19 Şubat 2005
Sayı: 2005/07 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD Ortadoğu'da yeni fırsatlar yaratma peşinde!
  İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!
  Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını
pekiştiriyor
  Sermaye, savaş çetesiyle “eşgüdüm
mekanizması” oluşturacak
  16 Şubat sınıf hareketinde bir ayrışma ve saflaşma döneminin yaşanmakta olduğunu
ortaya koydu
  İstanbul 16 Şubat eylemi
  Çeşitli illerde 16 Şubat EP eylemi
  SEKA’den TEKEL’e, Kocaeli’den Diyarbakır’a  SEKA gibi direnmek
  Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!
  Haramidere’nin haramisinden hesap
soracağız!
  Ravelli işçileri, işverenin şiddeti ve
ludizm üzerine/Yüksel Akkaya
   8 Mart üzerinden yaşanan ayrışma üzerine
  BDSP tarafından sempozyuma
sunulan tebliğ
  Sempozyum sonuç bildirgesi: Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!
  Kampanya ve sempozyum üzerine
  OSB-İMES Derneği’nin
sempozyum tebliği
  Haluk Gerger’le “Kan tadı” üzerine
 Emek Platformu Adana
bölge toplantısı
Emperyalist-siyonist zorbaların kanlı eli
Lübnan’ı yeniden karıştırmaya başladı
 Lübnan, BM ve işgaller!
Fransa’da liseli gençlik ve eğitim emekçileri ayakta!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

ABD Ortadoğu'nun işgal ve talanı için yeni fırsatlar yaratma peşinde!

Geçen hafta başında Lübnan'ın eski başbakanlarından Refik Hariri'nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle gözler bir kez daha ABD'nin yapacağı hamleye çevrilmiş bulunuyor. Boşuna değil, zira bu suikast, ABD'nin Suriye üzerindeki ablukasını artırması için önemli bir fırsat, daha doğrusu bir mazeret yaratmış bulunuyor.
Kuşkusuz, Suriye hedefe yeni konulmuş bir ülke değildir. Bu açıdan ABD'nin çok da yeni bir mazeret ileri sürme ihtiyacı olmadığı düşünülebilir. Fakat Irak işgali deneyiminin de gösterdiği gibi, ABD, hazırladığı kapsamlı hedef listesindeki ülkelere karşı müdahalede başarılı olmak için iki temel şeyi artık gözardı etmek istemiyor. Birincisi, daha fazla sayıda işbirlikçiyle beraber mümkün mertebe diğer batılı emperyalist ülkeleri de işin içine katmaya, en azından onların rızasını ve siyasal desteğini arkasına almaya çalışıyor. İkincisi, hiçbir biçimde temellendirilemeyecek yalanlar, kendinden menkul iddialar yerine (Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yalanı örneğinde olduğu gibi) en azından görünüş itibarıyla daha makul bir takım gerekçeler ileri sürmeye gayret ediyor. Kuşkusuz ne yaparsa yapsın, iğrenç emellerini meşru göstermeyi başaramaz. Bunu başaramaz fakat, bir takım kırıntılar uğruna Barzani, Talabani ve Şii liderler gibi bazı düşkünleri bu emellerine alet edebilir.
Hariri suikastı, tetiği kimlerin çektiğinden bağımsız olarak, bu yönlü girişimler için gerekli olan vitrinin henüz çok küçük bir parçasını oluşturuyor. Fakat bu suikast kendi çapının ötesinde bir anlam ifade ediyor; ABD'nin Suriye'ye müdahale planını eleveren ip uçlarını taşıması bakımından belli bir önem taşıyor. Bu yüzden son dönemlerdeki gelişmeleri anlamak için suikastın ötesinde, Lübnan'ın tuttuğu çok özel konuma bakmak, son aylarda ABD yetkililerinin Türkiye ziyaretini bir de bu son gelişmeler çerçevesinde ele almak ve bu suikast vesilesiyle yaşanan gelişmeleri gözden geçirmek gerekir.

Suikastın ötesi...

