19 Şubat 2005
Sayı: 2005/07 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD Ortadoğu'da yeni fırsatlar yaratma peşinde!
  İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!
  Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını
pekiştiriyor
  Sermaye, savaş çetesiyle “eşgüdüm
mekanizması” oluşturacak
  16 Şubat sınıf hareketinde bir ayrışma ve saflaşma döneminin yaşanmakta olduğunu
ortaya koydu
  İstanbul 16 Şubat eylemi
  Çeşitli illerde 16 Şubat EP eylemi
  SEKA’den TEKEL’e, Kocaeli’den Diyarbakır’a  SEKA gibi direnmek
  Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!
  Haramidere’nin haramisinden hesap
soracağız!
  Ravelli işçileri, işverenin şiddeti ve
ludizm üzerine/Yüksel Akkaya
   8 Mart üzerinden yaşanan ayrışma üzerine
  BDSP tarafından sempozyuma
sunulan tebliğ
  Sempozyum sonuç bildirgesi: Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!
  Kampanya ve sempozyum üzerine
  OSB-İMES Derneği’nin
sempozyum tebliği
  Haluk Gerger’le “Kan tadı” üzerine
 Emek Platformu Adana
bölge toplantısı
Emperyalist-siyonist zorbaların kanlı eli
Lübnan’ı yeniden karıştırmaya başladı
 Lübnan, BM ve işgaller!
Fransa’da liseli gençlik ve eğitim emekçileri ayakta!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Ortadoğu'da yeni kirli oyunlar...

Lübnan, BM ve işgaller!

