11 Mart 2011
Sayı: SİKB 2010/10

 Kızıl Bayrak'tan
İktidarlarını sağlama almak için dizginsiz gericilik ve zorbalık!
İnkarcılığına karşı
isyan ateşi harlanmalıdır!
İnkara, asimilasyona, tasfiyeye ve
imhaya son!
“Kadın erkek birlikte mücadeleye!.."
Ankara’da coşkulu 8 Mart
Yaşamın yarısından
kavganın yarısına!
Emekçi kadınlarla 8 Mart alanında konuştuk
Metal işçileri tarih istiyor
Metal işçileri grev istiyor
MİB GREVle dayanışmaya
çağırdı
Ontex’te sendika bürokratları suçunu itiraf etti
İzmir’de kurultay çalışmaları
Halkları köleleştirme
planları iflas ediyor!
Yemen’deki amerikancı rejimi
kaçınılmaz sona yaklaşıyor
Tahrir’den Wisconsin’e
mücadele büyüyor
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da
isyan dalgası
Dünyadan.
2011 Dünya Kadınlar Konferansı’nda enternasyonal mücadele çağrısı
Avrupa’da 8 Mart
TTB Merkez Konseyi üyesi Osman Öztürk’le konuştuk.
Üniversitelerden...
“Bu İŞte bir ‘iş’ var..”
Eğitim-Sen şubelerinde
genel kurul
Hüseyin Hoca’nın anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz!
16 Mart 1978 Beyazıt
katliamını unutmadık!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yemen’deki amerikancı rejimi kaçınılmaz sona yaklaşıyor

İki ayını tamamlamak üzere olan Yemen’deki halk hareketi, gelinen aşamada hem yaygınlık hem kitlesellik bakımından ayaklanma boyutuna yaklaşıyor. Halk hareketinin istikrarlı gelişim seyri, Sana’daki kokuşmuş rejimi sarsmakla kalmıyor, Washington’daki savaş baronlarını de tedirgin ediyor.

Arap dünyasının bu en yoksul ülkesindeki işsizlik, yoksulluk ve açlığın vardığı boyut ile bu musibetleri tamamlayan zorbalık, halkın isyanını bastırmayı olanaksız kılmaktadır. Nitekim Tahrir Meydanı’nda yankılanan “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!” şiarını başkent Sana ile ikinci büyük kent Aden başta olmak üzere Yemen kentlerinin çoğunda yükselten emekçiler, 1978’den beri işbaşında bulunan Ali Abdullah Salih’le despot rejimini yıkma konusunda kararlılıklarını vurguluyorlar.

Saldırganlık ve tavizler despotu kurtarmaya yetmiyor

1978’de Kuzey Yemen’in, 1990’da gerçekleşen Güney/Kuzey birleşmesinin ardından ise Yemen Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olan Salih, 33 yıldan beri tahtını terk etmiyor.

Dikta rejimle ülkeyi yöneten Salih ve etrafında öbeklenen yağmacı çete, yolsuzluk ve rüşvet batağına da batmış durumda. Hüsnü Mübarek gibi, düne kadar tahtını oğluna devretme hazırlığını yaparken, kokuşmuş rejiminin devam edeceğini sanıyordu. Oysa halk ayaklanmaları dalgası, bu acımasız despota da sonunun geldiğini şimdiden göstermiş bulunuyor. 

Emekçilerin genç kuşaklarının Sana’da başlattığı gösterileri önce “Kabul edilemez” diye nitelendiren Salih, hem polis hem kendisine bağlı “sivil” çeteler eliyle emekçileri yıldırmaya çalışmıştı. Oysa bu taktik, diğer ülkelerde olduğu gibi, emekçilerin öfkesini daha da arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

Halk hareketinin giderek yayılması, kısa sürede zorba rejimi taktik değiştirmek zorunda bıraktı. Geçen hafta kolluk kuvvetlerine, hükümet karşıtı veya yanlısı grupları ayrım gözetmeden koruma emri veren Salih, Tunus ve Mısır’daki despotların akıbetinden ders almış görünüyor.

Devlet terörünü elden bırakmamakla birlikte, belli sınırlarda tutmaya çalışan Salih, muhalefete görüşme ve işbirliği çağrıları yaparak, cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 2013’e kadar tahtını korumaya çalışıyor. Muhalefete, seçimlere kadar geçici bir hükümet kurma önerisinde bulunan diktatör hem kendisinin hem oğlunun aday olmayacağı konusunda güvence de veriyor.

