10 Eylül 2005
Sayı: 2005/36 (36)


  Kızıl Bayrak'tan
  Faşist terör ve provokasyonlarla Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini boğamazsınız!
  Gemlik yürüyüşü devlet terörü ve linç girişimiyle engellendi
  Özelleştirme yağmasını ancak işçi sınıfı durdurabilir
  TÜPRAŞ'ta konuşma sırası işçilerde!
  TÜPRAŞ işçisi özelleştirmeye karşı direnme kararlılığında
Avrupa Birliği sürecinde son gelişmeler
AB "demokrasisi" yolunda "iş kazaları": Grevciye yasak, sendikalıya kurşun
  Sınıflı toplumların sınıf ayrımcı okulları: Eğitimde eşitlik için sosyalizm!
  Katrina kasırgası; Doğal afet mi kapitalizmin çöküşü mü?
  Felaketin ve sefaletin küreselleşmesi!
  Katrina'nın aynasında iki Amerika
  Katrina evdeki "üçüncü dünya"yı açığa çıkardı
  Devletin devekuşu politikası ve boşa çıkan İmralı çizgisi (Orta sayfa)
  Sendikal tazminat hakkı nasıl gaspediliyor!
  Dinsel gericiler siyonistlerin hizmetinde
  Irak'ta İmam Musa Kazım anmasında bine yakın Iraklı can verdi

  ABD'de neo-faşist çetenin saltanatı sarsılıyor

  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Gücümüzü Ümraniye İşçi Kurultayı'nda birleştirelim!
  12 Eylül faşizmi üzerine
  Bir mücadele deneyimi...
  Pendik BDSP'den açıklama; Dar grupçu çatışma değil devrimci mücadele
  Bültenlerden/ Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden/ Mamak Türküsü
  Basında 6-7 Eylül provokasyonu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Pendik BDSP'den devrimci kamuoyuna zorunlu bir açıklama...

Dar grupçu çatışma değil devrimci mücadele!

Haziran ayından bu yana İstanbul'un dört bir yanında emekçilerin yoksul barınakları gecekonduların yıkımı gündeme geldi. Belediye yetkilileri bugüne kadar 1600'ün üzerinde gecekondunun yıkıldığını açıkladılar. “Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında gecekondular yıkılmaktadır. Elbette sermaye devletinin amacı planlı kentleşme, sağlıklı konut vb. değildir. Uzun zamandır yağmayı bekleyen bu alanlar AKP hükümetinin sermaye cephesindeki destekçilerinin talanına açıldı. Bir bölümü meclisten geçmiş olan Yerel Yönetimler Yasası aracılığıyla da yeni yağma ve talan alanları açılmaya devam edilmektedir.

İşçi ve emekçilerin gecekondularına göz dikilmesi doğal olarak bir tepkiye, kimi yerde ise güçlü karşı koyuşlara neden olmaktadır. Farklı ekonomik ve sosyal saldırılar karşısında tepkisiz kalan emekçiler, evlerinin başlarına yıkılması, yıllarca sürecek borç yükü ya da sokakta kalma kaygısıyla devletin kolluk güçleriyle en sert bir çatışmaya girmekten çekinmiyorlar.

Geçtiğimiz yıl Aydos'ta olduğu gibi birleşik bir biçimde geliştiğinde direniş daha militan bir karakter kazanıyor. Gecekondu yıkımları, köleci iş yasaları vb. gibi uzun vadede değil anında yıkıcı sonuçlar doğurduğu için eylemli tepkilere konu oluyor.

Devrimciler payına diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi gecekondu yıkımları da bir mücadele konusudur. Bunun için yıkımın arkasındaki emperyalist politikaların, işbirlikçi sermaye gerçeğinin, rant ve talanın kitlelere anlatılması, kapitalist sistemin en etkili bir şekilde teşhir edilmesi gerekiyor. Kimi sosyal reformist düzen partilerinin ya da küçük burjuva devrimcilerinin yaptığı gibi, belediye memurlarının hazırladığı projelere karşı alternatif projeler üretmek, mücadeleyi darlaştırmak anlamına geliyor.