Suriye ordusu 1976'daki iç savaştan beri Lübnan'da bulunuyor. Suriye ordusu, iç savaşta Lübnan solu ile Filistin direniş hareketinin gücünü kırmak amacıyla, emperyalist-siyonist güçlerin de onayı veya göz yummasıyla Lübnan'a girmişti. O zaman üstlendiği gerici misyonu yerine getiren Suriye rejimi, 29 yıldan beri Lübnan'ın bir kesimini kontrolü altında tutuyor.
Lübnan'daki gerici güçler -istisnalar dışında- bu dönem boyunca Suriye ile işbirliği yapmıştır. Bunlara devlet başkanları ve başbakanlar da dahil. Suikasta kurban giden Refik Hariri de başbakanlığı döneminde uzun yıllar Suriye ile işbirliği yapanlardan biriydi.
Son yıllarda Suriye ordusunun Lübnan'dan çekilmesini isteyen (Sünni, Dürzi, Hıristiyan) muhalefet partileri ortak bir platformda birleşmeye başladı. Lübnan basınının önemli bir kesimi ise bu platformun sözcülüğünü yapıyor. Bu kesim, geçen Eylül ayında, BM Güvenlik Konseyi'nde ABD ve Fransa'nın inisiyatifiyle alınan, Suriye'nin en kısa sürede Lübnan'dan çıkmasını talep eden 1559 sayılı kararından sonra sesini daha çok yükseltmeye başladı.
Suriye ile anlaşmazlığa düşünce başbakanlıktan istifa eden Hariri ise -partisi platformun içinde olmakla birlikte- ‘merkezde' durmaya çalışan bir çizgi izliyordu. Hem muhalefeti destekliyor, hem de dengeyi korumaya çalışıyordu. Zaten Suriye ordusunun Lübnan'dan çekilmesi, ilişkilerin son bulması anlamına da gelmeyecek. Lübnan'da çalışan bir milyon Suriyeli işçinin sağladığı girdi ülke ekonomisinde önemli bir yer tutarken, Hariri başta olmak üzere Lübnan burjuvazisi ile Suriye egemen sınıfları arasında da yaygın ekonomik çıkar ilişkileri mevcuttur.
Suriye ordusunun Lübnan'dan çekilmesi yönündeki talep haklı ve meşrudur. Ancak bu talebi öne süren platformun emperyalist-siyonist güçlere sırtını dayaması bu kesimleri şaibeli hale getiriyor. Zaten kampanyaları da gittikçe Gürcistan ve Ukrayna'dakilere benzemeye başladı; sermaye, medya ve emperyalistler tarafından desteklenen ‘çok renkli' bir muhalefet... Gürcistan ve Ukrayna'da da kitlelerin düzene duydukları tepki haklıydı, ancak o tepkiyi arkasına alan gerici güçler hedefinden saptırarak, emperyalist ile işbirlikçilerinin hizmetine sunmuştur.
Hariri'nin öldürülmesinden sonra yapılan açıklamalar, Lübnan'da da bir ‘Yuşçenko hareketi' oluştuğunu gösteriyor. Ülkedeki muhalefet, Hariri'nin ölümünden açık bir dille Suriye'yi sorumlu tuttu ve Suriye askerlerinin bir an önce ülkeden çekilmesini istedi. Saldırıyla ilgili konuşan Dürzi muhalefet lideri Velid Canbolat, ‘Bu rejim (Lübnan) Suriyeliler tarafından destekleniyor. Bu rejim teröristlerin rejimidir ve terörizm dün Refik El Hariri'yi ortadan kaldırmayı başardı' ifadelerini kullandı. Hariri'nin ailesi de Suriye yanlısı Lübnan hükümetinden cenaze törenine katılmamasını istedi.
Muhalefet hükümeti Suriye'nin kuklası olmakla suçlarken, Lübnan'ın Ortadoğu ‘barış süreci'nde ayrı bir yol izlemesini, İsrail ile 1948 barış anlaşmasının canlandırılmasını savunuyor. Hükümet ise muhalefetin, Lübnan'ın ‘temel gerçeklerine' ihanet ettiğini, ABD ve İsrail'in paralı uşağı olduğunu savunuyor.
Lübnan halkı, haklı olarak yabancı askerlerin ülkeden çekilmesini istiyor. Emperyalist-siyonist güçler ile işbirlikçileri ise, İsrail'le işbirliği yapacak Amerikan kuklası bir yönetimin işbaşına gelebilmesi için Suriye ve Hizbullah'ı saf dışı bırakmak istiyor. Suriye ordusunun çekilmesi konusunda genel çerçevede bir kesişme olmakla beraber, amaçlar tamamen farklıdır.
Hizbullah olgusunun olaya farklı bir boyut kattığını da belirtmek gerek. ABD ve İsrail'in ‘terörist örgütler' listesinin başında yeralan Hizbullah, Lübnan'da en saygın siyasi akımlardan biridir. Şii ağırlıklı olmakla beraber yaygın bir kitle desteği vardır. Zira İsrail işgaline karşı direnen, siyonist orduyu Lübnan topraklarından söküp atan esas olarak Hizbullah'ın inatla sürdürdüğü direniştir. Yanısıra Hizbullah Tahran yönetimiyle de sıcak ilişkiler içindedir. Bu durum emperyalist-siyonist güçler için son derece rahatsız edici bir başka olgudur.
Bu şartlarda Suriye yönetimini ordusunu Lübnan'dan çekmesi için zorlamak mümkün, ancak Hizbullah'ı tasfiye etmek ya da etkisini kırmak öyle kolay bir iş değil. Emperyalist-siyonist cellat takımının bu kirli amaca ulaşmak için Lübnan'da iç çatışmaları körüklemesi güçlü bir olasılıktır.
BM Güvenlik Konseyi'nin bu aşamada devreye girmesi, ABD-İsrail planının bir parçası olduğunu gösteriyor. Ortada siyonist İsrail'in Filistin işgali, ABD emperyalizminin Afganistan ve Irak işgalleri dururken, üstelik bu ülkelerdeki işgalci haydutlar günübirlik katliamlar yaparken, Lübnan'daki yabancı güçlerin biran önce ülkeyi terketmesini gündeme getiren BM'nin, kimlere hizmet ettiği ortada.
Yabancı ordular tarafından işgal edilmiş toprakların özgürleşmesi, o topraklarda yaşayan halkların mücadelesiyle gerçekleşebilir ancak. Aksi durumda, pek çok örnekte de görüldüğü gibi işgal devam eder, ancak işgalci ordular değişir.

