10 Eylül 2005
Sayı: 2005/36 (36)


  Kızıl Bayrak'tan
  Faşist terör ve provokasyonlarla Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini boğamazsınız!
  Gemlik yürüyüşü devlet terörü ve linç girişimiyle engellendi
  Özelleştirme yağmasını ancak işçi sınıfı durdurabilir
  TÜPRAŞ'ta konuşma sırası işçilerde!
  TÜPRAŞ işçisi özelleştirmeye karşı direnme kararlılığında
Avrupa Birliği sürecinde son gelişmeler
AB "demokrasisi" yolunda "iş kazaları": Grevciye yasak, sendikalıya kurşun
  Sınıflı toplumların sınıf ayrımcı okulları: Eğitimde eşitlik için sosyalizm!
  Katrina kasırgası; Doğal afet mi kapitalizmin çöküşü mü?
  Felaketin ve sefaletin küreselleşmesi!
  Katrina'nın aynasında iki Amerika
  Katrina evdeki "üçüncü dünya"yı açığa çıkardı
  Devletin devekuşu politikası ve boşa çıkan İmralı çizgisi (Orta sayfa)
  Sendikal tazminat hakkı nasıl gaspediliyor!
  Dinsel gericiler siyonistlerin hizmetinde
  Irak'ta İmam Musa Kazım anmasında bine yakın Iraklı can verdi

  ABD'de neo-faşist çetenin saltanatı sarsılıyor

  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Gücümüzü Ümraniye İşçi Kurultayı'nda birleştirelim!
  12 Eylül faşizmi üzerine
  Bir mücadele deneyimi...
  Pendik BDSP'den açıklama; Dar grupçu çatışma değil devrimci mücadele
  Bültenlerden/ Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden/ Mamak Türküsü
  Basında 6-7 Eylül provokasyonu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Avrupa Birliği sürecinde son gelişmeler

1 Eylül günü gerçekleştirilen AB Dışişleri Bakanları toplantısında; Avrupa Birliği'nin genişleme süreci, 3 Ekim'de müzakerelerin başlanacağı Türkiye; bu bağlamda Kıbrıs ve Türkiye'nin 29 Temmuz tarihinde Gümrük Birliği Ek Protokolü'ne ek olarak yayınladığı deklarasyon ve buna karşı alınacak tutum gündem maddelerindendi.

Bilindiği üzere Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamasının ön koşulu olarak sunulan Gümrük Birliği Ek Protokolü 29 Temmuz'da imzalanmıştı. Protokolle birlikte yayımlanan deklarasyonda, “Uyum protokolünün tanınmasının Kıbrıs Cumhuriyeti'ni hiçbir şekilde tanıma anlamına gelmeyeceği 17 Aralık 2004 günü kayıtlara geçmişti. Bugün imzayla birlikte yapmış olduğumuz deklarasyon, bu hususu bir kez daha resmen kayda geçirmektedir” ifadesiyle sermaye devleti, imzanın tanıma anlamına gelmediğinin altını çizmişti. Deklarasyonda limanların kullanımı ise belirsizliğini korumuştu.

AB sermayesinin yayılma arzusu

Avrupa Birliği açısından öncelikli olan sermaye devletinin uluslararası hukuka uygun olarak Kıbrıs Cumhuriyetini tanıması ya da siyasal ilişkilerin kurulması değil, ekonomik entegrasyonun gerçekleştirilmesidir. Bu hedef hem Avrupa Parlamentosu Dış ilişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok hem de Avrupa Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu temsilcisi Olli Rehn tarafından defalarca ifade edildi. Olli Rehn 3 Eylül'de görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, “AB'nin Türkiye'ye verdiği taahhütleri yerine getirmesi gerekiyor. Tabii Türkiye'nin de… Protokol tam olarak uygulanmalı. Bu AB'nin kırmızı çizgisidir. Müzakereye açık değildir ve Türkiye'nin taahhüdüdür” ifadesini kullandı. Elmar Brok ise “ Kıbrıs, Türk liman ve havalimanlarını kullanmayacaksa, protokol pratikte uygulanmayacak demektir. Ek protokolün imzası müzakere için ön koşuldu. Türkiye'nin beyanıyla bu olanaksız hale geldi” demektedir. Türkiye her ne kadar Gümrük Birliği'nin mal ticaretini kapsadığını, ama limanların kullanılması gibi hizmetleri öngörmediğini söylemekteyse de bu, komisyon tarafından kabul görmemektedir, görmesi de mümkün değildir; çünkü mal ticaretinin yapılması, malların ulaşımını da içermek zorundadır.

7 Eylül'de yayınlanması planlanan karşı deklarasyonun taslak metninde de bu eğilim kendisine yer buldu. Taslakta Kıbrıs Cumhuriyeti'nin açıkça tanınması değil, mal ve hizmet ulaşımına imkan sağlayacak biçimde limanların Rum bandıralı gemilere açılması ısrarla talep edilmektedir.

AB Daimi Temsilciler toplantısında üzerinde yoğun tartışmaların yaşandığı karşı deklarasyon taslağı özetle şunları içermektedir:

* Türkiye'nin yayınladığı deklarasyon ek protokolün bir parçası değildir ve yükümlülükler üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır.

* Türkiye ek protokolü ayrım gözetmeden tüm AB ülkelerine uygulamalıdır.

* Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde müzakere sürecinde mal ve hizmet dolaşımı tartışmaya açılmayacak.

* Ek protokolün uygulanması AB tarafından izlenecek.

* AB, uluslararası hukuk bağlamında Kıbrıs Cumhuriyetini tanıyor.

* AB, Türkiye'nin tüm AB ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesine büyük önem veriyor.

Yapılan açıklamalar, limanlar ve havalimanlarının kullanımının, 3 Ekim'de başlayacak olan AB müzakere sürecinde tartışmaların en yoğun yaşanacağı alan olacağını göstermektedir. Kuşkusuz, sermayenin genişleme, tüm alanlara nüfuz etme eğilimi gözönünde tutulduğunda, bunun son derece olağan olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Yeni arayışlar

Müzakere süreci yaklaşırken, müzakerelerin hedefleri de tartışma konusu edilmektedir. Avrupa Komisyonu'nun müzakerelerle ilgili önerisi, ucu açık ancak tam üyelik hedefine yönelik olarak görüşmelerin yürütülmesidir. Ancak, Avrupa Komisyonu'nun sürece yönelik olarak yaptığı “Hiç kimse müzakerelerin sonucunu önceden söyleyemez. Ucu açık olduğu için bu, müzakere çerçeve taslağında da açıkça ifade ediliyor” açıklaması, farklı senaryoların gündeme getirilebileceğini göstermektedir.

Sözü edilen farklı senaryo, Almanya başta olmak üzere, Fransa ve Avusturya tarafından da dillendirilmektedir. Bilndiği gibi, Almanya'nın Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi lideri Angela Merkel AB'nin muhafazakar başbakanlarına bir mektup göndererek, Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık verilmesini istemişti. Merkel “Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan Avrupa'nın kapasitesini aşacağı ve Avrupa'daki bütünleşme sürecini tehlikeye atacağına inancımız tamdır” diyordu. Bu söyleme sadece Merkel'in seçim öncesi yaptığı bir manevra gözüyle bakılmamalıdır. Genişlemeden sorumlu Rehn de yaptığı açıklamada “İmtiyazlı ortaklık fikri Ankara açısından olumlu sonuç doğurabilir” demektedir. Türkiye'nin tavrı ise şimdilik imtiyazlı ortaklığın kesinlikle kabul edilmeyeceği olarak ifade edilebilir. Erdoğan'ın mahalle kabadayısı edasıyla yaptığı “Bizim kitabımızda imtiyazlı ortaklık diye bir şey yok” açıklaması şu anki tavrı özetliyor. Ancak müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte Türkiye'nin gündemine imtiyazlı ortaklığı alacağını söylemek mümkün.