Yıkımlar tek başına İstanbul'la sınırlı değil. Başta da ifade ettiğimiz gibi, Mersin, Hatay, Ankara gibi Türkiye'nin her yanına yayılmış durumdadır.

Devrimcilerin sistemli olarak faaliyet yürüttüğü kimi alanlarda da yıkımlar gerçekleşti. Bu alanlarda nispeten daha derli toplu ve daha erken bir takım tepkiler örgütlenebildi. Kimi yeler ise alışılmış küçük burjuva eylem pratiklerine sahne oldu. Yıkımların halen devam ettiği Kurtköy-Cambazbayırı Mahallesi'nde ise, yaşanan son yıkım süreci üzerinden küçük burjuva devrimciliğinin “öncü”lük ve pay kapma tartışması gündeme geldi.

Tartışma, Atılım gazetesinde yayınlanan yazılardan sonra HÖC Anadolu Yakası temsilciliğinin ESP'nin iddialarına verdiği yanıtla başladı. Tartışma farklı konuları içerse de bizi ilgilendiren Kurtköy'de yaşanan yıkımla ilgili bölümüdür. Tarafların suçlamalarına geçmeden önce temel bir takım değerlendirme kıstaslarını hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Toplumsal mücadele içerisinde yüzlerce farklı sorunla karşılaşmak mümkündür. Kuşkusuz ki yaşadığımız siyasal coğrafyada bütün kötülüklerin ve sorunların gerçek kaynağı sermaye iktidarı ve onun devlet mekanizmasıdır. Genel toplumsal sorunlarda olduğu gibi yerel alanlarda yaşanan sorunlarda da bir taraf olması gereken devrimci öznenin rolü, o sorun aracılığıyla sorunun kaynağını, dolayısıyla sermaye iktidarının gerçek yüzünü emekçilere anlatmak, tepki ve öfkeyi sisteme yönlendirmektir. Sorunlar karşısında mücadeleci eğilim gösteren apolitik kitleyi politize etmek, sistem karşısında sınıfsal bir bilinçle konumlandırmak ve genel mücadeleci kitle içerisinde ileri çıkanları militanlaştırmak diyalektik bir bütünlük taşır. Politik planda düşünüldüğünde, ne sorunun bir parçası olan kitlenin ne de devrimci özne ya da grubun mücadele sonucunda sorunun çözümünde bir kazanım sağlayıp sağlayamadığı temel bir önem taşımaz. Zira devrimci bakışaçısı ve kaygılarla değerlendirildiğinde, mücadele sürecinde kitlenin bilincinde bir sıçrama olması, örgütlü mücadelenin kavratılması, kitlenin politikleşmesi başarının gerçek ölçütlerinden biridir. Dolayısıyla mücadele içerisindeki devrimci öznenin önderlik yeteneği de bu ölçülere bakılarak anlaşılır.

Sözkonusu tartışmayı açan ESP'nin Cambazbayırı'ndaki pratiğine ve “öncü”lük iddialarına bu belirlemeler üzerinden bakalım.

Atılım gazetesinin 5 Ağustos tarihli 66. sayısında yayınlanan yazıda şu ifadeler yeralıyor:

“ESP, 5 aylık bu sürecin başından itibaren hiçbir anını kaçırmaksızın içinde ve önündedir. Geniş halk toplantısında seçilen halk komisyonu halkın denetimine açıktır ve sürecin motor gücü olmuştur. Temel kararlar geniş halk toplantılarında alınmıştır. Emekçi demokrasisinin işletildiği süreçler olmuştur. Halk fikrinin ve emeğinin gücünü görmüştür, temsilcilerini seçmiştir.

