8 Aralık 2006 Sayı: 2006/48 (48)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emekçilerin ve halkların direnişini zorbalıkla bastıramazsınız!
  Demokrat” maskeli Ağar’ın yayılmacı emelleri
  Asgari ücretin belirlenmesinde bildik oyun bir kez daha sahneleniyor...
  Sermayenin sinsi tuzağı...
Sömürü ve soygun bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık’ta iş bırakıyor…
Yapı Yol-Sen Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri Halil Tümtürk ile iş yavaşlatma eylemi üzerine konuştuk...
Asgari ücret üzerine işçilerle konuştuk...
 Gençlik faşist saldırganlığa boyun eğmeyecek!
  Trabzon’da çalışmalarımız sürüyor...
  Ortadoğu'yu Balkanlaştırma planı!..
  İşçilerin ve devrimci öncü işçilerin birliği sorunu
  Sınıf çalışmamızın ulaştığı yeni aşamanın özlü bir ifadesi!
  Volkan Yaraşır’ın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  Komanteks'te sendikasızlaştırma saldırısı
  MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3 - Yüksel Akkaya
  Zaferi üçüncü kez Hugo Chavez’in!
  Seçimlerin kıskacında ümitsiz aşk: Avrupa Birliği üyeliği - Yüksel Akkaya
  Lübnan karanlık bir sürece çekiliyor - Abu Şehmuz Demir
  “Beterin beteri var” tesellisi ve tecrit güzellemesi…
  Proletaryanın ilk isyan çığlığı... “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!”
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/3

İşçi sınıfının yükselen mücadelesine karşı “milliyetçi” sendikal barikat

Yüksel Akkaya

İşçi sınıfının mücadelesi yükseliyor... MHP reaksiyondan aksiyona yöneliyor: Nerede işçi orada “milliyetçi” (hareket partisi)!

1970’li yıllar işçi hareketlerinin gelişmeye başladığı, sanayileşmeye bağlı olarak işçi sınıfının nicelik olarak da arttığı yıllardır. 1970’te 800.000 civarında olan sendikalı işçi sayısı, 1975 yılında 930.000’e ulaşmıştır. 1974 yılı grev sayısında önemli artışların yaşandığı yıl olup, grevlerde kaybolan işgünü de ilk kez 1 milyonu aşmıştır. Benzer eğilim 1975 yılında da sürmüştür. İşçi hareketindeki hem örgütlenme hem de eylemlilik açısından yaşanan bu canlanma beraberinde yeni bir dönemi de başlatmıştır. DİSK ile Türk-İş arasındaki sendikal rekabet ise önemli gerginliklere yol açmaya, Türk-İş yönetimi DİSK’i militan yetiştirmekle itham etmeye başlamıştır. A. Işıklı “ DİSK’i militan yetiştirmekle itham eden Türk-İş Eğitim Sekreteri ‘Milliyetçi’ cephenin en ünlü organlarından birinde kalem oynatmaya devam ediyor” dedikten sonra, Türk-İş yönetici kadrolarının ‘milliyetçi’ cepheye yakın unsurlar olduğuna dikkat çekiyor.

1970 yılında Yapı-İş Sendikası üzerinde gerçekleştirilen mücadele “ülkücü hareket” ile solun sendikal alanda yönetimi ele geçirmek için giriştikleri ilk önemli mücadelelerden biri olma özelliğini taşımaktadır. S. Deniz çevresi “ülkücü hareket” tarafından, S. Ş. Kundakçı çevresi ise Dev-Genç tarafından desteklenmektedir. Yapı-İş Sendikası genel sekreteri S. Ş. Kundakçı ile sayman A. Tok, 26 Temmuz 1970 günü ülkücüler tarafından sendika merkezinde dövülür. Bunun üzerine sendikanın taşra teşkilatından gelen işçiler sendika merkezindeki “komandoları” dışarı çıkarır. İzleyen günlerde yapılan genel kongreler mahkemelik olur, Türk-İş’in de desteği ile sendika yönetimi S. Deniz ve çevresine kalır.

O güne kadar, öğrenci gençliği ve sosyalist muhalefeti hedef alan “ülkücü hareket” 1970 yılında sendikacılara yaptığı saldırıyı, 1975 yılından itibaren, tehlike kategorisi içine koyduğu işçilere yönelik olarak da gerçekleştirmeye başlar. 11 Ağustos 1975’te “Sungurlar Genel Makine ve Isı Kazan” fabrikalarında çalışan 800 işçinin bağlı bulundukları sendikadan çıkarak DİSK’e bağlı Maden-İş’ geçmeleri üzerine, aynı fabrikada çalışan MHP yanlısı işçiler demir çubuk ve tabancalarla işçilere saldırmış, üç işçiyi yaralamıştır. Türkiye İşçi Partisi’nin haftalık yayın organında bu gelişmeleri şöyle değerlendiriyordu: “İşçiyi işçiye kırdırmanın hazırlıkları yapılıyor. İşçi sınıfının en doğal demokratik eylemleri sindirilmeye, yok edilmeye çalışılıyor. İşçilerin en vazgeçilmez hakkı grev etkisiz hale getirilmeye, işçilerin devrimci sendikalarını seçme özgürlükleri ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Giderek açığa çıkan ‘örtülü güçler’ kullanılıyor”. Aynı yazıda, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki yoğun baskı ve saldırı olayları ile faşizmin ortalığa salacağı terörden 12 Ekim seçimleri öncesinde yarar umduğuna dikkat çekiliyor.

1975 yılı Aralık ayında Adana’da 3 tekstil işçisi, MİSK’e bağlı Turpek-İş Sendikası üyesi işçiler ve “komandoların” zincirli saldırısına uğrarken, Tariş’te işten çıkarılan işçilerin yerine MHP’lilerin alınması üzerine direnişe geçen işçilere komandolar saldırır, polis saldıranları değil, işçileri alıp götürür. İzmir’deki Tariş İplik Fabrikasında DİSK’e bağlı TEKSTİL sendikasının mahkeme kararı ile toplu pazarlık yapma yetkisi alması üzerine, çeşitli illerden Ülkü Ocaklarına bağlı kişiler getirtilerek işe alınmaya başlanır. Komandolar işyerinde bellerinde tabancalar ile dolaşmaya başlarlar. TEKSİF sendikası aradan çekilir, MİSK’e bağlı yeni bir sendika örgütlenmeye çalışılır. Bu nedenle de işçilere yönelik silahlı, bıçaklı bir saldırı gerçekleştirilir. Yürüyüş, “Tariş olayları faşist tırmanışın fabrikalara sıçratılmaya çalışıldığının somut bir örneği” olarak değerlendirir. 1975 yılı biterken, 26 Aralık’ta, Konya’nın Seydişehir ilçesindeki alüminyum tesislerinde Özgür Alüminyum-İş Sendikası üyesi 1000 kadar işçi, 150 komando ve MHP eğilimli Türk Metal-İş sendikası üyesinin saldırısına uğradı. 29 Aralık’ta Özgür Alüminyum-İş Sendikası’nın binasına patlayıcı madde atıldı. MHP eğilimli Türk Metal sendikası sahte üyelik fişi ile toplu pazarlık yetkisi almaya çalışmaktadır. Bu işçiler tarafından tepki ile karşılanmıştır. Seydişehir bundan sonra önemli mücadelelerin yaşandığı bir merkez olmaya başladı.

1970’li yılların ikinci yarısı yukarıda örnekleri verilen türden olayların sıkça yaşandığı yıllar olmuştur. İşçi sınıfının mücadelesinin yükselmesine paralel olarak, sermaye de yedek gücünü işyerlerine sevk etmiş, baskı, tehdit vb. yöntemlerin yetmediği yerlerde işçilere silahlı saldırılarda bulunarak bu gelişimi önlemeye çalışmışlardır. Ancak, 1970 yılında 15-16 Haziran Olayları “milliyetçi-toplumcu sendikacılık” için bir dönüm noktası olacak, diğer sendikalar içinde işçi hareketine muhalefet yerine bir tepki olarak kendi sendikal örgütlenmelerini kurmaya yöneleceklerdir. Yine bir kaygı, korku ve sermayenin yedek gücü olarak.

“Milliyetçi toplumcu sendikacılıkta” bir uğrak: MİSK

1960’lı yıllar boyunca işçileri bir “milleti oluşturan zümrelerden biri” olarak görüp, bu çerçevede değerlendiren MHP, “işkollarında kuvvetli sendikalar”ın Türk-İş içinde oluşturulabileceğini düşünmüştür. 1960’lı yıllar için ayrı bir sendikal örgütlenme gereği duymayan MHP, işçilerin “15-16 Haziran Eylemleri” nedeniyle, milliyetçi hareketin ortaya çıkışında olduğu gibi, bu kez de tepkisel olarak DİSK’e karşı 23 Haziran 1970 tarihinde MİLLİ-İŞ MİSK’i (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurdurmuştur.

İstanbul’da Plastik-İş (Türkiye Lastik ve Plastik Sanayii İşçileri Sendikası) ve Türkpek-İş (Türkiye Petrol ve Kimya İşçileri Sendikası) tarafından kurulan MİSK’e 1971 yılında 4.766 işçi üye olduğu belirtilmektedir. I. Genel Kurulu’nu 1972 yılında yapan MİSK’in 1975 yılına kadar faaliyetlerine rastlanmamıştır. 12 Mart Darbesi ve sonrasındaki gelişmeler MİSK’in kuruluş ve varlık nedenini gereksiz kılmış görünmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, yeniden ortaya çıkışı için işçi hareketinin gelişmesini beklemek gerekecektir. 1975 yılında işçi hareketinin ulaştığı boyut, MİSK’in de faaliyete geçme zamanının geldiğini göstermektedir. MİSK ortaya çıkmakta gecikmez, adı 1975 yılı Aralık ayında Adana’da 3 tekstil işçisinin, MİSK’e bağlı Türpek-İş Sendikası üyesi işçiler ve komandolar tarafından dövülmesi ve İzmir’de Tariş İplik Fabrikası’ndaki gelişmeler ile kamuoyunda yeniden duyulmaya başlar. II. Genel Kurulunu 20-21 Aralık 1975 günlerinde İstanbul’da yapar. Milliyetçi Cephe İktidarının nimetlerinden de yararlanarak örgütlenmeye çalışan MİSK’in umduğunu bulduğunu söylemek zor görünmektedir. Bir çok yerde örgütlenmeye çalışmasına rağmen ciddi bir kurucu üye sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Aynı kurucu üyeye pek çok bağlı sendikada rastlamak mümkündür.

1976 yılı, MİSK’in kağıt üzerinde de olsa, aynı kişilere sendika kurdurtarak hızla yaygınlaşmaya çalıştığı yıl özelliği taşımakta; Türkiye Komünist Partisi’nin “atılım” yılı ilan ettiği 1976, MİSK için de “atılım” yılı olmuştur. Kuşkusuz bu atılımda, MHP’nin Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinde bulunmasının, MHP’nin çeşitli devlet kademeleri ve kuruluşlardaki etkinliğinin artmasının da önemli bir katkısı olmuştur. İzmir’de Tariş İplik Fabrikası’nda olduğu gibi, pek çok işletmede DİSK’e bağlı sendikalara üye işçiler işten atılmış, yerlerine MHP’li işçiler alınmaya başlamıştır. Kamu işletmelerindeki bu uygulamanın benzeri özel kesime ait işletmelerde de uygulanmış, bu nedenle 1970’li yılların sonunda işyerlerinde sık işten atılmalara, sendikal baskılara karşı direniş ve işgallere başvurulmuş, MHP’liler, MİSK üyesi işçiler ile DİSK üyesi işçiler arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Bu saldırgan, işveren ve MC destekli sendikacılık sonucunda, MİSK’in Çalışma Bakanlığı’na bildirdiği üye sayısı 1971 yılında üye sayısı 4.766’dan 1977 yılında 225.571’e yükselmiştir. Kuşkusuz, bu sayı gerçeği yansıtmamakla birlikte, sendikal alanda işçi sınıfının yükselen mücadelesine karşı işverenler ve MC hükümetlerince önemli bir güce dönüştürülmekte olduğunu göstermektedir. Burada dikkate alınması gereken, MİSK’in özellikle imalat sanayi gibi işçi hareketleri açısından stratejik olan alanlarda örgütlenmeye çalışmasıdır. MİSK’in 1977 yılında Çalışma Bakanlığı’na yaptığı bildirime göre en büyük sendikasının 35.919 üyeli işçi sınıfının önemli mücadelelerine sahne olan tekstil sanayiinde örgütlü olan Türk Mensucat İş olması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. 1977 yılında MİSK’in ikinci büyük sendikası 29.042 üyeli Türk Yapı iken, 1979 yılında imalat sanayiinin diğer alanlarındaki sendikalar öne çıkmış, 30.921 üyeli Türk Çelik Sen ikinci sırayı, 28.220 üyeli Türk Gıda üçüncü sırayı, 23.566 üyeli Türk Çimser dördüncü sırayı, 17,322 üyeli Türk Petrol Sen altıncı sırayı, 11.570 üyeli Türk cevher Sen yedinci sırayı alırken, 11.321 üyeli Türk yapı Sen sekizinci sıraya düşmüştür. MİSK’in Bakanlığa bildirdiği sayıların gerçeği yansıtıp yansıtmaması tartışmasından çok, önemli olan MİSK’in işçi sınıfının mücadelesinde belirleyici rol oynayan imalat sanayinin temel sektörlerinde örgütlenemeye çalışarak, bir güç haline gelmeye/getirilmeye çalış(ıl)masıdır. 1979 yılının sonları itibariyle hem sermayenin hem de MC hükümetlerinin bunda önemli mesafeler kat ettiği anlaşılmaktadır. MİSK’in gücü büyük ölçüde devlete dayanıyordu. MHP üzerinden devlet gücünü çekincesiz olarak kullandığı ölçüde MİSK’in de gücü artıyordu.

MİSK imalat sanayiinde olduğu gibi, sanayinin geliştiği tüm illerde de örgütlenmeye çalışmıştır. Şube kuramadığı yerlerde, aynı kişilere de olsa temsilcilikler açtırarak varlığını duyurmaya çalışmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, MİSK’in MHP’nin oy kaynağı olan Orta ve Doğu Anadolu’daki kentlerden çok, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kayseri, Mersin, Bursa, İskenderun, Konya, Samsun gibi Türkiye’nin sanayileşmiş ama MHP’nin oldukça zayıf olduğu (Adana, Kayseri hariç) kentlerinde örgütlenmiş/örgütlendirilmiş olması, bölge temsilcilikleri kurmuş olması daha büyük anlam taşımaktadır. 1977’de 225.571 olarak bildirilen MİSK’e bağlı sendikaların üye sayısı, 1978 yılı sonunda 283.908, 1979 sonunda da 285.496 olmuştur. Bu sayılar, 1970’li yılların sonuna doğru MİSK’in doyma noktasına geldiğini göstermektedir. Bu duraklamada, “milliyetçi olduklarını iddia eden başka sendika ve konfederasyonlaşma girişimleri”nin, “özellikle MHP kadrolaşmasının güçlü, ‘milliyetçi hareket’ içindeki bölünmelerin de şiddetli olduğu İskenderun, Malatya, Aydın-Denizli vb bölgelerde güçsüz de olsa, aynı ideoloji çerçevesinde ve MİSK dışında yeni” arayışların etkisi olduğu kadar, işçi sınıfının artan mücadelesi ile anti-faşist mücadelenin ulaştığı boyut da önemli rol oynamıştır. MİSK tarafından 1979 yılında yapılan bir açıklamaya göre MİSK temsilcilikleri ve bağlı sendikalara Adana, İstanbul, Denizli, İzmir, Mersin, Tarsus, Bursa, Erzurum, Elazığ, Malatya, Gaziantep’te saldırılarda bulunulmuştur. 1979 yılı Temmuz ayında MİSK’in Ankara’daki “Eğitim ve Kültür Merkezi”nde patlayan bombanın Emniyet Müdürlüğü’ne göre bomba imalı sırasında gerçekleşmiş olması, pek çok saldırının örgütlendiği merkezler olarak 12 Eylül Mahkemelerinde yargılanan Ülkü Ocakları’na parasal destekte bulunması MİSK’in ne düzeyde sendikacılık yaptığını göstermektedir. Bu tür sendikacılığa bir de baskı ile üye kazanılmaya çalışılmasına gösterilen direnç, MİSK’in gelişiminin önlenmesinin diğer bir nedeni olmuştur.

MİSK’in özellikle DİSK’e bağlı sendikaların güçlü ve örgütlü olduğu bölgelerde ve işyerlerinde, MHP yandaşı Ülkü Ocakları militanlarına alternatif sendikalar kurdurarak, işçi kesimine hakim olmaya çalışmasının yanı sıra bir diğer önemli özelliği de, dolaylı da olsa, sağdan milliyetçilik rekabeti aracılığı ile Türk-İş’in DİSK ile giriştiği mücadelede sola kayışını önleme amacı taşımasıdır. 1970’li yıllarda A. Türkeş, sendikacılığa ilişkin verdiği bir demeçte bu duruma açıklık kazandırmaktadır. Bu nedenle, uzunca da olsa bir alıntı yapmak gerekiyor:

“Türk işçisi, daima milletimiz ve devletimizi tehdit eden menfur emellilerin en büyük propaganda hedefi olarak görülmüş, bu yolda istismarı için büyük gayret sarfedilmiştir. İşte Türk-İş ve Misk bütün bu yabancı ideolojilerle mücadele ve elinde bulundurdukları kitleyi tehlikelerden muhafaza konusunda gayretlerinde her türlü takdirin üstündedirler. Yalnız son zamanlarda bazı aşırı düşüncelerin hakim hale getirildiği partiler, milliyetçi, vatansever Türk işçisinin en büyük teşkilatı durumundaki Türk-İş üzerinde oyunlar tezgahlamak çabası içinde görünüyorlar. Türk işçisinin geleceği bakımından Türk sendikacılık hareketinin her türlü parti menfaati, ve çekişmesinin üstünde yürütülmesi şarttır. Türk-İş gene partiler üstü planda; fakat tabanına yani Türk işçisine hakim milliyetçi dünya görüşü istikametinde faaliyetini yürütmelidir. Eğer kitlede fikir işlenmediği ve boşluk kaldığı takdirde, bu boşluğun neyle ve nasıl doldurulduğunu 12 Mart öncesi hadiseleri göstermiştir. Bu sebeple zamanımızın en kuvvetli, en geçerli fikri olan milliyetçilik, Misk tarafından nasıl resmi dünya görüşü olarak ilan edilmişse, Türk-İş tarafından da resmi dünya görüşü ilan edilmelidir”.

Bu nedenle de, MHP ve MHP’yi bu alanda bir yedek güç olarak destekleyen sermaye, Türk-İş’e üye Türk Metal gibi güçlü sendikaları MİSK’e üye yapmak yerine, Türk-İş’i etkilemek için Türk-İş içinde tutmayı tercih etmiş görünmektedir.

1970’li yılların sonunda MİSK ve “ülkücü hareketin”, sendikal harekette toparladığı insan malzemesi ve ulaştığı sendikal yapı ile, ona yüklenen misyonu (anti-komünist sendikal reaksiyon) sürükleyemediği, bunda oldukça yetersiz kalındığı, egemen blok tarafından anlaşılmıştı. Devletin ve sermayenin tüm desteğine rağmen MİSK’in yeterince etkili olamayışı, egemen blokun kimi unsurlarınca bizzat bu ‘misyon’un sorgulanmaya başlanması, yeni bir arayışı gündeme getirecekti. Bunun için de Türk Metal sendikası iyi bir örnek oluşturacaktı. Bu nedenle, 1970’li yılların sonuna doğru bu tür sendikacılık da sermaye tarafından dikkate alınacaktı.

“Milliyetçi sendikacılık”ta MİSK’ten ayrı bir ara durak: Türk Metal

1963 yılında “milliyetçilik”, akımdan “partiye” dönüşürken, sendikal harekette de bu düşüncenin en önemli sendikası Türk Metal’ın temelleri atılır. Türk-İş’in kurucu üyeleri arasında bulunan Kırıkkale Makine ve Kimya İşçileri Sendikası (Kırıkkale Metal-İş), Ankara Makine Kimya İşçileri sendikası (Ankara Metal-İş) ve Elmadağ Barut ve Patlayıcı Maddeler İşçileri Sendikası yöneticileri Türk-İş bünyesinde bir federasyon oluşturmak için çalışmalara başlar, 1963 yılı ortalarında Türkiye Metal-İş Federasyonu’nu kurarlar. Başkanlığa, Kaya Özdemir getirilir. Federasyon’un kuruluş ana tüzüğünde belirtilen amaç şöyledir: “Milliyetçilik ve insan haklarına bağlılık. Büyük Türk milletinin hürriyeti ve barış içerisinde medeni bir hayat düzeyine kavuşması için çalışma”. Kuşkusuz, Federsyon’un kapıları “komünist ideolojiye kapalı” olacak, “devletin ve milletin bölünmezliğini” benimseyecek, “Türk milliyetçiliğine saygı gösterecek”, elbetteki “sınıf sendikacılığını rededecek”tir. 23-25 Ocak 1970 tarihlerinde Ankara’da yapılan Türkiye Metal-İş Federasyonu genel kuruluna sunulan çalışma raporunun “Metal-İş Federasyonu, nasıl ve niçin kuruldu” başlığı altında şunlar söyleniyordu:

“Türkiye Metal-İş Federasyonu, (...) sendikal hak ve özgürlüklerin işkolumuzdaki bir takım sendikaların özellikle DİSK’in kurucusu Maden-İş’in bu özgürlükleri yanlış bir istikamete kaydırmak, sosyalist bir düzen kurma hevesi içerisinde aşırı sol propaganda yapmak, sermaye düşmanlığını teşvik ve tahrik etmek, işçi haklarından öte politik bir doğrultuya kaymak istidadında bulunan çalışmalarının neticesi olarak doğmuştur”.

Oldukça açık, Türk Metal’in öncüsü olan federasyon, yükselen sınıf mücadelesinde, imalat sanayiinde hem kamu da hem özel kesimde giderek güçlenen bir sendikacılığa, Maden-İş’e karşı kurulmuş/kurdurulmuştur.

Ancak, 1960’lı yıllarda sosyalist düşüncenin gelişimine bağlı olarak Federasyon’da da görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlar. 10 Ocak 1972 tarihinde yapılan 5. Genel Kurul’da yeni bir yönetim oluşur. Genel başkanlığa Kaya Özdemir’in yerine, Enver Kaya, Genel Sekreterliğe de Fehmi Işıklar seçilir. Kuşkusuz, bu durum Federasyon’a katılan yeni üyelerin oluşturduğu bir sonuçtur. 17 kasım 1973’te yapılan ve tartışmalı geçen Genel Kurul ile federasyondan milli tip sendikaya geçilmesi kararı alınır. Daha sonra Türk Metal’in değişmez başkanı olacak olan Mustafa Özbek, Fehmi Işıklar’ın yerine Genel Sekreter seçilir. Seçimi kaybeden, sosyal demokrat eğilimli sendikaları temsil eden Fehmi Işıklar ve Rıza Yurdakul Türk metal’den ayrılıp, Çağdaş Metal-İş’i kurdular. Karabük Demir Çelik Sanayii İşçileri Sendikası ve Otomobil-İş genel kurullarında da Türk Metal Sendikası’na katılma kararı çıkmadı, bu sendikaların başkanları A. Aydın Özeren ve Enver Kaya da kısa bir süre sonra kurucu oldukları milli tip Türk Metal Sendikası’ndan çekildiler. İzleyen yıllarda M. Özbek güçlenerek, sendikanın değişmez başkanı oldu, 1975 yılında geldiği genel başkanlığı bugüne kadar sürdürdü. Türk Metal’in tarihini yazan R. Sönmezsoy’a göre, bundan sonra “Anadolunun komünistleştirilmesine mani olan halk direnişini simgeleyen bayraklardan birisi, Türk metal Sendikasının flaması olacaktır”.

Çağdaş Metal-İş’in 1976 yılında DİSK’e bağlı Maden-İş’e geçmesi ile birlikte Türk Metal ile Maden-İş arasında toplu pazarlıklarda büyük yetki çekişmeleri yaşanmaya başladı. Bu çekişmeler en şiddetli olarak Seydişehir’de yaşanırken, Türk Metal ülkü ocakları militanları aracılığı ile şiddete başvurarak, MC hükümetinde yer alan MHP’nin de desteğini olarak etkinliğini artırmaya çalıştı. Yetki mücadelesi giderek çatışmalara dönüştü, Seydişehir’den sonra, Türk Metal’in 1976 yılında şube açtığı Bursa da bu çatışmaların en yoğun yaşandığı yerlerden biri oldu. Bursa’daki çatışmalar yeni bir aşamanın işareti olarak değerlendirilmelidir. O güne kadar daha çok kamu işletmelerinde yaşanan, gerginlik ve çatışma artık özel kesime sıçramış bulunmaktadır. Sermaye, açıkça yedek güç olarak gördüğü bir düşüncenin kendi işyerlerinde sendikal örgütlenmesinin gerçekleşmesini istiyordu. Maden-İş’in Genel Sekreter’i Mehmet Karaca, bu nedenle olsa gerek, basın açıklaması aracılığı ile, şu soruyu sorma gereği duyuyordu: “İşverenler, özellikle DİSK üyesi işçilerin sendikal hak ve özgürlükleri korumak için giriştikleri her eylemi yasadışı ilan ediyorlar, bu doğrultuda propaganda yapıyorlar. Soruyoruz: İşverenler, Türk-İş’e bağlı Türk Metal-İş’in silahlı tedhişçilerinin işlediği bu cinayeti ve Tofaş’ta örgütlü DİSK’e bağlı Maden-İş’e karşı girişilen bu saldırıyı ne zaman protesto edecekler?” M. Karaca’ya göre de “Türk Metal-İş sendikası yönetimi ‘davadan döneni vurun’ diyen ve iktidar ortağı olan faşist bir kuruluşla işbirliği halindedir. Cinayeti işleyen Türk-İş’e bağlı Türk Metal-İş’in silahlı zorbaları MC iktidarı yetkililerinin desteklediği ve kışkırttığı faşist birliklerin bir parçasıdır”.

DİSK tarafından yapılan değerlendirmeye göre, DİSK’in Bursa’dan tasfiyesi amaçlanmaktadır. Bursa imalat sanayiinin oldukça geliştiği, DİSK’in önemli ölçüde örgütlülüğe ulaştığı bir yerdir. İmalat sanayiinde, MİSK aracılığı ile gerçekleştirilmek istenenlerin bir benzeri, MİSK’in yetersiz kaldığı yerlerde ve anlarda Türk Metal aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hilal içinde kurt başlı logosuyla MHP’ye olan yakınlığını da ortaya koyan Türk Metal’in tarihini yazan R. Sönmezsoy bu amacı şöyle açıklamaktadır: “Seydişehir’de Anadolu’nun bağrına saplanmak istenen ‘Komünist’ hançerini söküp atan Türk Metal sendikası, o güne kadar ‘sol’un kaleleri kabul edilen Batı’daki şehirlerde de Türk işçisinin gerçek sesi ve bayrağı olacaktır”. Batı da bu mücadele çok sert geçecek, 12 Eylül 1980 darbesiyle son bulacaktır. 10 yıl boyunca DİSK kapalı tutulacak, hem sermaye hem Türk Metal rahatlayacaktır. 1970’li yıllarda, Ankara, Kırıkkale, İzmir, İstanbul, Adapazarı, Kastamonu, İzmit, Adana, Amasya ve Erzurum’da şubeleri olan Türk Metal’e yaklaşık 15.000 işçi üye iken, bu sayı 1980’de 50 bine, 1983’te 75 bine, 1986 yılında 130 bine ulaşacaktır.

1980 öncesinde Türk-İş’e üyeliği nedeniyle Türk-İş’i arkasına alarak örgütlenmeye çalışan Türk Metal sendikası, bu desteği yitirmemek için mümkün olduğunca MHP ile organik ilişkiye girmekten kaçınmaya çalışmış görünmektedir. Sermayenin de tercihi bu yönde görünmektedir. Ancak, Seydişehir’den Bursa’ya, Bursa’dan Samsun’a, Samsun’dan Adana’ya kadar süren örgütlenme çalışmalarında ülkü ocakları militanlarından önemli bir destek gördüğü ise dönemin günlük gazeteleri ile periyodik yayınlarında bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Bu birlikte davranışın nedeni açıktır. Türk Metal Sendikası’nın verdiği ‘sendikal mücadele’de “asıl amaç ‘ülkenin bölünmezliği, bütünlüğünü’ korumaktır”. Çünkü, Türk Metal Sendikası’na göre, “Maden-İş Sendikası, Türkiye’nin bütünlüğüne yöneltilmiş bir hançerdir. Türk Metal Sendikası ise bu hain elleri kırmaya çalışan, Türk ulusunun tepkisini dile getiren karşı eylemin adı olur”. Böyle olunca, da ortak soruna karşı ortak mücadele edilmesi kaçınılmaz olur. 1980 öncesi Türk Metal’in mücadelesi bu nedenle fiili olarak MHP’nin mücadelesi ile içiçedir, ama MİSK’ten bağımsız ve ayrıdır. Bu sendikacılık, sermayenin arayış içinde ulaştığı yeni bir tarzdır. Bu tarzın ne kadar etkili olduğu ise 1980 sonrasının sendikacılığına bakıldığında anlaşılacaktır.

(Devam edecek...)