29 EKİM 2005 Sayı: 2005/43 (43)

  Kızıl Bayrak'tan
  TMY karşıtı mücadelenin görevleri...
  Ordu-hükümet geriliminde son perde
  2006 Bütçesi mecliste; Sömürü ve soyguna karşı mücadeleyi yükseltelim!
  2006 Bütçesi; Vergiler yine işçi ve emekçileri vuracak!
  TÜSİAD gözünü enerji ve ulaşım sektörüne dikti; Sermaye yağmaya doymuyor
Telekom yağmasının önündeki engeller temizleniyor
Yargı "siyasallaştırılıyor" mu? Yoksa düzen siyasetinin göbeğinde mi duruyor?
  Umut tacirleri emekçileri soymaya devam ediyor
  Burjuva parlamentosundan pislik akıyor
  Eğitim-Sen'de neler oluyor?
  Sosyal güvenlik açıkları sermayenin eseridir!
  İstanbul Migros işçileri; Haklıyız, kazanacağız!
  İzmir'de 6 Kasım tartışmaları
  Demorkari mücadelesi ve Kürt sorunu: "Demokrasinin sınırlarını genişletme" programı/ Orta sayfa
  Erdemir örsündeki OYAK
  Gecekonduları niçin yıkmalıyız?/ Y. Akkaya
  "Uygar dünya" Pakistan halkını ölüme terketti
  Suriye emperyalist saldırganlığın hedef tahtasında
  Azerbaycan; Aliyev hanedanlığı kendini güvende hissetmiyor
  İşgal ordusu bölgedeki "kalıcı üslerini" genişletiyor
  Genç bir komünistin mücadele günlüğü; Kayaları parçalayan dalgaların sürekliliğidir
  Anti-emperyalist mücadele üzerine
  Medyatik uyuşturucu futbol
  Başarının sırrı / Sosyalist-Şoreşger
  Bültenlerden / Tersane İşçileri Bülteni
  Bültenlerden / Anadolu Yakası İşçi Bülteni
  Basından/ Beşar rejimi daha ne kadar yaşar?
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Başarının sırrı...

Toparlanma ve yeniden inşa... İçinde geçmekte olduğumuz yenilgi ve tasfiye sürecinin en temel görevi bu... Aslında yarını bugünde başarmanın sırrı da bu temel görevin kendisinde düğümlenmektedir. Peki, bu temel görev nasıl ve neyle başarılacak? Daha da önemlisi kim başaracak? Sorunun can alıcı noktası “kim” kavramında gizli... O nedenle özellikle bunun üzerinde durmamız, bu sorunun yanıtını çözmemiz gerekir. “Kim başaracak” sorusunun yanıtını pratik olarak çözmediğimiz sürece günün görevlerini, dolayısıyla yarının başarısını bugünde güvence altına almak mümkün olmayacaktır.

Toparlanma ve yeniden inşa, özünde bir yıkımı, bir enkazı, bir çözülme ve dağınıklığı, bunlardan kaynaklanan bir ihtiyacı anlatıyor. Yıkım ve enkaz, çözülme ve dağınıklık, yılgınlığı, çok yönlü kaçışı, sınırsız düzen içi eğilimi de içinde barındırıyor... Yıkım ve çözülme bütünlükle ve eksenle, omurgayla ilgilidir. Dolayısıyla ideolojik, moral, örgütsel ve kadrosal yıkımın boyutları sanılanın ötesinde derin ve geniştir. Bu, toparlanma ve yeniden inşa sürecinin handikaplarını ve sancılarının derinliğini, niteliklerini anlatıyor.

Bir zamanlar, belirsiz bir tarihte değil, 1990'lı yıllarda bu topraklar ve onların üzerinde yaşayanlar, devrime durmuştu, ayağa kalkmış, düzene ve devlete radikal bir tavır almıştı... Bu rastlantı değildi. Bir ideal, bir strateji, bir savaş ve kazanma istemi vardı; herkes bu dalgada kendinden bir şeyler buluyor ve ona koşuyor, onu gerçekleştirmenin heyecanını yaşıyordu... Bir insan seli gibiydi... Ama zaman geldi, bu dalga durdu, geriledi ve İmralı teslmiyetiyle birlikte yerini başka bir dalgaya bıraktı: Çok yönlü düzene yöneliş, yıkım, kendinden ve geçmiş mücadelesinden kaçış, adeta yaşamı yeniden “keşfediş”, düzen içinde yer edinme telaşı, eğilimi ve sınırsız çabası, dahası bunun çeşitli bahenelerle teorileştirilmesi, var olan egemen eğilimi anlatıyor...

Dünün savaşçılarına, siyasetçilerine, kadrolarına baktığınızda yukarda kaba çizgileriyle resmedilen insan manzaralarıyla fazlasıyla karşılaşırsınız!

Dün toplumun en dinamik kesimi olan, onun öncülüğüne soyunmuş bu insanlara ne oldu? Bu, geniş boyutlarıyla tartışılması gereken bir konu, ama biz sadece var olan “dinamik”, “öncü” insanlardaki yıkımın boyutlarını saptamakla yetiniyoruz. Burada “enkaz edebiyatı” yapmanın bir anlamının olmadığını da vurgulamak, bunun günün görevlerini örtecek bir bahane olmaması gerektiğini belirtmek isteriz.

Ulusal kurtuluş mücadelesini toparlama ve yeniden inşa mücadelesi nasıl başarılacak, neyle başarılacak? Bu sorular gerçekten siyasal iddiası ve kimliği olan her kesimin ve herkesin sorduğu ve üzerinde düşündüğü bir soru.

“Nasıl” sorusu, yolu anlatıyor. Bunu teorik ve progmatik olarak belirlemek ve deklere etmek pek zor değildir.

“Neyle” sorusu, aracı anlatmaktadır. Bunun yanıtını da teorik olarak vermek çok zor olmasa gerektir!

Ama daha önemli olan bu sorulara kan ve ruh verecek başka bir sorudur. Bunu, kim başaracak sorusudur.

Kim, özneyi anlatıyor ve onu anlamamızı sağlıyor.

En genel anlamda kim sorusunun yanıtını, sınıfsal-toplumsal düzlemde belirlemek önemlidir. Genel çerçeve ve yanıt bakımından bu önemlidir. Ama yeterli değildir, özneyi bu genel bağlam içinde daha da somutlaştırmak ve soyut değil, somut özne boyutunda incelemek gerekir.

Yine bu sorunun yanıtını, siyasal temsil, siyasal partiler veya örgütler bağlamında vermek de mümkündür! Aynı zamanda bu, gereklidir de. Ama biz bu yazımızda buna değinmiyoruz.

Mücadelenin toplumsal ve siyasal aktörlerine kan veren, ruh taşıyan ve onları canlı bir organizmaya dönüştüren gerçek insandan, kadrodan, politik özneden söz etmek istiyoruz. Kim başaracak sorusunun yanıtı, işte bu gerçek politik insandır, kadrodur. Kendi başına ve “kıymeti kendinden menkul” politik insan veya kadrodan değil, politik bir programı, samimi ve tutarlı bir çizgisi olan, örgütlü mücadelenin emekçisinden, çalışanından söz ediyoruz.

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini toparlama ve yeniden inşa mücadelesinden, gerçekten çok zorlu bir süreçte başarılması gereken zorlu bir görev ve onun gerçek kadrosundan söz ediyoruz. Burda çok ideal, kusursuz bir profil çizme eğiliminde değiliz. İdeal ve kusursuz insan, aslında yok. Devrimci sosyalist kusursuz, ideal, her şeyi ile mükemmel değildir. O, her şeyden önce bir dava adamıdır, kendisini davasıyla, görevleriyle, amaçlarıyla tanımlayan, bu toplumdan çıkmış, ondan etkilenen, sürekli bir etkileşim içinde olan gerçek insandır.

İdeolojik ve politik çizgi, örgütlü çalışma devrimci kadro için önemlidir, aynı zamanda kendisinin kimliğini tanımlar. Ama bu kavramlarının içeriğinin tam ve iyi doldurulması gerekiyor.

Devrimcilik, her şeyden önce bir yaşam tarzıdır, düzen içinde düzene tutarlı, kararlı ve samimi kafa tutuştur!

1970'li, ‘80'li, ‘90'lı yıllarda PKK'li kadrolarının başarısının özü böyle bir devrimcilikte saklıydı. Onlar dediklerini yapıyor ve ona göre yaşıyorlardı. Okullarını, mesleklerini, aile düzenlerini geride bırakarak kendilerini amaçlarına verdiler. Ve başardılar...

