10 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/26

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi çatışmanın gölgesinde sınıfa yönelik kapsamlı saldırılar
  Sermayenin saldırılarına ortak olanlar
hesap verecekler!
Devletin Kürt halkına yönelik “ez ve çöz” politikasının ürünü saldırıları artıyor...
2 Temmuz eylem ve etkinliklerinden...
Sabra saldırısında yaralanan Tahsin Alıcı ile saldırı ve sonrası gelişmeleri konuştuk...
  Sabra protestolarından...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Bahar döneminin kazanımları
  DESA direnişinin deneyimleri
ve kazanımları
  Entes direnişi güncesinden...
  “Emekçi Kadın Buluşması” gerçekleşti!
  “Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı” üzerine Düzenleme Kurulu Başkanı Erhan Karaçay ile konuştuk...
  Suç işleyen polis ödüllendirilecek!
  Hrant Dink davasının 10. duruşması...
  Temmuz bültenlerinde
mücadele coşkusu var...
  Kriz derinleşiyor, açlık kitleselleşiyor!
  AGİT sosyalizme saldırmak için tarihi çarpıtıyor!
  Honduras’ta emekçiler
faşist cuntaya karşı direniyor!
  Barack Obama’nın “büyük savaşı”
Afganistan’da başladı!
  İsrail Gazze’de savaş suçu işledi!
  Çatışma, uzlaşma ve
“çözüm” tartışmaları…
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AGİT sosyalizme saldırmak için tarihi çarpıtıyor!

Hiçbir çarpıtma, kapitalizmin iğrenç suratından faşizm lekesini silemez!..

Kapitalist rejimlerin şefleri, yönetmek için her zaman yalana başvurmak zorundadırlar. Zira onların varlık koşulu sömürücü-asalak burjuvazinin çıkarlarını korumaya endeksli olduğu halde, kendilerini tüm toplum kesimlerinin temsilcisi şeklinde lanse ederler. Onlar yalancı olmak zorundadırlar; eğer bunu başaramazlarsa, yönetimde kalmazlar. İnsanlığın önünde aşılması gereken vahim bir engele dönüşen kapitalizmin bu niteliği, bu düzene hizmet eden siyasetçileri dünyanın en riyakar kastına dönüştürür.

Bu riyakarlık siyasetçi kastla sınırlı değil elbet. Egemen ideolojinin yeniden üretiminde görev alan farklı mesleklerden uzmanların durumu da, siyasetçilerden faklı değil. Zira tarih, hukuk, din, ekonomi, medya, felsefe, sanat, edebiyat vb. alanlarda kapitalizme hizmet edenlerin de yalan ve çarpıtmaya başvurmak dışında bir yolları yoktur. Aksi halde dolgun maaşları ve bahşedilen ayrıcalıklı konumlarını yitirirlerdi. Başka bir ifadeyle burjuvazi, ancak kendisine hakkıyla hizmet edenlere ayrıcalıklar tanıyıp dolgun maaşlarla ödüllendirir.

Buna karşın kimi olayları -hele de yakın geçmişte yaşanmışsa-, işinin ehli tarihçiler çarpıtmayı göze alamazlar; zira böylesi bir tutum, inandırıcılıklarını yerle bir eder. Bu durumda ya şarlatanlığı meslek edinmiş “tarihçiler”, bunlar da olmasa kısa sürede yıpranıp tarihin siyaset çöplüğünü boyalayacak olan siyasetçiler göreve çağrılır.

İşte “İkinci Dünya Savaşı’nın başında Sovyetler Birliği ile Nazi Almanya’sının rollerini bir tutan” karar tasarısını kabul eden AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) üstlendiği rol, şarlatan “tarihçiler”in bile reddedeceği türdendir.

AGİT Parlamenterler Asamblesi’nde kabul edilen tasarı, 23 Ağustos 1939’da imzalanan Almanya ile Sovyetler Birliği arasında Doğu Avrupa’yı etki alanlarına bölen saldırmazlık paktına istinaden, 23 Ağustos gününü Stalinizm ve Nazizm kurbanlarını anma günü olması çağrısı içeriyor. Karar tasarısı, Rusya’nın şiddetli itirazlarına rağmen kabul edildi.

Avrupa tekellerinin hizmetindeki siyasetçi takımı, söz konusu tasarıyı kabul ederek bir taşla iki kuş vurmaya heveslenmiş görünüyor. Zira bu kararla AGİT, hem Nazizm’in kendi bağrından çıktığını inkar edebileceğini hem Stalinizm adı altında sosyalizmi faşizmle aynı kefeye koyabileceğini sanıyor. Bu efsaneye göre Nazizm ve Stalinizm totaliter rejimlerdi; Avrupa burjuvazisi demokrasi adına, totalitarizmin her iki türüne karşı mücadele etmiştir.

20. yüzyılda yaşanan olaylar hakkında azbuçuk fikri olan aklı başındaki her insan, bu efsanenin iğrenç bir uydurma olduğunu anlamakta hiçbir güçlük çekmeyecektir.