Söz konusu önerilerin geç yapıldığını açıklayan muhalif güçler, despotun çağrılarına olumsuz yanıt verdiler. Bunun üzerine “din alimleri” kastına arabuluculuk görevi veren Salih, bu manevranın da işe yaramaması üzerine, halk hareketinin İsrail ve ABD tarafından organize edildiğini iddia ederek psikolojik saldırıya geçti.

Söz konusu iddia, despotun iyice köşeye sıkıştığını dışa vurdu; zira her yıl “terörle mücadele” adı altında ABD’den yüz milyonlarca dolar alan Salih rejiminin, emperyalist güçlerle işbirliği yaptığı kimse için bir sır değil. Halk hareketine çamur atma girişimi, Salih’in emperyalist/siyonist güçlerle yaptığı işbirliğinin daha fazla gündeme gelmesini sağlayarak ters tepti.

Despot rejimin etrafındaki çemberin giderek daralması, Salih tahtı etrafında öbeklenen güçlerin fire vermesine yol açtı. Aralarında Gençlik ve Spor Bakanı’nın da bulunduğu 13 milletvekili hem görevlerinden hem hâkim partiden istifa ederken; bir kısmı ise “gençlik ve halk devrimi”ni desteklediklerini ilan ettiler.

Daha önce despota yakın duran bazı kabileler de rejimi desteklemediklerini, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet ve zorbalığa karşı mücadele eden halkın safında olduklarını açıkladılar. Sosyal yaşamda halen belli bir yer tuttukları göz önüne alındığında, Salih’e yakın kabilelerin tutumu, zaten gayr-ı meşru durumda bulunan rejimi daha da zayıflatmıştır.

Tüm bunlara rağmen Salih’in tahtını 2013’e kadar terk etmeyeceğini ilan etmesi, sağlam dayanaklardan yoksundur. Elindeki son kozlar; devlet terörünü azdırmak, kabileler arası çatışmayı kışkırtmak ve Pentagon’un savaş baronlarından aldığı desteğin devamını garantilemek…

Ülkeyi kan deryasına çevirmekten başka bir işe yaramayacak olan bu kozları kullansa bile, Ali Abdullah Salih’in miadını doldurmuş bir diktatör olduğu gerçeği değişmeyecektir.

Emperyalistler diktatörlüğün arkasında…

Yemen’deki dikta rejim, ABD emperyalizminin “terörle mücadele” alanındaki yakın işbirlikçilerinden biridir. El Kaide’nin bu ülkede aktif olduğu gerekçesiyle her yıl Salih rejimine 250 milyon dolar “yardım” veren ABD, dikta rejimi de silahlandırıyor. Kimi zaman insansız uçaklarla Yemen topraklarını bombalayan ABD savaş aygıtı, Salih rejiminin temel dayanaklarından biridir.

Salih rejimine “kalkınma yardımı” adı altında da dolar transfer eden Beyaz Saray şefleri, Yemenli emekçilerin ayağa kalkmasından ciddi bir rahatsızlık duyuyorlar. Zira petrol zengini ve emperyalist/siyonist güçlerin etkin işbirlikçilerinden biri olan Suudi Arabistan’la uzun bir sınırı bulunan bu ülkedeki Amerikancı rejimin yıkılması durumunda, Arap yarımadasındaki “denge” de bozulacaktır. Bu ise, Barack Obama yönetiminin, neden despot rejimi ayakta tutmaya çalıştığını açıklıyor.

Halk hareketine karşı “kontrollü zorbalık” taktiği izleyen Salih rejimi, bir buçuk ayda 27 kişiyi katletti. Hal böyleyken, Beyaz Saray’dan dillendirilen en “sert” ifade, “Kendinize hâkim olun” sınırlarının ötesine geçmedi. Dahası bu ifade, aynı anda hem dikta rejime hem eylemdeki emekçilere yöneltiliyor. Sanki eylemciler, polis ve orduya karşı gerçek ve plastik mermi, göz yaşartıcı bomba kullanıyormuş gibi.

Cellatla kurbanı aynı kefeye koyan emperyalistlerin bu kaba ikiyüzlülüğü, despot Salih’in henüz gözden çıkarılmadığına işaret ediyor.

Tavizler vererek rejimi ayakta tutması için Abdullah Salih’e telkinlerde bulunan Obama yönetimi, mecbur kaldığında elbette bu sadık işbirlikçiyi de çöpe atacaktır. Zira miadını dolduran diktatörleri, emperyalist güçlerin desteği ile ayakta tutmak olası değildir; Beyaz Saray şefleri de bu gerçeğin farkındalar. Buna karşın Obama yönetimi, dikta rejimin bekası uğruna elindeki tüm imkanları seferber edecek; ancak bu çabadan olumlu sonuç alamayacağı için, farklı işbirlikçi arayışlarını da sürdürecektir.