“Bazı siyasi çevrelerin açığa çıkan bu halk iradesini tanımama, devrimci gruplardan oluşan bir komite kurma yönelimi içerisine girmesi, ‘Halk komisyonunu tanımıyoruz' demesi ise halkın moralini bozmaktan ve halkı devrimcilere karşı soğutmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu kitlelere tepeden bakan siyaset tarzıdır. Bu olumsuz tutumlar hala sürmektedir.''

19 Ağustos tarihli Atılım'ın 68. sayısının “Yapıdan” köşesinde ise “Yıkımlara karşı halkın iradesini temsil eden organlarda kendisine ‘hak ettiği' yeri edinemeyen bazıları sabotaj mı yapmaya çalışıyor? Tabi ki, emekçi demokrasisine uymalarını, halkın iradesine saygı göstermelerini isteyeceğiz.” deniliyor.

Her iki yazıda da gerçek olmayan değerlendirmeler sürüp gidiyor. Ancak her ikisine de hakim olan ruhhali ben merkezci dar grup mantığıdır. Söylendiği gibi ESP'nin Cambazbayırı'ndaki pratiği ancak 5 ay önce yıkım sürecinde başlamıştır ve başlar başlamaz da “öncü” olmuştur!? Ne var ki bu çevrenin çarpıtma ve abartmalarına yeni tanık olmuyoruz. Cambazbayırı'nda ESP, komisyonu, sürecin en başından bu yana denetimi altına almaya çalıştı. ESP'ye has ayak oyunlarıyla yaptı bunu. “Komisyon”u halkın iradesini çiğnediği andan itibaren sert eleştirilere tabi tuttuk. Örneğin halkın itirazına rağmen barikatın trafiğe açılması, son birkaç güne kadar ESP'nin, kendisinin de içinde yeraldığı devrimci platformu hiçe sayıp, devrimcilerle halkı karşı karşıya getirme çabaları vb. komisyonun düştüğü durumu anlatmaya yeterlidir. Bu durum karşısında tutumsuz kalan ESP'dir, zira bunun kaynağı kendileridir. Bu nedenle sözde halkın iradesini temsil eden ve devrimcileri dıştalayan komisyonu savunmak da ESP'ye kalmıştır. Halk karşı çıktığı halde barikatın kaldırılması ve bunun bir tartışma sonucu değil jandarmayla yapılan pazarlık sonucu yapılması ESP'nin “emekçi demokrasisi”ni nasıl işlettiğinin bir örneğidir.

Diğeri ise ilk barikatların kaldırılmasında ESP temsilcisinin, halkın ciddiye alıp tartışmadığı jandarma yetkilileriyle anlaşarak sabah barikatların kaldırılacağına dair teminat vermesidir. ESP, yıkım süreci boyunca mücadelenin çıkarları yerine dar grup çıkarlarını önplana çıkarmış, bu da birçok olumsuz sonuca neden olmuştur.

ESP'nin “öncü”lük yarışının arkasında bölgedeki faaliyetinin yeni ve kitle bağlarının zayıf olması yatmaktadır. Yıkım sonrası süreçte herşeyi ESP yapmış edasıyla “öncü”lüklerini kanıtlamaya çalışmaları bu tutumun yansımasıdır.

ESP gibi “Yapıdan”ın yazarı da doğal olarak aynı içgüdüyle davranmaktadır. Devrimci ortak pratik karşısında gerileşmiş bir platformu eleştirmeyi sabotaj olarak değerlendirebilmektedir. Oysa burada ESP'nin ve “Yapıdan”ın ikiyüzlü tutumu açığa çıkmaktadır. Son iki güne kadar ESP de, yer yer yaşanan tartışmalara rağmen, devrimci platformda yeralmıştır. Platform tartışmalarında komisyona yönelik eleştirilere karşı yanıt vermemişlerdir. Zira eleştirilerimiz somuttur ve gerçeğin karşısında komisyon üyeleri olduğu gibi ESP de duramamıştır. Ancak oportünüst bir siyaset tarzı izleyerek ESP temsilcilerinin karşı çıkmadığı eleştirilere ESP'li komisyon üyesi karşı çıkmıştır. O da, 14 kişiden 4 kişiye düşmüş olan, fakat her nasılsa “halkın iradesi”ni temsil eden komisyonun varlığını savunmuştur.