Sosyalizm ile faşizm, çıkarları uzlaşmaz, birbirine düşman iki sınıfın, doğal olarak birbirlerine zıt olan siyasal tercihlerini anlatır. Sosyalizm, işçi sınıfının sömürü ve kölelikten arınmış bir dünya özleminin simgesidir. Faşizm ise, işçi sınıfının bu evrensel özlemini gerçekleştirmesini engellemek için tekelci kapitalizmin bağrından çıkan bir vahşet biçimidir. Yani siyasal yönetimin bir biçimi olarak faşizme başvuran Avrupa burjuvazisinin amacı, işçi sınıfının sömürü ve kölelik düzeni kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasını önlemektir. Bu amaçlarına ulaşmak için Avrupa burjuvazisinin hiçbir vahşetten kaçınmadığını belirtelim.

Faşizm, 1929 kriziyle çöküşün eşiğine gelen kapitalizmi kurtarmak için tekeci burjuvazinin bulabildiği tek çıkış yolu oldu. Kapitalist emperyalizmin efendileri, 20 yüzyıl boyunca da gerekli gördükleri her yerde faşizme başvurdular. Şu günlerde Honduras’ta gerçekleştirilen faşist darbenin de gösterdiği üzere, bu konuda öze dair herhangi bir değişiklikten söz etmek mümkün değil.

Belirtmek gerekiyor ki, faşizm, Nazizm’den ibaret değildir. Tersine, İngiltere dışındaki belli başlı Avrupa devletlerinin burjuvazisi, 1930’lu yıllarda blok bir tutumla faşizme yönelmiştir. Bu dönemde Almanya/Avusturya, İtalya, Portekiz ve doğu Avrupa ülkelerinin ezici bir çoğunluğunda faşizm egemendi. Faşist güçlerin desteği sayesinde iç savaşta komünistleri yenilgiye uğratan Franko yönetimindeki faşistler, İspanya’da 40 yıl süren faşist bir rejim kurdular. Fransa’da ise komünistlerle sosyal demokratların kurduğu halk cephesi faşizmin önünü kesebildi. Ancak Alman işgaline karşı kayda değer bir direniş göstermeyen Fransız burjuvazisi ve onun devleti, birkaç günde Nazizm’in vesayeti altına girerek faşizmle suç ortaklığına başlamıştır.

Nazizm ile özdeşleştirilen ikinci paylaşım savaşının patlak vermesinin ise, faşizmden öte nedenleri vardır. Paylaşım savaşı Lenin’in kanıtladığı gibi, “kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm”in zorunlu kıldığı, emperyalist güç odakları arasında cereyan eden bir egemenlik ve yağma savaşıdır. Demek oluyor ki, faşizmin de, 52 milyon insanın katledilmesine, 100 milyon insanın sakatlanmasına, dünyanın önemli bir kısmının yıkımına yolaçan emperyalist paylaşım savaşının da sorumlusu bizzat kapitalizmdir.

Bu böyleyse eğer, faşizme ve emperyalist paylaşım savaşına karşı mücadele etmek kapitalistlerin işi olmaz. Olmadı da. Avrupa’da faşizme karşı direnen komünistler önderliğindeki işçi sınıfı, emekçiler ve ilerici aydınlar olmuştur. Fransız burjuvazinin işbirliği yaptığı Nazi işgalcilerine karşı direnişe önderlik eden Fransız Komünist Partisi saflarında savaşan 80 bin komünist ölümsüzleşmiştir. Hem batı hem doğu Avrupa’da faşizme ve Nazizm’e karşı kayda değer direniş gösteren tek güç komünistlerdi. Burjuvazinin en liberal geçinen kesimleri bile eğer faşistlerle suç ortaklığı yapmamışlarsa, kovuklarına çekilip, insanlık tarihinin tanık olduğu en vahşi yıkım ve kıyımı seyretmekle yetinmişlerdir.

Nazizm’i ezerek emperyalist paylaşım savaşının sona ermesini sağlayan ise Sovyet halkları ve Kızıl Ordusu’nun destansı direnişi olmuştur. Bütün halklarıyla seferber olan Sovyet Birliği Moskova kapılarına dayanan Nazi savaş makinesini Berlin’e kadar kovalayarak faşizmi ezmiştir. 20 milyondan fazla kayıp veren Sovyet halkları, güçlü, donanımlı, eğitimli olduğu kadar vahşi de olan Nazi ordularını ezerek, çapulculuk için değil, idealleri uğruna savaşanların görkemli, yenilmez gücünü tarih sayfalarına altın harflerle kazımıştır.

Yakın geçmişte Nazizm’e ve faşizme karşı kazanılan bu görkemli zaferin üstünü örtmeye hiçbir tarih çarpıtıcısının gücü yetmez. AGİT’te toplanan Nazizm ve faşizm artıklarının altına imza attıkları sefil kararlarının da hiçbir hükmü olmayacaktır. Zira onlar, faşizm kurbanlarını içtenlikle ananların değil, şimdi de polis devletinin zeminini döşeyen rejimlerin hizmetindedirler. Vurgulamak gerekiyor ki, geçen yüzyılda faşizmin suç ortaklığını yapan Avrupa burjuvazisinin, bir kez daha faşizme başvurması için sınıf çatışmalarının biraz daha sertleşmesi yeterli olacak; bundan kuşku duymamak gerek.

İnsanlık, kapitalizm belasını alt etmeden ne faşizmden ne de paylaşım savaşlarından kurtulabilir. Kapitalizmi, faşizm lekeli iğrenç suretiyle birlikte tarihin çöplüğüne gömüp sosyalizmi kurmak, özel mülkiyete dayalı bu düzenin ürettiği faşizm ve diğer barbarlıklardan kurtulmanın da yegane yoludur.