmektedir.

Hazırlıkları ve sonuçları dost-düşman her kesim tarafından açıkça ifade edilen saldırı yasalarından sermaye, hükümet ve emek cephesi de haberdar. Saldırıların hazırlayıcısı ve uygulayıcısı olarak sermaye ve hükümet cephesinin kararlılık sergilemesi anlaşılır bir tutum. Ancak yasa tasarılarının ne gibi sonuçlar doğuracağı, kazanılmış haklara ve örgütlülüğe ne gibi bir darbe vuracağı bu kadar açık ve net bir şekilde biliniyor ve ifade ediliyorken sendikaların yaşadığı sessizlik kabul edilebilir bir tutum değil. Sendika yönetimleri ve az sayıda öncü kesim dışında yasalardan haberdar olmayan geniş bir emekçi kesimi söz konusu.

Söz konusu tasarı, personel rejimi yasası, 657 sayılı yasada yapılacak değişiklikler, kamu yönetimi reformunun özelde sağlık sektörüne uyarlanmış biçimi. Genel saldırının, özel olarak sağlık sektöründe önünü düzleyen bir işlev görüyor. Tasarı büyük bir olasılıkla mecliste görüşüldükten sonra kabul edilecek ve yasalaşacak. Özelde sağlık emekçileri, genelde tüm kamu emekçileri devletin ve burjuva medyanın yalanlarına değil, yasaların arka planına bakarak bir an önce harekete geçmek zorundalar.

“İzin vermeyeceğiz!”, “Sokaklara döküleceğiz!” vb. süslü laflarla rehavet içindeki sendika yönetimlerine tabandan doğru basınç uygulanmadığı sürece “asarım, keserim” türü lafazanlıkla süreç geçiştirilecek. Hem işçi sınıfını, hem de tüm kamu emekçilerini kesen kölelik yasalarına karşı ortak ve birleşik mücadelenin örgütlenebilmesi işyeri ve sektör düzeyinde biraraya gelen öncü ve bilinçli emekçilerin çabası ile olanaklıdır.

Bunun için ilk kıvılcım çakılmalı, işyeri temsilcileri, öncü işçi ve emekçiler ortak platformlarda biraraya gelmenin ve ortak mücadeleyi örgütlemenin çabasına girmelidirler. Sendikaları seyirci olmaktan mücadele eden taraf konumuna geçirecek başka bir güç ve irade de halihazırda bulunmuyor.



Demek devlet de “doğru” konuşabiliyormuş!

Altıoklar Orotoryosu’nun seslendirileceği Fazıl Say konserine uygulanan sansür konusunda devletten gelen açıklama ibret vericiydi. Devlet özetle; konseri biz finanse ettik, kurallarını da biz koyarız, devletle iş yapan onun şartlarına da boyun eğer yanıtını vermişti, sansüre yönelik tepki gösterenlere.

“Bunun neresi ibret verici? Devletin klasik bir söylemi...” deyip geçmeyin. Devletin bu tür olaylardaki tutumu; ben yapamadım, bilmiyorum, duymadım, görmedim, biçimindedir. Bu kez olan ise, doğrudan ve açıkç;

1. Sansür olayı kabul edilip üstleniliyor.

2. Dahası, kimilerinin bir “demokrasi ayıbı” gördüğü sansür, “devlet şartı” sıfatıyla savunuluyor.

3. Fazıl Say’a “devletin bir sanatçıya sahip çıkmasının sınırları ve anlamı” üzerine iyi bir ders veriliyor.

4. Asıl olarak; tüm sanatçılara, devlet ve devletle ilişkiler konusunu zihninde netleştirememiş tüm kişi ve kuruluşlara ibret olmak üzere böyle açık konuşuluyor.

Demek ki; devletle oyuna oturacaksan devletin kurallarıyla oynamayı baştan kabul etmen gerekiyor. Bu, bu kadar basittir. Muhalif olduğunu düşünen ve ifade eden sanatçılar, asıl muhalefeti yürütmesi gereken DKÖ’ler, bu “asıl muhalefet”in en güçlü unsuru olması gereken işçi-emekçi sendikaları; devlete bakışınızı/devletle ilişkinizi bu açık ve yalın gerçek üzerinden yeniden tanımlamadığınız sürece, ne sanatınız, ne kişi ve kurum olarak varlığınız dikkate alınacaktır. Gerek devlet, gerekse işçi-emekçi kitleler nezdinde itibar kazanmanızın tek yolu, artık tercihinizi yapmanızdır. Devletten ve düzenden mi beslenmek istiyorsunuz, yoksa işçi ve emekçilerden mi?