Ayrıca ESP'liler yaptığımız ikili bir toplantıda “dışardan olduğumuz için komisyona müdahale edemeyeceğimizi” söylemişler, semte sonradan gelen devrimcilere yönelik olarak da “dışardan gelenler karışmasın, bir şeyler yapmak istiyorlarsa da komisyona destek versinler” şeklinde söylemler kullanmışlardır. Operasyon günü de jandarma komutanı “dışarıdan gelenler mahalleyi terketsin, siz karışmayın” demiştir. ESP'nin halkla devrimcileri karşı karşıya getirme zemini yaratmaya çalışan sözleriyle jandarma komutanının söyledikleri arasındaki bu benzerlik ESP adına utanç vericidir.

ESP'nin bu pratiklerine baktığımızda, geride kalan süreçte ESP açısından kitlelerin bilincinde nasıl bir ilerleme olmuştur, mahalle emekçileri örgütlülüğün gücünü ne ölçüde kavramıştır vb. sorularını sormak yersiz olacaktır. Onlar için asıl sorun ESP ne düzeyde “öncü”leşmiştir. İddiaları gerçekliği bir parça da olsa yansıtsaydı, yıkımın daha yakıcı bir hal aldığı Cambaztepe'de “Halkın iradesini temsil eden organ olan komisyon” yaşama şansı bulur, halka önderlik ederdi. Oysa devrimci eleştirinin haklılığı karşısında dağılıp gitmiştir. ESP şimdi farklı alanlarda komisyonun hayaletiyle avunmaktadır.

28 Ağustos tarihli Yürüyüş dergisinde Anadolu Yakası HÖC Temsilciliği imzalı yazıda ise şu açıklamalara yer verildi, “Halk Pendik belediyesi önünde haklarını kazanıncaya kadar oturma kararlılığı gösterirken, ESP başta olmak üzere diğer yapılar (HÖC'e) ‘otobüslerin geri döneceğini' söyleyerek eylemi sona erdirdiler. Halka ise ‘belediye önüne yine gelineceğini, bu kararlılıktan vazgeçilmeyeceğini, burayı yol eyleyeceklerini' söylemişlerdir”.

Bu açıklamalar temelde ESP'yi hedef alsa da yersiz ve çarpıtmaya dayalıdır. Birincisi Pendik eyleminin şekli HÖC'ün de içinde olduğu ortak toplantıda belirlenmiştir. Alınan kararlarda, öğlen Belediye'ye gidileceği, Belediye'nin heyetin görüşme isteğinin reddetmesi durumunda halkın karşısına çıkıp açıklama yapması ve bunu yapmadığı koşullarda ise mesai saatinin bitimine kadar beklenmesi yeralıyordu. Tahmin edilenler oldu ve heyetin görüşme isteği kabul edilmedi. Bunun üzerine bekleyiş başladı. Akşama doğru otobüs şoförleri akşam servislerine gitmekte ısrar ettiler. Belediye Başkanı'nın kaçtığının kesinleşmesi üzerine eylemi bitirme önerisini herkese sunduk. Hiç de HÖC'lü arkadaşların dediği gibi kararı alıp onlara söylemedik. Herkes eylemin bitirilmesinde ortaklaşmıştı.

HÖC'lü arkadaşların söyledikleri ise net değildir. Orada eylemin bitirilmemesine dönük bir tartışmaları olmamıştır. Dolayısıyla kendi dışlarında bir şey yapılmış gibi suçlayıcı ifadeler kullanmaları son derece yersizdir ve çarpıtmadan öteye gitmemektedir.

Pendik Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu