19 Mart 2010
Sayı: SİKB 2010/12

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL Direnişi’nin ateşini 1 Mayıs’a ve 26 Mayıs’a taşıyalım
Güçlü bir grev-direniş süreci için taban örgütlülükleri oluşturulmalıdır!
Newroz’un isyan ateşi kızıllaştırılarak saldırılar yanıtlanmalıdır!
Metal İşçileri Birliği MYK’sının
Mart ayı toplantısı sonuçları
İzmir’de öncü TEKEL işçileri buluşması
Direnişçi TARİŞ işçileriyle
konuştuk..
İşçi ve emekçi hareketinden
Liseli gençlik çalışmasının
sorunları
Geleceksiz yaşamaya, güvencesiz çalışmaya karşı genel greve-direnişe
Devrimci kanı akıtanlar
akıttıkları kanda boğulacaklar!
Mart ayı katliamları lanetlendi!
Hüseyin Temiz sosyalizmin
günışığında yaşıyor!
Gençlik, 16 Mart’ta alanlardaydı..
Gençlik hareketinden
ABD Ortadoğu’da barışın değil, hegemonyanın peşindedir…
Afrika’daki açlığın kaynağı kapitalist barbarlık düzenidir!
Newroz ve Kürt halkının
trajedisi! - M. Can Yüce
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarının ardından
Tarihin gördüğü ilk işçi iktidarı Paris Komünü 139 yaşında
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin sahte açılımlarında şimdi “Çingeneler Zamanı”

Yaşadığımız toprakların etnik ve mezhepsel olarak çok renkli bir yapıya sahip ve binlerce yıl öncesinin medeniyetlerinin üzerine kurulu olması bugün üzerinde yaşayanlar için zengin bir kültür sofrasına oturma şansı demektir. Ancak daha başından beri ezen ve ezilenin mücadelesine sahne olan sınıf savaşımları tarihi bu zenginliğin değerlendirilmesini engellemiştir. Yakın zaman tarihi olarak da bu zenginliği kendi çıkarına göre tarumar eden bir burjuva cumhuriyeti karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı’nın kalıntıları üzerine inşa edilen bu cumhuriyet tek bir etnik temele -Türklüğe- ve tek bir dini inanca- Sünni İslama- kendini dayandırdığı için başka uluslardan ve inanışlardan insanlar katliamlara, sürgünlere maruz kalmışlardır. Ermeniler’in, Rumlar’ın ve Kürtler’in yaşadıkları bu açıdan yeterince şey anlatmaktadır. Öte yandan tüm bu yaşananlar artık tarihte kalmış acı hatıralar da değildir.

Rejimin imha ve inkâr siyaseti yeni biçimleri ile hala sürmektedir. Şimdilerin moda sözü yaşadığımız topraklardaki renklilik üzerine dillendirilen “mozaik” vurgusudur. Kimileri için hala daha “ne mozaiği ulan, mermer mermer...” olsa da yöntemde ve söylemde belli nüanslar dışında anlayış aynıdır: “Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil...” Geriye en fazlasından kültürel kırıntılar bırakılan yeni ez ve çöz formülüdür bu. Sözde “reformlar” ve “demokratik açılımlar” vesilesiyle kürsülerden Erdoğan tarafından cezbedici sözcüklerle dillendirilen, edebi bir hava taşıması için abartılı vurgular içeren sözler bir aldatmacadan ibarettir. Bu açılımların gerisindeki niyet bir tarafa, “açılım” adı altında ortaya sürülen yaklaşımların samimiyetsizliğini bu veciz sözler saklayamamaktır. Tarihe mal olmuş düşün ve sanat insanlarından cımbızlanan bu sözcükler yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçekleri örtbas etmeye yetmemektedir.

Geçtiğimiz günler bu çerçevede yeni bir örneğe sahne oldu. İşbirlikçi sermaye sınıfının sahte açılımlarında sıra “çingeneler zamanına” gelmişti. Sermaye hükümetinin başbakanı Tayyip Erdoğan, ‘Roman Açılımı’ kapsamında İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda Romanlarla bir araya geldi. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada Romanlar’a 100-120 TL taksitle 20 yıl vadeyle “konut sözü” vererek AKP hükümetinin herkese hakkı olanı verdiğini iddia etti. Hatırlanacağı gibi 2009 Aralık’ında da bir “Roman Çalıştayı” düzenlenmiş ve hemen arkasından Manisa Selendi’de Romanlar’a yönelik ırkçı-şoven saldırılar ve linç girişimleri yaşanmış, Romanlar Selendi’den sürülmüşlerdi. İşte bu linç ve sürgünlerden hemen önce gerçekleşen “Roman çalıştayı”nda Devlet Bakanı Faruk Çelik, “Roman vatandaşlarımızın, karşı karşıya kaldığı yüz yıllara varan dışlanmışlıklarla, hoşgörüsüzlüklerle, haklarında üretilen önyargılarla, fiilen maruz kaldıkları her türlü ayrımcılıkla mücadele etmeyi ahlaki bir görev olarak telakki etmekteyiz” diyebilmekteydi. Tüm bunlar hafızalardayken sermaye hükümetinin ‘Roman Açılımı’nın tam bir ikiyüzlülük örneği olduğunu tescil edercesine Tayyip Erdoğan da şöyle konuşmaktadır: “Bizim bu topraklarımız tarihin hiçbir döneminde ırkçılığa sahne olmamıştır. Bizim topraklarımız, bizim vatanımız, tarihin hiçbir döneminde anti-semitizme prim vermemiştir. Bu topraklarda ırkçılık barınamaz, antisemitizm barınamaz...”

Rumlar’ın, Ermeniler’in ve Kürtler’in yaşadıklarından arta kalan bu topraklarda kan ve göz yaşı olmuşken, burjuva rejimin ve kemalist anlayışın en önemli kadrolarından biri olan Şükrü Kaya’nın, ‘bu topraklarda yaşayıp Türk olmayanların ilk vazifesi, Türkler’in kölesi olmaktır’ sözü hala geçerliliğini korurken ırkçılığa, şovenizme karşıymış gibi bir yanılsama yaratmak mümkün değildir. Şimdi anlayış değil ama sözcükler değişmiştir. “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacaktır” gibi kan kokan laflar yerine insanların “maneviyatına” seslenmek daha uygun bulunmaktadır. Keza rejimin gerekeni yapan kadroları zaten işbaşındadırlar.

Gelelim şu “Roman açılımı”na!.. Türkiye genelinde yaklaşık olarak 2,5 milyon Roman yaşadığı bilinmektedir. Kendilerine has bir yaşamı, kültürü, değerleri ve geleneği olan Romanlar, mevcut toplumsal ilişkilere hapsolmadan yaşamayı başarabilmişlerdir. Özellikle Trakya, Ege ve İstanbul’da çok yoğun olarak yaşamaktadırlar. Dünya genelinde ‘vatansız’ olarak tanınırlar. Bu çerçevede 72 buçuk millet sözü de Romanlar’ı aşağılamak için kullanıla gelmiştir.

14 Haziran 1934’te çıkarılan 2510 sayılı “İskan Kanunu”nun 4. maddesi şöyledir: “Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, göçebe çingeneler, casuslar ve memleket dışına çıkartılmış olanlar Türkiye’ye ‘muhacir’ göçmen olarak kabul edilmezler.” 2003 yılının Kasım ayında basına yansıdığı kadarıyla bu yasa şöyle düzeltilmiştir! Türkiye İçişleri Bakanlığı yurttaşlığa başvuruda bulunanlara, “göçebe Çingeneler” tanımlanması genel olarak “Çingeneler” ve “dilenciler” olarak genişletilmiş, yani “Çingeneler” göçebe olmasalar da TC tarafından vatandaş olarak kabul edilmeleri mümkün görülmemiştir.

Yine “Polisin Disiplinine, Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları Teşkilatı ile Vazifelerine Dair Talimatnamesi”ndeki Çingeneleri şüpheli şahıs olarak gören 134. madde ancak 20.06.2006 tarihinde yürürlükten kaldırılabilmiştir. Fakat “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”un 21. maddesi hala yürürlüktedir. Bu yasaya göre tabiiyetsiz veya yabancı devlet tebaası olan Çingeneler’in ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine İçişleri Bakanlığı salahiyetlidir. Bu madde ile ayırımcılık söylenenlere inat oldukça hukukidir ve yasaldır.

Erdoğan, bu açılım vesilesiyle ayrımcılığı ve ırkçılığı reddeden bir konuşma yapsa da Romanlar ırkçılığın bir başka boyutunu tüm açılığıyla yaşamakta. Yaşam alanlarından soyutlanarak kültürel bir kıyıma tabi tutulmaktalar. Bu, Romanlar üzerinde yeni bir kültürel tehcir politikasıdır. Bugün Romanlar’ın yaşadığı tüm mahalleler devletin tehdidi altındadır. Bu mahallelerde yaşayanları yoksulluğa mahkum eden, altyapı götürmeyerek en insani ihtiyaçlardan mahrum bıraktıktan sonra bilerek sebep olduğu hırsızlık, uyuşturucu vb. gerekçelerle bu mahallelerde tam bir devlet terörü estirilmektedir. Haber bültenleri sıklıkla bu polis operasyonlarını yazmaktadır. Romanlar’ı yaşam alanlarından koparmak, üzerlerinde kültürel bir soykırım gerçekleştirmek için devlet tüm olanaklarını kullanmaktadır. “Kentsel dönüşüm projesi” de bu saldırının bir parçası durumundadır. Bursa Osmangazi’de Kamberler Mahallesi, Ankara’da Çinçin ve İstanbul’da Sulukule bu saldırıların bilinen hedefleri olmuştur. Öyle ki Sulukule Çingene tarihi içinde ayrı bir yerde durmaktadır. Burası bilinen en eski çingene yerleşim yeri ve onların dünyaya yayıldığı yerdir. Yani tarihi ve kültürel bir değeri bulunmaktadır. Aynı zamanda sermayenin rant amacına hizmet etmesi için çıkarılan “Kentsel dönüşüm projesi” Romanlar üzerinde hem fiziki hem de kültürel bir yıkımın aracı haline getirilmiştir. Çingeneler’in en eski yerleşim yeri olan Sulukule artık yoktur. Bu proje kapsamında yıkılmıştır. “Roman açılımı”nın ne kadar sahte olduğuna Sulukule’nin artık tarihe karışmış olması oldukça iyi bir örnektir. Bu yıkımlarda amacın Romanlar’ın insani ihtiyacını iyileştirme olmadığı aşikârdır. Şimdi Romanlar da TOKİ’nin kapısında bir müşteridir. Kültürel iletişimlerini devam ettirebilmelerinin ve geleneklerini yaşatabilmelerinin bu “modern” hayatta ne kadar imkânsız olduğu bir başka gerçek iken, Romanlar’a barınabilecekleri imkânların yaratılacağına dair verilen sözler de o kadar inandırıcılıktan uzaktır. Çünkü Kocaeli Arızlı’da evleri depremde yıkılanlara bağışlanan evleri ellerinden alarak, buraya kentin bürokratlarını yerleştirme aymazlığını gösterenlerden başka bir icraat beklenemez.

Sözün kısası “Roman açılımı” da tıpkı diğer sahte açılımlar gibi sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden yeni bir girişimidir. İnsanları ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, yani emek ve sermaye olarak iki keskin kampa ayıranların halklar arasında bir kardeşlik yaratabilmesi mümkün değildir. Bir Çingene atasözünde olduğu gibi: “Size dalkavukluk yapan, ya sizi kandıracaktır, ya da kandırmayı düşünüyordur.”