------------------------------------------------------------------------------

ABD işbirlikçileri efendileri adına bölge halklarına tehdit savuruyorlar

Abdullah Gül Amerikan emperyalizmi adına bölge halklarına tehditler savurma misyonunu sürdürüyor. Emperyalist orduların Irak'ı işgal hazırlığını son aşamaya getirdikleri günlerde Iraklı yetkililerle görüşen Gül, ABD'nin tüm dayatmalarını kabul etmelerini telkin etmiş, aksi halde saldırıya uğrayacaklarını söylemişti.
Washington'daki efendileri için ‘elçi'lik görevini sürdüren Gül, savaş kundakçılarının hedefindeki İran yönetimine de benzer ‘öğüt'ler vermeye başladı ve Irak'a bakılması gerektiğini söyledi. Taha Yasin Ramazan'a (o zaman Saddam'ın yardımcısıydı) ‘ABD sizi vuracak. Bu savaşı önlemek istiyorsanız BM nezdinde bir adım atın. Durum ciddi dedik' dedi. Bu mantığa göre, vahşi işgalin sorumlusu, Gül'ün ‘öğüt'lerini yerine getirmeyen Irak yönetimidir.
Aynı durumun bugün İran için de geçerli olduğunu iddia eden Gül, şimdiden sorumluluğu İran'a yükleyip, efendilerini temize çıkarma derdinde. Emperyalist barbarlar adına diplomasi cihadı sürdüren Gül'e göre, ‘Kapalı rejimler, çevrelerinin farkında değiller. Kendilerinde keramet görüp hayal kuruyorlar.' Bundan dolayı savaş çetesi ‘saldırmak zorunda' kalıyor. Bu duruma düşmemek için onlar da, Gül ve temsil ettiği sermaye düzeni gibi gözlerini dört açıp, dönülecek ‘tek kıble'nin Amerikan uşaklığı olduğunu görmelidir.
‘İranlı yetkililerin çok dikkatli olması gerekiyor. ABD'liler operasyon düzenleyebileceklerini söylüyor. Bir komşumuzda daha savaş istemeyiz. Bunu önlemek için İran'ın adım atması gerekiyor. İran'ın da mozaik bir yapısı var. Böyle bir ülkedeki karmaşa bölgede daha büyük istikrarsızlığa sebep olur' diye buyuran Amerikancı Gül, ‘komşumuzun BM kararlarına uymasını istiyoruz' diyor. Oysa BM kararlarına uymayan İran değil, Gül'ün Washington'daki efendileridir. Zira BM kapsamında çalışan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Muhammed el Baradey, kendileriyle yaptığı çok yönlü işbirliğinden dolayı İranlı yetkililere teşekkür etmiştir.
Saldırganlık ve savaş politikasını temel alan Bush ve savaş çetesi için BM'nin bir kıymeti harbiyesi olmadığı biliniyor. Güvenlik Konseyi Irak işgali için vize vermeyince, BM'yi çöpe attıklarını resmen ilan eden de bu çetenin kendisiydi. BM kararlarından veya BM nezdinde adım atılmasından sözeden Gül gibi bir Amerikancı, Irak işgali veya İran'a dönük tehditlerin BM kararlarıyla bir ilgisi olmadığını çok iyi bilir. Ancak onun derdi emperyalist saldırılardan ötürü bölge halklarını sorumlu tutmak, bu sayede de savaş çetesine hizmette tüm ABD uşaklarını geride bırakmaktır.
Buna karşı işçi sınıfı ve ezilen halkların direnişi de, emperyalist barbarları olduğu kadar, suç ortakları ile her türden soysuz işbirlikçisini hedef almasını bilmelidir.