İlki size para ve imkan, devlet sanatçılığı gibi bir “şan” vb. sunabilir. Ancak bunlardan yararlanmanın koşulları vardır. Her durumda farklı bir ad ve biçimle karşınıza çıksa da, özetle, halk düşmanlığında devletle ortaklaşmak diyebiliriz biz ona.

Bakın deprem “bilimciler” ne yaptılar? ‘99 depremlerinde önlem konusunda devlete en çok kızıp köpüren, çalışma konusunda desteklenmediklerinden yakınan, devletin sorunla hiç ilgilenmediğini haykıran bu baylar; bir “deprem konseyi üyeliği” ünvanı uğruna, devletin belirlediği şartlarda oynuyorlar artık oyunu. Son Bandırma depremi üzerine bir “bilim adamı” şunları söylüyor: “Biz bu deprem ve şiddetine ilişkin tahminimizi de doğru yaptık. Devletin ilgili kurumlarına, bölge valilerine bildirdik. Ancak galeyan yaratmasın diye halka açıklamadık”. Zaten devlet de onlardan daha fazla bir beklenti içinde değil. Baştan beri, “bu tür konular televizyonlarda, halkın karşısında tartışılmaz” deyip duruyorlardı. Ölecek olan halkmış, bu onları zerre kadar ilgilendirmiyor. Ölsün, ama sorun çıkarmasın zihniyetinde devlet. Şimdieprem “bilimcileri” de bu zihniyetine kazanmış görünüyorlar. En azından önemli bir kesimi.

A. Aydın



2 Temmuz’un yıldönümünde basın açıklaması...

“Sivas’ın katili sermaye devleti!”

Sivas katliamının 10. yıldönümünde, PSA Kültür Dernekleri katliamı protesto etmek ve yaşamını yitirenleri anmak amacıyla yaklaşık bir aya yayılan bir etkinlik programı hazırladı. Bu program kapsamında 5 Temmuz Cumartesi günü Kadıköy İskele Meydanı’nda basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklaması Sivas şehitleri şahsında bugüne kadar yargısız infazlarda, işkencelerde, ölüm oruçlarında ve katliamlarda yaşamını yitiren devrim şehitleri için saygı duruşuyla başladı. Basın açıklaması metnini PSAKD Kültür Sanat Sekreteri Gazi Aslan okudu. Metinde katliamın önceden hazırlandığı ve planlı bir tarzda uygulandığı vurgulandı. Katliamdan sağ olarak kurtulan sanatçı Arif Sağ yargılanmaya çalışırken, 35 kişinin katledilmesinden sorumlu olanların aklanmaya çalışıldığı belirtildi.

PSAKD basın açıklamasını müzikli bir anmaya dönüştürmek istiyordu. Ancak kolluk güçleri ses aracının meydana girmesini engellediler. Bunun üzerine ozan Salahattin Akarsu kısa bir dinleti sundu. Ardından Grup Kutup Yıldızı ve Vardiya Müzik Topluluğu Çav Bella marşını söylediler.

100 kişinin katıldığı basın açıklamasında, “Sivas’ın hesabı sorulacak!”, “Sivas şehitleri ölümsüzdür!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Sivas’ın katili sermaye devleti!”, “Gün gelecek, devran dönecek, katiller halka hesap verecek!” sloganları atıldı. Basın açıklamasına BDSP, Direniş, TUYAB, TKP dövizleriyle, EMEP bayraklarıyla katıldı.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul



Kamu emekçilerinin basın açıklaması eylemi

KESK Ankara Şubeler Platformu, kamu emekçi sendikaları ve konfederasyonlarının yetkilerinin tespitinde objektif kriterlere uyulmaması nedeniyle 10 Temmuz günü Çalışma Bakanlığı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan KESK Başkanı Sami Evren şunları söyledi: “KESK bu şaibeli yetkiyi kabul etmeyecek. 2 milyon kamu emekçisi ile birlikte yetkilerin objektif kriterlere göre tespit edilmesini ve 4688 sayılı yasanın özgürlükçü, toplu sözleşmeli, grevli sendika yasası olarak değiştirilmesini sağlayacaktır...”

Eylem boyunca “Yetki hakkımız engellenemez!”, “İnsanca yaşamak istiyoruz!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları sıklıkla atıldı.


SY Kızıl Bayrak/Ankara