Hariri 3-4 yıl önce başbakanken istifa edip Suriye karşıtı muhalefetin öncülüğüne soyunmuş bir politik sima ve aynı zamanda dünyanın en zengin 100 kişisi arasına girecek kadar büyük bir servete sahip bir sermayedardır. Esas olarak Suudi Arabistan'da kazandığı servetini, bu ülkeyle ve ABD ile geliştirdiği ‘iyi ilişkiler'e borçludur. Lübnan iç savaşından sonra başbakan sıfatıyla devletin yönetici kademelerinde görev üstlenmiş olan Hariri, son birkaç yıla kadar Suriye karşıtı açık bir tutum almamıştı. Fakat, ABD'nin ‘önleyici vuruş' politikası çerçevesinde Irak, Suriye ve İran'ı hedef tahtasına oturtmasıyla birlikte geleceğini, daha net biçimde ABD egemenliğinde oluşacak yeni dengeler üzerine kurmaya başladı. Son yıllarda Suriye yanlısı bir politika izleyen hükümete karşı muhalefetini artırmış, böylece ABD'nin bölgeye dönük planlarının doğal bir parçası haline gelmişti.
Bu yüzden Hariri'nin öldürülmesi, ilk elden ve öncelikle Suriye'yi zan altında bırakacaktı. Suriye adına hareket ettiğini iddia eden, adı ilk defa duyulan bir örgütün suikastı üstlenmesiyle başka bir zanlı aramak gerekmedi. Böylece, birkaç yıldır ‘terörist ülkeler' listesine alınan Suriye'ye karşı ilk kez bu kadar açık bir suçlama fırsatı yakalanmış oldu.
Gerçekte suikastın kimler tarafından yapıldığının hiçbir önemi yok. Asıl önemli olan suikastın kime yaradığı, neye hizmet ettiğidir. Kimin bu tür bir olayla Lübnan'da kartları yeniden karmaya ihtiyaç duyduğudur. Bu açıdan seçilen ismin Hariri olması kadar, böyle bir suikastın Lübnan'da gerçekleştirilmesi de son derece manidardır.

Lübnan'ı yeni bir sıçrama tahtası yapma planları ve bölgeyi yeniden Lübnanlaştırma politikaları


Lübnan, Ortadoğu politikası çerçevesinde emperyalistlerin öteden beri ilgilerini yoğunlaştırdıkları, uydu bir devlet tarafından yönetilen, dünyanın en kozmopolit ülkelerinden biridir. Lübnan'ı cazip kılan da çok etnisiteli, çok dinli yapısıyla bölüp parçalamaya, bir iç kargaşa yaratmaya uygun olan yapısıdır. Ülke, bu yüzden yakın bir döneme kadar uzun süren bir iç savaştan geçti. Emperyalistler Lübnan'ı terketmek zorunda kaldılar. Ama ilgilerini hiçbir zaman yitirmediler. Avrupa'nın eskiden kumarhaneye çevirdiği bu ülke, sözde bağımsızlığına kavuştuktan sonra bile uluslararası istihbarat faaliyetlerinin ve kirli işlerin Ortadoğu'daki temel odaklarından biri olarak yerini korudu. Hakimiyet mücadelesi, siyasal oluşumlar üzerinden içten içe sürdü.
Lübnan üzerinde esas olarak Suriye'nin belirgin bir ağırlığı sözkonusudur. Suriye kökenli 1 milyon insan burada yaşıyor. Suriye, İsrail saldırılarına karşı önlem çerçevesinde yaklaşık 15 bin askerini Lübnan'da konuşlandırmış bulunuyor. Siyasal iktidar Suriye denetimi altında. Bunun yanısıra, Ortadoğu'nun en güçlü islami yapılarından biri olan Lübnan Hizbullah'ı da gücünü Suriye'nin hamiliğine borçlu. Bu yüzden İsrail, kendisine yönelik terörist faaliyetleri bahane ederek Lübnan'ı defalarca bombaladı. Kısacası Lübnan, öteden beri batılı emperyalistlerin -özellikle de Fransa'nın- göz koyduğu, siyonist İsrail'in her vesileyle dengelerini bozmaya çalıştığı bir ülkedir. Suikast için seçilen ismin politik konumuyla da bağlantılı olarak tüm bunlar, dikkatlerin Lübnan'da yoğunlaşmasının da nedenlerini sunuyor bize.
Bu son gelişmelerin tesadüfi olmadığının en açık kanıtı ise, ABD'den gelen açıklamaların kendisidir. Beyaz Saray sözcüsü Scoot Mc Clellan ABD adına yaptığı resmi açıklamada ‘Bu cinayet bize, Lübnan'ın Suriye işgalinden bağımsız bir biçimde özlemlerini gerçekleştirmesi ve kendi siyasi geleceğine karar vermesi gerektiğine dair bir hatırlatma oldu' diyor. Bir başka resmi yetkili, ‘Ortada hiçbir kanıt yok ama bu olaydan sonra Lübnan'ı istikrarsızlaştıran Suriye'ye yönelik baskılarımızı artıracağız' diye eklemede bulunuyor.
Verilen mesaj son derece açıktır. ABD, Suriye'ye müdahale için Lübnan'ı sıçrama tahtalarından biri olarak kullanacağını diplomatik bir dille ilan ediyor. Lübnan'ı bağımsızlaştıracağını, Suriye'nin etkisinden çıkaracağını söyleyerek Suriye'ye ve aynı zamanda İran'a karşı savaşın bir cephesini Lübnan'da açmış oluyor. Suikastın ardından Lübnan'ın önerisiyle yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında, ABD'nin Suriye karşıtı bir takım kararlar çıkartmaya çalışarak bir karşı ittifak yaratma girişiminde bulunması, saldırganlığına uluslararası bir dayanak bulmaya çalışması da bu arayışın bir sonucudur.
ABD emperyalizmi Lübnan'ı apar topar terketmek zorunda kalan Fransa'nın bu ülke üzerindeki tarihsel heveslerini de okşayarak, Avrupa'dan kendisine destek bulmaya çalışıyor. Nitekim Fransa, Hariri'nin cenazesine en üst temsilcilik düzeyinde (Cumhurbaşkanı Jacques Chirac) katılarak ve Suriye'yi suçlama kampanyasının bir ucundan tutarak, bu girişimde ABD'nin yanında olacağına dair ilk işaretleri vermiş bulunuyor. Kuşkusuz, dışardan doğru daraltılmaya çalışılan ablukaya paralel olarak Suriye içinden demokrasi ve Kürt sorunu vb. sorunları kaşıyarak kendisine destek bulma, çatlaklar yaratma çalışmasına hız verecektir.