Son süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti'nin takındığı tutuma gözatmak da AB'yi bütünlüklü anlamak açısından yararlı olacaktır. Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos, Türkiye'nin Kıbrısı AB'nin tam ve eşit bir üyesi olarak tanımaması halinde, Kıbrıs'ın Ankara'nın üyelik müzakerelerine başlamasını veto edeceğini söylemişti. Ancak sonradan bu cümleleri bir tarafa bırakarak ek protokolün uygulanmaya konulması üzerine ısrarlarını yoğunlaştırdı. Çünkü, sürekli vurguladığımız gibi, Avrupa Birliği sermayenin bütünleşmesidir ve aslolan sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Siyasi birliktelik er ya da geç bunu takip edecektir. Ekonomik bütünleşme öncelikli hedef olduğundan “siyasi tanıma” yerine, ek protokolün tanınması ve uygulanması istemi ağırlık kazanmaktadır.

Bunlara ek olarak şunu da söylemek gerekiyor. Türkiye'nin ek protokolü imzalaması her halükarda, AB'nin 25 üyeden oluştuğunu kabul ettiği anlamına gelmektedir. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesidir. Sermaye devleti, aynı masada oturduğu, aynı belgelere imza attığı muhatabını görmezlikten gelmeye çalışmaktadır. Uluslararası hukuk açısından farklı yorumlar yapılsa da durum budur. Sonuç olarak, gerçekler inatçıdır, kabul edilse de edilmese de...

---------------------------------------------------------------------------------------

Kayseri'de 1 Eylül...

Şimdi “Saraylarla savaş, kulübelerde barış” zamanı!

1 Eylül günü saat 15.00'te Dünya Barış Günü dolayısıyla Kayseri Hunat Meydanı önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şunlar söylendi:

“Şurası açıktır ki; son gelişmelerin de gösterdiği gibi, umudunu emperyalist AB'ye, ABD'ye ve sermaye iktidarını bağlayarak, Kürt sorunu çözülemez. Zira onlar çözümün değil, sorunun bizzat kaynağı ve sebebidirler. Barış isteyen tüm halklar, bu isteklerine kavuşmak için nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini, Filistin ve Irak direnişleri üzerinden görebilirler. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir tarihte uğruna savaşılmadan kazanılmış kalıcı bir barış yoktur. Kalıcı bir barışı kazanmanın yolu, savaşın sebep ve kaynaklarını, yani kapitalist-emperyalizm belasını yoketmekten geçiyor. Kalıcı bir barışa kavuşmanın yolu devrim ve sosyalizmden geçiyor. Şimdi ‘saraylarla savaş, kulübelerde barış'ın zamanı. Şimdi; savaş, saldırganlık, ırkçılık ve faşizmin; sömürü ve zulmün; ulusal baskının kaynağı olan emperyalist-kapitalist sistemin yıkılması için mücadeleyi yükseltme zamanı…”

BDSP, Gençlik Federasyonu, ESP, İHD ve Pir Sultan Abdal Kültür Ve Dayanışma Derneği'nin ortaklaşa katılımıyla gerçekleşen açıklamaya yaklaşık 25 kişi katıldı.

Açıklamada sık sık “Kahrolsun ABD emperyalizmi!”, “Katil ABD Ortadoğu'dan defol!”, “Biji aşiti/yaşasın barış!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

Açıklamanın ardından barışı anlatan türkülerin söylendiği, şiirlerin okunduğu bölüm etrafta bulunan insanların oldukça dikkatini çekti. Kısa süreli şiir ve müzik etkinliği kalabalık bir kitle tarafından izlendi.

Reformist çevrelere ve KESK'e bağlı sendikalara yapılan eyleme katılım çağrıları sonuçsuz kaldı. Bu çevreler 1 Eylül'ü salon toplantılarına hapsettiler.

BDSP/Kayseri