20 Ağustos 2010
Sayı: SİKB 2010/33

 Kızıl Bayrak'tan
Hak ve özgürlüklerimiz için fiili-meşru, birleşik mücadeleyi yükseltelim!
AKP şefleri efendilerinin desteğini almak için çırpınıyor!
“Ateşkes” adımı atan Kürt hareketinin düzenle bütünleşme çabası sürüyor
Acılarımızı dillerine dolayanlar hesap verecekler!.
Düzen kliklerinin kapışması söz düellosuyla devam ediyor
BDSP’nin referandum
çalışmalarından. 
Enerji özelleştirmeleriyle
sermayenin cüzdanı, emekçinin faturası kabarıyor..
BETESAN direnişçisi Zeynel Kızılaslan’la konuştuk.
BETESAN direniş güncesi
Kamuda toplu görüşme oyunu başladı
İşçi ve emekçi hareketinden.
7. Mamak Kültür Sanat Festivali başarıyla gerçekleştirildi
UPS’de direniş coşkusu
dayanışmayla büyüyor
UPS işçileriyle direniş süreci üzerine konuştuk..
Tek Gıda-İş’te maske düştü
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Kapitalizm için sürdürülebilir pazar: Ekolojik ürünler.
toplumcueksen.net yayında.
Ölüm mangası AEGİS Basel’de
Dink cinayetine devlet savunması
Ağırlaştırılmış müebbet
cezası üzerine
Referandum ve “Demokratik Özerklik”-
M. Can Yüce
Hacıbektaş şenlikleri üzerine
Sacco ve Vanzetti
Medya, bu düzenin vazgeçilmez bir aracıdır..
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ateşkes” adımı atan Kürt hareketinin düzenle bütünleşme çabası sürüyor…

Kürt halkı gerçek ve kalıcı çözüm için devrim mücadelesini yükseltmelidir!

 

Düzenin “demokratik açılım” politikasının iflasını süreç içerisinde kendi de kabul eden KCK önderliğindeki Kürt hareketi, 2009 Nisan’ında ilan ettiği tek taraflı ateşkese 1 Haziran tarihinden itibaren son vererek ‘meşru savunma çizgisi’ olarak tanımladığı hatta silahlı eylemlerini arttırmıştı. Bu kararı takiben ise KCK, “demokratik özerklik” talebini dillendirmeye başlamıştı. Kürt hareketinde ‘99 İmralı süreciyle başlayan düzenle bütünleşme çabasının türevlerinden biri olan ‘demokratik özerklik’ talebi, kısa süre içerisinde BDP’yi de içine alarak hareketin temel gündemini oluşturdu. BDP’li belediye başkanlarının referandum gündemli açıklamalarında ortak vurguya konu olan “Demokratik Özerklik Projesi”, Ağustos ayı başında Demokratik Toplum Kongresi’nde de temel talep ve gündem olarak karara bağlandı.

“Demokratik özerklik” talebine yanıt verilmediği oranda fiili olarak özerklik sürecini işletmeye başlayacağını ilan eden KCK, 13 Ağustos günü, 20 Eylül’e kadar ‘çatışmasızlık süreci’ içerisine girdiğini kamuoyuna duyurdu. Kaldı ki, Temmuz ayı sonuna doğru “Önce karşılıklı olarak bir güven ve çatışmasızlık ortamının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bunun kanalları oluşturulmalıdır” açıklamasında bulunan Öcalan, KCK cephesinden gelecek bir ‘ateşkes‘ kararının sinyallerini vermişti. Referandum sürecinde karşılıklı öne sürülen kartlarla birlikte, yaklaşık bir aydır yavaş yavaş ısıtılan “ateşkes” kararı, 3 hafta boyunca “Kosterin altı delik” ve “kiralanacak gemi yok” gibi komik gerekçelerle avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan’ın görüşmesine olanak verildiği gün ilan edilmiş oldu.

KCK  tarafından karar şu ifadelerle deklare edildi: “Önder Apo bir kez daha çatışma sürecinin geri dönülemez bir noktaya varmadan taraflara çağrıda bulunmuştur. Bu amaçla hareketimizin yönetimine bir mesaj göndermiştir. Aynı zamanda mübarek Ramazan ayının başlaması bunun yanı sıra en son DTK, BDP ve diğer çevrelerin geliştirdiği çift taraflı ateşkes çağrılarını dikkate alan hareketimiz, Önderliğimizin mesajı üzerinde çok yönlü tartışmalar yürütmüş ve bir karara ulaşmıştır.”

Tek taraflı ateşkes düzen içi çözüm için bir pazarlık malzemesidir

Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmeden yansıyan bilgilere ve KCK tarafından yapılan açıklamaya bakıldığında, çatışmasızlık süreci olarak tanımlanan tek taraflı ateşkesin referandum sürecinde sermaye hükümeti AKP ile yapılan pazarlıkların ürünü olduğu ya da en azından bu süreçte bir pazarlık malzemesi olarak öne sürüldüğü görülüyor.

Ramazan ayının temel gerekçelerden biri olarak gösterilmeye çalışıldığı ateşkesin sona erme tarihi olan 20 Eylül, referandumun tüm sonuçlarıyla birlikte geride kalacağı bir zamanı işaret ediyor. Öyle ki, Kürt hareketinin çeşitli temsilcileri tarafından, devletin bu süre zarfında “Kürt sorununun barışçıl çözümü” tanımlamasına denk düşecek adımlar atması halinde ateşkes süresinin uzatılabileceği ifade ediliyor. Böylesi bir tabloda, yakın süreçte Kürt hareketince de sıkça vurgulandığı gibi, silahlı mücadelenin tamamen sona erdirilebileceği de sözlere ekleniyor.

Bu süreçte Kürt hareketinin elini güçlendiren önemli etkenler bulunuyor. Bunlardan ilkini halen bıçak sırtı giden referandum savaşında AKP’nin Kürt oylarına duyduğu ihtiyaç oluşturuyor. Bu ihtiyacı AKP’li vekiller de “Doğu ve güneydoğu oyları ile bu savaşta galip geleceklerini” söyleyerek itiraf etmekten çekinmiyorlar.

Kürt hareketi de bu açıdan kozlarını değerlendirmek istiyor. Öcalan’ın, avukat görüşmesinde yaptığı “Referandum konusunda halkımız her yerde toplanacak, tartışacak. Kimsenin iradesine ipotek koymuyoruz.” sözlerini içeren açıklamasını, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın “Kürt halkının boykot kararında hiç gevşemeden ısrarlı durmalıdır. Ancak kendi çıkarına bir gelişmenin olması durumunda kendi tutumunu gözden geçirebilir” ve BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Taleplerimiz karşılanırsa elbette biz bu anayasa değişikliğini destekleriz.” açıklamaları takip etti. Kürt hareketi cephesinden ortaya konan boykot çıkışındaki tutarsızlıkları da çarpıcı biçimde gözler önüne seren bu açıklamalara paralel olarak, Kürt hareketinin bu “iyi niyet gösterilerine” karşı AKP aracılığıyla düzen cephesinden de karşı bir “jest” beklediği açıkça görülüyor. Özcesi, sermaye hükümeti ve Kürt hareketi arasında referandum çerçevesinde çetin bir pazarlık süregeliyor. Karşılıklı diyaloglar neticesinde ilan edilen ateşkesin ardından AKP “önce eveti görelim sonra bir takım ek değişiklikleri gündeme alabilriz” derken, Kürt hareketi ise “Taleplerimizin karşılanacağını garanti edin, boykot taktiğimizi hızlıca değiştirmeye hazırız” diyor. 

Kürt hareketinin, pazarlık sürecinde kısmi de olsa elini güçlendiren diğer bir etkeni ise ABD merkezli emperyalist güçlerin ve TÜSİAD’ın başını çektiği tekelci burjuvazinin Kürt sorununun düzen içi çözümü için yaptığı basınç oluşturuyor. Bu merkezlerin desteği ve yönlendirmesiyle AKP tarafından sürdürülen “açılım” politikası, AKP’nin siyasal bedel ödemeyi göze alamamasının da etkisiyle başlamadan iflas etmiştir. Ancak söz konusu aktörler cephesinden “çözüm” arayışları halen dinmiş değildir. Komünistlerin sürece ilişkin son değerlendirmelerinde gelişmelere ilişkin şunlar söylenmiştir:

“Açık iflasa ve çatışmalarla belirlenen yeni döneme rağmen hükümetin açılım sürüyor deyip durması, başbakanın “açılım konusunda ok yaydan çıktı, bunun geri dönüşü yok” mealinde konuşması, yalnızca muhalefet tarafından kendilerine fatura edilmeye çalışılan başarısızlığı kabullenmemekten gelmemektedir. Bunun daha esaslı nedeni, zamanında kendilerini bu açılıma özendirenlerin bugün de onun sürmesi gerektiğini daha açık ve kararlı bir dille ifade etmeleridir. AKP, dışarda ABD ve AB’nin, içerde büyük burjuvazinin (ve başta MİT olmak üzere devletin bir kesiminin) açılımın sürmesini istediklerini biliyor ve onların desteğini korumak üzere bu isteme uygun hareket ediyor. Yeni bir genel seçime kadar bu konuda yapabileceği hiçbir şey olmasa da.” (Rejim krizi ve Kürt sorunu, Ekim, Ağustos 2010, Sayı:267)