Son Türkiye ziyaretlerinin anlamı ve bölgenin geleceği

Bu son gelişmeler, İran'a dönük artan tehditler ve ABD'nin dış politikadan sorumlu isimlerinin peşpeşe Türkiye'yi ziyareti ile bir arada ele alındığında, ABD'nin saldırılarını tırmandırmak için ciddi bir hazırlık içinde olduğu görülmektedir. ABD, saldırganlığını tırmandırmak için, deyim yerindeyse zemin düzleme çalışması yürütüyor. Bu kez yalnızca kaba tehditlerle de değil, diplomasinin ve siyasetin ince yöntemlerini de kullanarak, sürmekte olan işgal serisi için kendi etrafında daha geniş bir saflaşma yaratmayı hedefliyor.
Bu hazırlıkların Irak seçimlerinin hemen ardından yoğunlaşması da tesadüf değil. Nihayetinde Irak'ta göstermelik bir seçimle uşak takımını yine göstermelik olarak başa getirerek sözümona bir meşruluk maskesine kavuşmuş oldu. İşte Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice'ın bölgeyi ziyareti, tam da böyle bir sürece denk geliyor, bu amaca hizmet ediyor. Türkiye ile son dönemlerde Kerkük ve Kürt sorunu üzerinden oluşan gerginliği gidermek, stratejik uşaklığa dayalı ilişkileri bir kez daha tescil etmek ve bu arada yeni saldırılar için yeni olanaklar, üsler, geçiş izinleri ve siyasal destek sağlamak; ve bu arada yeni ‘barış görüşmeleri' görüntüsü altında Mahmud Abbas yönetimi eliyle Filistin direnişini hem yatıştırmak, hem de işgal karşıtı diğer direnişlerden yalıtmak.
Görünen o ki, pay alabilecekleri koşullarda emperyalist Avrupa devletleri ‘Lübnan'ın özgürleştirilmesi' maskesi altında yürütülecek kanlı operasyonlara destek verme eğilimindedirler. Böyle bir girişime destek vermek, doğal olarak zaten Suriye'ye karşı bir saldırıya da destek sunmak demektir. Yine pay alabilecekleri ve anlaşabildikleri koşullarda ‘Iran'ın nükleer silahlardan arındırılması' girişimlerine de destek verebilirler. Bu açıdan, şimdiye kadar aldıkları tutumu değiştirip, bu kanlı sofradan pay almak için biz de bu sahnede bir rol oynamalıyız diyebilirler. Bunun önünde hiçbir ciddi engel yok.
Öte taraftan Türkiye gibi bölgenin işbirlikçi uşak iktidarlarının ezici bir çoğunluğu zaten öteden beri bu saldırganlığın temel dayanakları haline getirilmişti. Şimdilerde bu uşaklığı iyice perçinlemek için yeni senaryolar yazılıyor, yeni oyun tezgahlanıyor. Kürtler'den sonra ‘Lübnan'ın özgürleştirilmesi' böyle bir senaryodur. Türkiye'ye ilişkin de bir senaryo var. ABD'de hazırlanıp piyasaya sunulan senaryoya göre, AB'nin istemediği, ABD'nin sırtını döndüğü bir Türkiye yeniden ‘hasta adam' olur ve 20. yüzyılın başındaki parçalanma ve çözülmeyle yüzyüze kalır. Bu senaryoyu yazanlar, böyle bir durumdan son derece kaygı duyduklarını eklemeyi de unutmuyorlar.
Kuşkusuz buradaki mesaj doğrudan Türkiye burjuvazisine, işbirlikçi uşaklarınadır. Ve amaç, dün bir takım pürüzler nedeniyle tam olarak alamadıkları desteği bu tür senaryolara büründürülen tehditler yoluyla daha da geliştirmektir.
ABD emperyalizmi saldırılarını tırmandırmak için daha pek çok senaryo yazacak, daha pek çok kirli oyuna başvuracaktır. Ve bu senaryolara, bu kirli oyunlara ve bu kanlı komplolara dayalı hesaplar, halkların direnişini tam olarak hesaba katmadığı için eninde sonunda boşa çıkmaya mahkumdur. Tüm bu hazırlıkları boşa çıkarmak, emperyalistleri döktüğü kanda boğmak için bölge halklarını ve Türkiye işçi sınıfını mücadeleyi yükseltmek görevi bekliyor.