29 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/05

 Kızıl Bayrak'tan
Taban inisiyatifi zaferin
biricik güvencesidir!
TÜSİAD’ın “demokrasi” vaazları
F tiplerinde
direnen insan olma bilincidir!.
TEKEL direnişine destek eylemleri.
“Genel grev” çağrısı yayılıyor...
TEKEL işçileri panelde buluştu
İzmir’de Metal İşçileri Buluşması gerçekleşti.
Entes direnişçisiyle konuştuk.
Entes’te direniş güncesinden.
İşçi ve emekçi hareketinden...
Popülizm ve sosyalizm
Paralı eğitiminiz, eleme sınavlarınız, staj ve atölye sömürünüz sizin olsun!
Gelecek bizim!
DLB’lilerden eğitim
sistemine karne
Ahmet Öncü ve Ahmet Hasim Köse ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk
TEKEL işçileri ile
direniş süreci üzerine konuştuk.
Emperyalist işgale “sivil kılıf
Stuttgart’ta TEKEL işçileriyle
dayanışma etkinliği
İktidar kavgası derinleşiyor - M. Can Yüce
Direnişçi TEKEL işçisi
Aygün Taşkın’a mektup
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

F tiplerinde direnen
insan olma bilincidir!

25 Ocak günü Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi tarafından 2009 yılı F Tipi Raporu açıklandı. Oldukça ayrıntılı verilere dayanan rapor, Türkiye’de süregelen tecrit ve imha politikalarına bir kez daha dikkat çekti. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yemek-içmek gibi en insani ihtiyaçlarının karşılanmasından dahi yoksun bırakıldıklarına dikkat çekilen raporda, fiziksel işkencenin, hedefi kişiliksizleştirmeden delirtmeye kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan psikolojik bir işkence ile kolkola ve sistematik bir biçimde sürdürüldüğü bir kez daha gözler önüne serdi.

Rehabilitasyon ve topluma yeniden kazanma!

Sermaye düzeni açısından cezaevleri hemen her dönem temel önemde bir sorun olagelmiştir. Sadece Türk sermaye devleti değil, burjuvazinin bütünü için de bu böyledir. Ceza hukuku; ceza ve cezanın infazını ve dolayısıyla cezaevlerini rehabilitasyon ve yeniden topluma kazanma kavramları ile meşrulaştırmaya çalışır. Bu kavramsallaştırma gerek bugün Türkiye’de F tiplerinde yaşananları, gerekse farklı coğrafyalarda, örneğin Guantamano’da yaşananları açıklar niteliktedir. Zira bu kavramlar, bugün F tiplerinde yaşanan güncel örneklerle ilişkilendirilerek tartışıldığı yerde sermaye düzeninin hedefinin yalın bir biçimde kavranmasına hizmet edecektir.

Burjuvazi açısından toplum bütünsel bir kişiliktir. Gerektiği zaman, gerektiği yerde manipüle edilebilir olması burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarına hizmet edebilmesi açısından elzemdir. Farklı seslere tahammülsüzlüğün gerisinde bu yatar. Toplum bir çoğulculuk sanrısı içerisinde eritilir. Bu bağlamda farklı olana uyumsuz yaftası yapıştırılır ve onun bir şekilde rehabilite edilerek ya da daha açık söylersek uyuşturularak topluma yeniden kazanılması yani entegre edilmesi gerekir. Rehabilitasyon ve entegrasyonun çıkışsız kaldığı yerde ise elde her zaman bir son çare bulunmaktadır; bu ise topyekûn imhadır!

Bu basit şablonu Türkiye’ye uyguladığımızda bütün süreç çarpıcı bir biçimde gözlerimizin önüne serilecektir. Özellikle ‘80 darbesi sonrasında ilk hareketliliğin cezaevleri merkezli gelişmesi Türk sermaye devleti açısından bu alanın denetimine özel bir ağırlık verilmesi gerekliliğini göstermiştir. Gerçekten de ‘80 darbesi sonrası toplumsal muhalefetin en ileri unsurları ve daha da önemlisi darbe ve sonrasında gelişen sert iradi çarpışma sonucu cezaevine girmiş ama bu kavgadan yenilmeden çıkmış unsurları cezaevlerini doldurmaktaydı. Bu tablo ve gerçeklik uzun yıllar da değişmedi. Dolayısıyla bu alan bir an önce kontrol altına alınmalıydı. Bu hedefle ‘90’lı yılların ortalarına kadar bir dizi adım atıldı. Bu adımlar ağırlıklı olarak irade savaşında dönemsel üstünlük kazanmaya dönük sistematik adımlardan oluşuyor ancak bütünü değil parçayı hedefliyordu. Böyle olması yersiz de değildi. Zira burada iki yönlü bir hedef vardı. Adli tutuklular açısından örneğin tek tip bir elbisenin giyilmesi güçlü ve yara almaz devlet olgusunun beyinlere kazınması için yeterli bir olgu, rehabilitasyonun başarılı bir uygulamasıydı. Ama esasta bu tip bir uygulamanın asli sonuçları devrimci tutsaklar cephesinden ortaya çıkabilirdi. Şayet onlar karşısında bir bez parçasında dahi olsa sonuç alınabildiği taktirde iradi çatışmada büyük bir kazanım elde edilmiş olacak ve kişiliksizleştirmeden ve sindirmeden ibaret olan koca bir ceza infaz politikası ilk meyvelerini vermeye başlayacaktı. Ama bu olmadı.

2000’lerin başına kadar sermaye düzeni açısından çok yönlü araçlar arka arkaya devreye sokuldu. Hemen her biri, birbirinden farklı bir aşamada da olsa teslim almayı hedefliyordu. Pişmanlık yasalarından, doğrudan cezaevlerinin içini denetlemeye yönelik uygulamalara, işkenceden, yargısız infazlara kadar geniş bir yelpazede toplumsal muhalefetin dirayetli unsurları ve elbette dolaylı olarak bu muhalefetin bütünü kontrol altına alınmaya çalışıldı. Bütün bu saldırıların püskürtüldüğü bir sürecin sonunda ise sermaye düzeni topyekûn ve sürekli bir imha politikasını öne çıkarttı. Sermaye düzeninin ilgili dönemdeki temsilcileri konunun önemini fazlasıyla anlamış ve cezaevleri denetlenemediği ölçüde toplumsal muhalefetin de denetlenemeyeceğini açıkça ifade edecek ölçüde bu konuya yoğunlaşmışlardı. İşte F tiplerinin birer 5 yıldızlı otelmişçesine reklamlara konu edilmesi de bu tarihlere denk geldi. Ve akabinde onlarcası katledilerek yüzlerce tutsağın zorla bu tabutluklara hapsedilmesi süreci de bunu takip etti.

Ancak bu da tutmadı. Neredeyse 9 yıldır uygulamada olan F tipleri, halen devrimci tutsakların iradelerini kırabilmiş değil. Sermaye düzeni kendi cephesinden moral bir üstünlük kazandığı sanrısına kapılsa da bugün içeridekileri halen daha teslim alabilmekten uzak. Burada şu cümleyi çekinmeden kurmak gerekiyor: bütün sonuçlarına ve bugün tartıştığımız insanlık dışı uygulamalar bütününe rağmen F tipleri sermaye düzeninin başka bir cephede yenildiğinin resmidir! Bu gerçek devrimcilerin F tipinde bulunmaları/bulunmamaları gibi bir ikilemle karartılamaz. Aksine sermaye düzeni devrimci tutsakları teslim almak adına başvurduğu bütün çarelerde başarısızlığa uğramış ve bu sürecin sonunda bir kez daha devrimci mücadele ile iradi bir çatışmaya girdiğinde başarıya ulaşma şansı olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Dolayısıyla F tipleri sermaye düzeninin iradi çatışmada yenilgiye uğraması sonrasında giriştiği bir topyekûn imha harekatından başka bir şey değildir. Bu imha politikasının bugün halen daha aynı sertlikle ve süreklilikle uygulanıyor olmasının gerisinde ise iki gerçek yatmaktadır: Birincisi imha politikalarına rağmen içeride devrimciler canları ama bundan da önemlisi insanlıkları adına direnmeyi sürdürmektedir. İkincisi ise genelde dışarıdaki toplumsal muhalefet ve özelde / daha önemlisi sınıf hareketi bu uygulamalara set kurabilecek bir düzeye halen daha ulaşamamıştır.

F tiplerindeki savaş insan kalabilmek içindir!

F tipleri birer işkencehane, ölüm evi, toplama kampından başka bir şey değildir. Bu alanda yalnızca işkenceye maruz kalan kişi değil ama bir bütün olarak insanlığa dair ne varsa onlar ayaklar altına alınmaktadır. Tutsakların yemek yemek, su içmek, sağlıklı bir uyku uyumak gibi yaşamsal ihtiyaçları kısıtlanırken, bir yandan da insanın ayrıştırıcı özelliği olan sosyalleşme, iletişim, etkileşim gibi ihtiyaçları da engellenerek adeta insanlıkları unutturulmak isteniyor. Süreklileşen disiplin cezaları ile tutsakların içeride kalma sürelerinin “her an uzatılabileceği” baskısı ile yoğun bir umutsuzluk tablosu yaratılarak herkese iki seçenek sunuluyor. Bu seçeneklerden biri ÇHD’nin raporunda da dikkati çeken bir veri olarak görüldüğü üzere; intihar, ikincisi teslim olmak. Gerçekten de sermaye düzeni bile isteye, teslim olmazsan burada seni yaşatmayız ama öldürmeyiz de hayatın boyunca burada tutarız mesajı vererek direnenleri intihara teşvik ediyor. Ama bugün tüm bu zorlamalara, insanların üzerilerine örülen duvarlara rağmen F tiplerinde başka bir kavga sürüyor. Orada devrimci tutsaklar insan olma bilinci için savaşıyor.

 

 


Adana BDSP:
“Polis terörü son bulsun!”

26 Ocak günü BDSP tarafından İHD Adana Şubesi’nde gerçekleştirilen basın toplantısı ile 20 Ocak günü BDSP çalışanlarının gözaltında maruz kaldıkları fiziksel ve psikolojik işkence teşhir edildi. Polis terörünün geldiği boyut ortaya koyuldu.

Açıklamada polis rejiminin her geçen gün yeni yasa ve uygulamalarla daha da ağırlaştırıldığı ifade edildi. Son iki yılda 79 kişinin polis kurşunuyla öldürüldüğünün belirtildiği açıklamada, İzmir’de Baran Tursun’un, İstanbul Esenyurt’ta Alaattin Karadağ’ın ve Diyarbakır’da Aydın Erdem’in katlinin bu cinayetlerden sadece üçü olduğu söylendi. Bu gibi cinayetlerden sonra açılan soruşturmalarda ise öldürenlerin aklandığının ya da polislere ödül gibi cezalar verildiğinin altı çizildi.

Sadece son birkaç ay içerisinde Adana Valiliği’nin kararı ve polisin yönlendirmesiyle yüzlerce kişiye kendi haklarını aradıkları ya da örneğin TEKEL işçilerinin direnişlerini destekledikleri için para cezaları verildiği belirtilirken, kimi zaman eylemlerde olmayan insanların bile ceza aldığı kimi zaman da aynı kişiye aynı gün içinde arda arda aynı suçtan para cezaları kesildiği söylendi.

Açıklamanın ardından gözaltına alınan BDSP çalışanlarından biri yaşadıklarını anlattı.

BDSP çalışanının ardından söz alan İHD Adana Şube Başkanı Beyhan Günyeli son dönemde giderek artan polis şiddetine dair konuşma yaparak, İHD olarak bu ve benzeri saldırılara karşı mücadele edileceğini vurguladı.

Açıklamaya Devrimci Proletarya destek verdi.

Kızıl Bayrak / Adana