Yine TÜSİAD’ın, ABD temaslarını takiben Haziran ayı sonunda yaptığı ve sürecin siyasal riskini düzenin diğer aktörlerine de bölüştürme kaygısını gösteren “partilerüstü bir anlayış ile geri dönüşü olmayan bir yol haritasının saptanması” talebi de düzen cephesindeki arayışlara yönelik bir çerçeve sunmaktadır.

Ancak, yer yer kısmi farklılıklar taşısa da, düzen aktörleri sorunu “terör sorunu” olarak görmedeki ortaklıklarını korumaktadırlar. Komünistlerin aynı değerlendirmede yaptıkları şu vurgu, düzen cephesindeki gelişmeleri bütünlüklü değerlendirme noktasında oldukça önem taşımaktadır:

“Düzen cephesindeki bu irade ve politika bölünmesi Kürt hareketine belli kolaylıklar sağlıyor görünse bile, silahlı direnişin ezilmesi ve Kürt halk hareketinin dizginlenmesi konusunda fiili mutabakatın bundan böyle de süreceğinden kuşku duyulmamalıdır. Düzen cephesinde tartışmalı olan bu değil fakat yeni bir açılım oyununun kendisidir.”(Rejim krizi ve Kürt sorunu, Ekim, Ağustos 2010, Sayı:267)

Ateşkesin talepleri “düzen içi çözüm” çizgisinin bir başka resmidir

KCK tarafından yapılan ateşkes açıklamasında dört temel talep formüle edilmiş bulunuyor. Bunların en önemlisini ve mevcut koşullarda gerçekleşmesi “imkânsız” görünenini, ‘Öcalan’ın sunduğu üç maddelik çözüm çerçevesi temelinde bir müzakere sürecinin başlatılması ve Öcalan’ın sürece aktif katılma koşullarının yaratılması’ talebi oluşturuyor. Öcalan’ın çözüm paketi de kurulu düzen sınırlarını aşan bir karakter taşımasa da, imha ve inkâra dayalı resmi devlet çizgisinin bu konuda herhangi bir adım atması şu an için mümkün gözükmüyor.

Diğer üç talebi ise, askeri operasyonların durdurulması, KCK tutuklularının serbest bırakılması ve %10 seçim barajının düşürülmesi oluşturuyor. Burada da asıl önemli ve öncekilerle ortak noktayı, dile getirilen taleplerin düzen içi karakteri oluşturuyor. Kürt hareketi cephesinden aynı zamanda bir seçim yatırımı anlamına gelen bu talepler, düzenin inkâr ve imhaya dayalı politikada devam etme ısrarına karşın, Kürt hareketinin de kendine düzenle bütünleşmede ısrarının devam ettirdiğini gösteriyor. Öyle ki, söz konusu dört talebin kamuoyuna deklare edildiği metinde, “demokratik özerklik” talebine ilişkin şu sözler her şeyi açıklıkla bir kez daha ortaya koymaktadır: “Bu çözüm modeli ayrılıkçılığı değil, gönüllü birliği esas alan ortak vatanda özgür iradeye dayalı halklarımızın karşılıklı olarak hukukunun belirlenmesine dayanmaktadır. Devleti ortadan kaldırmayı ve sınırları değiştirmeyi hedeflememektedir.”

Ateşkes süresi şimdilik 20 Eylül’e kadar açıklansa da, Kürt hareketinin temsilcileri bu sürecin bir “barış” sürecine evrilebileceği iddiasını taşıyorlar. Referanduma kadar bahsedilen taleplerin gerçekleşme olasılığı oldukça düşük olmakla birlikte, bu yönde atılacak en ufak adımların ateşkesin devamı anlamına geleceğini söylüyorlar. Yine KCK açıklamasında bu eğilim, “Türk devletinin ve AKP hükümetinin attığımız bu adıma ve yaptığımız çağrıya olumlu cevap vermesi halinde Kürt sorununun demokratik yollarla çözümün yolu açılacaktır” sözleriyle dile getiriliyor.

Kürt emekçi sınıflarının mı, Kürt burjuvazisinin mi çıkarları?

Gündeme gelen ateşkes sürecinin bir kez daha ortaya çıkardığı bir başka temel gerçek ise, Kürt burjuvazisinin istem ve çıkarlarının, Kürt hareketi üzerindeki etkisidir. Öyle ki, her ne kadar Kürt hareketi hala ağırlıklı olarak Kürt emekçi sınıfları tabanına dayanıyor olsa da, İmralı süreciyle birlikte ortaya konan tüm “çözüm” platformları, Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu karşısındaki sınıfsal konumuna ve çıkarlarına denk düşen platformdur. Süreç içerisinde daha da keskinleşen bu savrulma, Kürt burjuvazisinin kendini Kürt hareketi bünyesinde ifade etmesini de kolaylaştıran ve güçlendiren bir zemin oluşturmuştur. Şimdilerde ise büyük ağırlığı sermaye hükümeti AKP’de temsil edilen Kürt burjuvazisi, Türk burjuvaziyle örülmüş sınıfsal bağlarını da gözeterek sürece müdahil olma çabasını sürdürmektedir. Kürt emekçi sınıfları üzerinden yükselen Kürt hareketinin, ortaya koyduğu son çözüm önerisi de Kürt burjuvazisinin çözüm platformuna denk düşmekte, bu ise Kürt hareketi içerisindeki bir başka temel ikileme işaret etmektedir. Komünistlerin, Kürt hareketine ilişkin geçmiş değerlendirmelerinden atkarılan şu pasaj bugüne de ışık tutmaktadır:

“Son gelişmelerle birlikte yoğunluk kazanan siyasal çözüm mü, askeri çözüm mü tartışması, çarpıtılmış bir ikilemin ifadesidir. Gerçek ikilem, devrimci çözüm mü, reformcu (anayasal) çözüm mü? şeklindedir. Bunların ikisi de ‘siyasal çözüm’lerdir. Fakat ilki Kürt emekçi sınıflarının çıkarlarının bir ifadesi olarak sistem dışı bir çözümü, ikincisi Kürt burjuvazisinin çıkarlarına denk düşen sistem içi bir çözümü karakterize eder. Birinci çözüm ezilen ulus emekçilerinin ezen ulus işçi ve emekçileriyle kader birliğini, ikinci çözüm (ise) ezilen ulus emekçi çocuklarının kendi burjuvazisinin kuyruğuna takılmasını getirir. Emperyalizm ve sömürgeci burjuvazi ile uzlaşma bu sonuncusunu kendiliğinden izler.” (Kürt Ulusal Sorunu/1, Eksen Yayıncılık, s.188, 189)

Kürt halkının gerçek ve kalıcı kurtuluşu sosyalizmde!

Bugüne kadar, anayasal haklar derekesine indirgenmiş talepleri dahi sermaye devletinin imha-inkâr çizgisinde boğulan Kürt hareketi, İmralı çizgisinin de tercihi yönlendirmeleriyle birlikte, hala dayanaksız düzen içi hayallerdeki ısrarını korumaktadır. Referandum sürecinde karşılıklı pazarlıklar sonucu ilan edilen ateşkesin arka planındaki gelişmeler de, söz konusu tespit ve değerlendirmeleri bir kez daha doğrulamaktadır.

Gelinen noktanın da güçlü bir şekilde işaret ettiği gibi, Kürt halkını oldukça kritik virajlarla dolu bir süreç beklemektedir. Haklı ve meşru talepleri kırıntı düzeyine indirgenen ve düzen sınırlarına hapsedilmeye çalışılan Kürt işçi ve emekçileri, söz konusu düzen içi dayanaksız hayallerdeki ısrarı bertaraf ederek, gerçek ve kalıcı çözüm için devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmedirler!

 

 

 

 

Bir generalden JİTEM itirafı!

Binlerce katliamın, kaybetmenin, faili meçhul cinayetin, provokasyonun altında imzası bulunan JİTEM'in varlığı Genelkurmay tarafından hep inkar edilirken Tuğgeneral Mehmet Eldem'in JİTEM'in varlığı ve icraatları ile ilgili itiraf gibi çarpıcı açıklamaları basına yansıdı. Türk Hava Kuvvetleri'nde insan kaynaklarının yönetimi ile ilgili en kritik noktalarda görev yapan bu general, ortaya çıkan ses kaydında; Seferberlik Tetkik Kurulu'nda herkesle ilgili bilgilerin bulunduğundan, JİTEM'in kesinlikle var olduğundan ama TSK'nın, bu oluşumun varlığını bile bile inkar ettiğinden, JİTEM arşivlerinde Seferberlik Tetkik Kurulu'nda bulunan bilgilerden daha özel bilgilerin bulunduğundan ve birçok kişinin fişlendiğinden söz ediyor.

Tuğgeneral Mehmet Eldem'in ses kayıtları JİTEM'in varlığını tartışmasız bir biçimde ortaya koyuyor. Konuşmasınında çarpıcı itiraflarda bulunan Eldem, bugüne kadar tel örgü içerisinde hukuk kurallarının geçmediğini, JİTEM, Seferberlik Tetkik Kurulu gibi birimlerin tamamen hukuk dışında yapılanmalar olduğunu, kanun ve kurallara aykırı fiiller gerçekleştirildiğini ve kimsenin hesap soramadığını ifade ediyor.

Bir internet sitesinde yayınlanan Tuğgeneral Mehmet Eldem'in ses kaydında dikkat çeken şu ifadeler yer alıyor:

“Resmi olarak kurulan JİTEM diye bir Jandarma İstihbarat Teşkilatı vardı. Bunu Türk Silahlı Kuvvetleri alenen inkar etti. Bizim böyle bir teşkilatımız yok diye. Var! Resmi olarak kurulmuş emir verilmiş de kurulmuş. Komutanı, başkanı var. Havkomda (Hava Kuvvetleri) yapılaşması var. Türk Silahlı Kuvvetleri bunu gördü ve bizde böyle bir teşkilat yok diye inkar etti. Ama bilmeyen yok böyle bir teşkilat var. Bunun görevleri içerisinde olmayan şeyler de yapıyor bazen. İstihbarat çalışması da yapıyor. Jandarmanın istihbarat şubelerine girseler neler bulurlar acaba?”

Öte yandan sermaye devleti, şimdiye kadar JİTEM'in varlığını ısrarla hep reddederek “JİTEM adında herhangi bir birim mevcut değildir” şeklinde arsızca yalan söyledi. Oysa gerçeklerin bununla zerrece bir alakası yoktu. Birkaç örnek vermek gerekirse, Ergenekon sanığı emekli Albay Arif Doğan, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi`ne verdiği ifadesinde, JİTEM'i üst düzey komutanların bilgisi doğrultusunda kendisinin kurduğunu itiraf etti. Dönemin Jandarma Asayiş Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen, “JİTEM denilen insanlar da subay. Subay, yemek yediği yere ihanet edebilir mi?” diyerek oluşumun varlığını kabul etti. Veli Küçük de daha dolaysızca “Ben Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı'nı kurdum. Bu birim halk arasında JİTEM olarak bilinir” dedi. Üstüne üstlük, itirafçı Abdülkadir Aygan JİTEM'den maaş aldığını gösteren bordroları yayımladı.

İşçi sınıfı, emekçi kitleler, Kürt halkına, tüm devrimci ve ilerici güçlere karşı oluşturulmuş bir suç örgütü olan JİTEM, kontrgerilla örgütlenmelerinden sadece biridir. MİT, polis özel timi vb. birçok kurum, benzer bir işlevi yerine getiriyor. Çeşitli isimler altında faaliyet yürüten bu oluşumlar, “devlet içindeki devlet” değil aksine sermaye devletinin bilgisi ve onayı dahilinde çalışıyorlar.


 

 


TSK köylü kurşunlamaya devam ediyor

Kürdistan’daki askeri operasyonlarını arttıran Türk sömürgeci sermaye devleti PKK gerillalarıyla girdiği sıcak çatışmaların yanısıra sivil halkı da hedef alıyor. Geçtiğimiz haftalarda Hatay’da 2 köylünün öldürülmesinin ardından benzer bir saldırı da Dersim’de gerçekleşmiş bulunuyor.

Pülümür’ün Buyer Baba yaylasının 12 Ağustos günü akşam saatlerinde kobra tipi helikopterlerle bombalanması sonucu Fikri Karakuş adlı çoban ağır yaralandı. Saldırıdan sonra Dersim Devlet Hastanesi’ne getirilen Fikri Karakuş’un durumunun ağır olduğu belirtiliyor.

Hatırlanacağı üzere, benzer bir biçimde Hatay’ın Hassa ilçesinde kırlık alana kekik toplamaya giden köylülere, operasyona çıkan Türk askerleri ateş açmış, açılan ateş sonucunda 61 yaşındaki Ali Dalmış ile 62 yaşındaki Mustafa Fil katledilmişti. 

Sıradan köylüleri bile kurşunlama pervasızlığı gösteriyor ki, Türk sömürgeci sermaye devleti Kürt sorununa ilişkin imha ve inkar politikaları tam bir iflası yaşıyor. Ayrıca yaşananlar, Türk sömürgeci sermaye devletinin vahşette hiçbir sınır tanımadığı ‘93 konseptine bir dönüş yaptığını teyit ediyor.