Devrimcilik, gerçek anlamda bir aşk gibidir, bir sevgi gibidir! Onda kendini sınırsız verme, bir karşılık beklemeden kendini ortaya koyma ve davasıyla bütünleşme, bir kişilik özelliğidir, ahlaki, vicdani bir niteliktir. Onu denetleyen ve yönlendiren, “dış” etkenler, örgütsel disiplin değil, bu ahlakı kavrayışı ve vicdani sorumluluk duygusudur!

Devrimcilikte ve gerçek sevgide birileri için, başkası için bir şey yapma, bir şey verme, yaşamını ortaya koyma durumu yoktur. Birileri için yapılan bir şey, her zaman “yarım” kalmaya, başarısızlığa uğramaya mahkumdur ve yapan için de parçalayıcı, tövbe ettirici bir yan içerir! Ama amacı için hiçbir kayıp ve kazanç endişesi taşımadan, hiçbir beklenti içinde olmadan kendini ortaya koymak, bir bütünlüğü, tutarlı bir kişiliği ve ahlaki güzelliği anlatır!

Bu, aslında kusursuzluk değildir! Sadece dava ile tutarlı ve samimi bir bütünlüğü anlatır! Düzen karşısından tutarlı bir kafa tutuşu anlatır! Düzen ile ilişki, düzenle mücadele kendi içinde bir etkileşimi, çözülmesi gereken bir dizi çelişkiyi, boşluğu getirebilir. Bunları aşmak, sürekli bir mücadeleyi gerektirir. Ama bunun için dava ve düzen karşısında samimi duruştaki ısrar esastır!

Aslında yenilginin ve tasfiyeciliğin egemen olduğu bu süreçte ihtiyaç duyulan, samimi devrimciliktir; ‘70'li yıllarda Kürdistan devrimcilerinin yaşam karşısındaki duruşlarıdır! Yani sorumluluk duygusuyla kendisini davasına veren, yaşamını ve ilişkilerini buna göre düzenleyen, yaşam çelişkilerini bu bağlamda çözmeye çalışan ve bunu örgütlü bir zeminde ete-kemiğe büründüren devrimciliktir.

Bunu başarmak mümkündür, bu özelliklere sahip örgütlü bir çekirdeğin gelişip serpilmesi mümkündür! Yeter ki, toparlama ve yeniden inşa mücadelesine göre kendimizi ve yaşamımızı yeniden örgütleyelim ve düzenleyelim!

Sosyalist-Şoreşger

--------------------------------------------------------------------------------------

20 Ekim TUYAB eylemi...

“Tecrit kaldırılsın, hücreler kapatılsın!”

TUYAB bileşenleri beş yıl önce 20 Ekim'de başlatılan Ölüm Orucu Direnişi'nin yıldönümü vesilesiyle Galatasaray Postanesi'nde bir basın açıklaması düzenlediler. Eylemde “Tecrit kaldırılsın, hücreler kapatılsın!” pankartı açıldı.

TUYAB dönem sözcüsü Oğuzhan Şafak'ın okuduğu basın açıklamasında şunlar söylendi:

“Devrimci tutsaklar, bugüne kadar devrimci iradelerine yönelen her saldırı karşısında nasıl kararlılıkla durdularsa, hücre saldırısına karşısı da aynı kararlılıkla direnişe geçtiler. Devletin bu kapsamlı saldırısına yanıtı, kendi bedenlerini ortaya koyarak, yani sonradan ölüm orucuna dönüşecek şekilde SAG'ni başlatarak verdiler. Ölüm orucu direnişi, devletin bu kapsamlı saldırısına meydan okumaydı. Büyük bedellerle kazanılan mevzilerin yine büyük bedelleri göze alarak savunulacağının ilanıydı. Yıllar boyunca cezaevlerinde süren direnişçi çizginin ölümüne bir kararlılıkla savunulmasıydı.”

“İnancın olduğu yerde zulmün hükmü yoktur!” sözleriyle son bulan basın açıklamasının ardından eylem “Devrimci irade teslim alınamaz!”, “İçerde, dışarıda, hücreleri parçala!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!” sloganlarıyla sona erdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul