Reform adı altında
sağlık hizmetleri özelleştiriliyor
AKP hükümeti sosyal yıkım programını uygulamaya devam ediyor. Kölelik yasası, özelleştirmeler, düşük ücretlerden sonra sırada geniş halk kesimlerinin faydalandığı ve devletin karşılamakla yükümlü olduğu eğitim ve sağlık hizmetinin özel sermayeye devredilmesi var. Elbette bu uygulamalar tek başına Türk sermayesinin talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiyor. Bu uygulamaların arkasında uluslararası sermaye ve bu çerçevede imzalanmış anlaşmalar var. Bu anlaşmalardan biri de GATS.
Temel hizmet sektörleri imzalanan
uluslararası anlaşmalar çerçevesinde tasfiye ediliyor
Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde imzalanan çok taraflı Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS), hizmet sektörü olarak tanımlanan tüm alanları uluslararası sermayeye açmayı hedefliyor. GATS anlaşmasını imzalayan ülkelere, yabancı şirketlerin ülkeye girişini kolaylaştıracak, önündeki tüm engelleri kaldırmasını sağlayacak bir takım yaptırımlarda bulunuluyor. Ülkeye giriş yapan yabancı şirketlerle ulusal şirket veya kurumların eşit şekilde muamele görmesi öngörülüyor. Türkiye, 1 Ocak 1995te resmi statü kazanarak DTÖ bünyesine aktarılan GATS anlaşmasını kurucu üye olarak imzaladı. 25 Şubat 1995te TBMMde onaylanan anlaşma 26 Mart 1995te DTÖ üyeliği ile birlikte yürürlüğe girdi. 2000 yılı Ocak ayında başlatılan yeni GATS görüşmeleri ise halen sürüyor.
Devlet sağlık ve eğitim başta olmak üzere
temel hizmetlerden elini çekiyor
Son yıllarda eğitim ve sağlık başta olmak üzere iyileştirme adı altında yapılan saldırı niteliğindeki tüm uygulamalara bu çerçevede bakmak gerekiyor. Bir devlet politikası olarak, başa gelen her hükümet sağlık ve eğitime bütçeden ayrılan payı giderek kısmakta, özel sağlık kuruluşlarına ayırdığı payı ise artırmaktadır. Bu, devletin sırtında bir yük olarak gördüğü sağlık ve eğitim hizmetlerinden kurtulmaya dönük attığı ekonomik adımlardan yalnızca bir tanesidir. 1989 yılında sağlıkta kamudan özel sektöre aktarılan miktarın oranı %1.5 iken 1998 yılında bu oran %24.3e çıkmıştır.
2000li yıllara gelindiğinde ise, kamu sağlık kaynaklarının giderek daha fazla oranı genel bütçe dışı kaynaklardan sağlanır hale getirilmiştir. Kamu sağlık kurumları, 1990 sonrası, sosyal güvenlik kurumlarının desteği ile ayakta durur ve sosyal güvenlik kurumlarından ve devlet çalışanlarından beslenir hale getirildiler. Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerin döner sermaye gelirleri içinde, dışardan para ödeyerek bu kurumlardan yararlananların oranı %12-13 civarında. Gelirlerin ana payı, devlet memurları ve Emekli Sandığı hastalarından oluşmaktadır. Maliye Bakanlığının döner sermaye gelirlerine daha fazla oranda el koyma kararı alması, kamu sağlık kurumlarının giderek ekonomik krize girmesine yol açacaktır. Bu noktada, devlet memurlarının kamu sağlık kurumları yerine özel sağlık kurumlarına da gidebilmesine olanak verilmesi, kamu sağlık kurumlarıın çökertilmesinin, altının boşaltılmasının bir başka adımıdır.
GATS benzeri imzalanan anlaşmalar ve İMFye verilen sözler, son 20 yıldır devletin sağlık ve eğitim hizmetlerinden elini çekmesini hızlandırmış, bu konuda somut adımlar atmasına neden olmuştur. Bu anlayışla, sağlık reformları adıyla devletin sağlık hizmeti sunması sonlandırılmaya çalışılmakta ve sağlık hizmetleri serbest piyasanın insafına terkedilmek istenmektedir. Bu politikalar sonucunda son 20 yılda halkın sağlık hizmetleri için ödediği miktar giderek artmış, sağlık hizmetleri yavaş yavaş özelleştirilerek paralı hale getirilmeye başlanmıştır. AKP hükümeti Sağlıkta Dönüşüm Projesi adı altında, toplum sağlığı, hekimlik ortamı ve özlük haklara yönelik büyük bir saldırı başlatmıştır.
Hedef sağlık hizmetinin iyileştirilmesi değil tasfiyesidir
Son dönemde hükümetin Sağlık Bakanlığı ve SSKya bağlı sağlık kuruluşlarının ortak kullanımını öngören protokolü imzalaması, eleman temininde güçlük çekilen yerlerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırılması amacıyla bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılması hakkındaki kanun tasarısı, kamu yönetim reformu vb. uygulamalar hiç de kamuoyuna yansıtıldığı gibi sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesini değil, aksine sağlık hizmetlerinin tasfiye edilmesini amaçlamaktadır.
Bu tasfiye planının temel üç ayağı bulunmaktadır. İlki, küreselleşme adı altında temel hizmet sektörlerinin liberalleştirilmesi ve piyasalaştırılmasıdır. Piyasa mantığına göre ilişkiler üç temel ayak üzerinden yürümek zorunda; müşteri, satıcı ve ücret. Müşteri doğal olarak parası kadar sağlık hizmetinden yararlanacak olan hastayı, satıcı ise bu hizmeti belli bir ücret karşılığında satacak olan kurum ve kuruluşları ifade ediyor. Tabii ki temel bir hizmet sektörü piyasaya açıldığı zaman satıcı için temel kaygı kâr olacaktır. En çok hangi hastalıklar ve hangi alanlar kâr getiriyorsa yatırım oraya ve o bölgeye yapılacaktır. Bu çerçevede uluslararası tıbbi yatırımların kolaylaştırılması ve bu vesileye sağlık hizmeti yürütenlerinserbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması, serbest bölgeler kurulması ve yaygınlaştırılması sağlanacaktır; sağlık hizmetlerinin finansmanında da uzun dönemli yükümlülükler içeren sistemlerden, özel sigorta formülüne geçilmesi sağlanacaktır.
Saldırının ilk ayağında sağlık sektörü uluslararası sermayeye açılırken, sağlık hizmetinden faydalanan geniş halk kesimleri en çok mağdur olacak kesimi oluşturuyor. Yoksulluk sınırında ve altında yaşamaya mahkum edilen milyonlarca emekçi artık hastane kapılarında değil sokak aralarında ölüme terkedilecektir.
İkincisi, saldırı kamu sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların iş güvencelerini yoketmeyi ve sosyal haklarının gaspınıda kapsamaktadır. Devlet sağlık sektörünü sermayeye açarken bu hizmetten elini etiğini çekmek niyetindedir. Devlet memuru statüsünde çalışan emekçileri tasfiye etmeden bunu yapamayacağı için saldırının ikinci ayağı doğrudan sektörde çalışanları etkileyecektir. Çalışanların tasfiyesini, hem genel anlamda kamu alanına yönelik kamu yönetimi reformu, personel rejimi yasası vb. uygulamalarla, hem de özel olarak sağlık sektörüne yönelik yasa ve kararnamelerle hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Üçüncüsü, sosyal güvenlik kurumlarını da (SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur) tasfiye ederek, hem geniş halk kesimlerini hem de çalışanları etkileyecek olan özel sağlık sigortası uygulamasını hayata geçirme planıdır. Saldırının bu ayağı yine uluslararası sermayenin ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda hayata geçirilecektir.
Ne yapılmalı?
Hak aramak ve kazanmak bilinçli ve örgütlü bir toplumun gösterebileceği bir davranış biçimidir. Hem sağlık hizmetinden faydalanan milyonlarca emekçi, hem sektörde çalışan binlerce işçi ve emekçi saldırının sonuçları hakkında yeterli bilgiye sahip değilse, hükümetin yalanlarının ve burjuva medyanın çarpıtmalarının etkisi altına kalacaktır. Bu durumda saldırının mağduru olan kesimler bu politikaların pasif destekçisi olacaktır.
Başta işçi ve kamu emekçileri sendikaları, sağlık sektöründe çalışanları ve geniş halk kesimlerini bilgilendirici ve bilinçlendirici bir çalışma programı hazırlamak zorundadırlar. Elbette tek başına sorunu bilmek yetmez, onu çözmek için atılması gereken adımlar vardır. Eyleme geçmiş kitlelerin kazanamayacağı hak yoktur. Sağlık alanında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri sendikalar aracılığıyla sektörde çalışanların taraf olması ve harekete geçmesiyle çözülebilir.
|