“Rejimi yıkmak” muhalif güçlerin ortak şiarıdır

Amerikancı Salih rejimi, halk ayaklanmaları başlamadan önce de istikrarını yitirmiş durumdaydı. Bu sorunun kaynağı batılı emperyalistlerin iddia ettiği gibi El Kaide’den kaynaklanmıyordu. Hatta Salih rejimi, ABD’den yüzmilyonlarca dolar almasına rağmen El Kaide şefleriyle ilişkilerini sürdürüyor.

Rejimi zorlayan toplumsal dinamikler ülkenin Kuzey’indeki Husi Şiilerin ekonomik, sosyal, siyasal, mezhepsel ayrımcılığa karşı yükselttikleri direniş ile Güney’deki Aden merkezli bağımsızlık talebiyle yıllardan beri devam eden mücadeledir. Nitekim ABD desteğini alan zorba rejim, El Kaide’den çok her iki harekete karşı savaş ilan etmiştir.

Suudi Arabistan sınırındaki bölgelerde yaşayan Husiler hem Yemen hem Suudi Arabistan ordusuna karşı yıllarca savaştılar. 2004’ten beri aralıklarla devam eden ve binlerce kişinin ölümüne neden olan çatışmalar, Katar devletinin arabuluculuğuyla, Şubat 2009’da varılan ateşkes anlaşması ile sona ermişti. Ancak Husilerin rejime karşı mücadelesi farklı araçlarla devam etmiş, son günlerde de rejim karşıtı kitlesel eylemler gerçekleştirilmiştir.

İngiliz sömürgeciliğine karşı sosyalistler önderliğinde gerçekleştirilen bağımsızlık savaşının zaferinden sonra kurulan Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti (GYDHC) ise, 1970’ten Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1990’lara kadar ayakta kaldı. Kuzey Yemen’in eski GYDHC’nin başkenti olan Aden’de denetim sağlayabilmesi, ancak 1994 yazında yaşanan iç savaşta sosyalistlerin yenilmesinden sonra mümkün oldu. Buna karşın işçi sınıfının en güçlü olduğu kent olan Aden ve çevresinde sosyalistler halen güçlü ve bağımsızlık mücadelesinde ektin bir rol oynuyorlar.

Bu iki toplumsal dinamiğin basıncı altında olan rejim için başkent Sana ve çevresi, son haftalara kadar soluk alabildiği bölge görünümündeydi. Ancak Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmaları bu bölgelerdeki emekçileri de harekete geçirince, Salih rejimi iyice köşeye sıkıştı.

Sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği gençlerin Sana’da başlattığı eylemler, düzen içi muhalefet tarafından bir süre ihtiyatla izlendi. Eylemlerdeki ısrar ve kararlılık, sonunda Salih rejimine karşı olan tüm güçlerin harekete katılmasını sağladı.

Gelinen aşamada, Yemen’deki tüm muhalif güçler, despot Salih ve rejiminin yıkılması konusunda anlaşmış bulunuyorlar. Eski Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Aden merkezli bağımsızlık hareketi, Kuzey’deki Şii hareketi ve Sana merkezli halk hareketi… Tüm bu güçler, “Halk rejimin yıkılmasını istiyor” şiarı etrafında birleşerek, kazanana kadar mücadeleye devam edeceklerini ilan ettiler.

11 Mart Cuma günü “Geri dönüşü olmayan” eylemlere çağrı yapan muhalif güçler, Abdullah Salih’in ya istifa edeceğini ya da halk tarafından alaşağı edileceğini vurguluyorlar.

Dinamizmini işçilerden, emekçilerden, bağımsızlık mücadelesi veren Güney’deki güçlerden, ayrıma maruz kalan Şiilerden, geleceksizliğe mahkum edilen genç kuşaklardan alan Yemen’deki halk hareketinin, önümüzdeki günlerde ayaklanma boyutuna varma ihtimali yüksektir. Bu ise, Abdullah Salih’le dikta rejiminin kaçınılmaz sona doğru yaklaştığına işaret ediyor.

Yemen’deki halk hareketi, kendine özgü heterojen bir yapıdadır. İşçi sınıfının bir sınıf olarak harekete katılımının Aden’le sınırlı olması; emperyalist güçlerle işbirliği yapmaya hevesli bazı güçlerin varlığı; dinci akımların belli bir gücü temsil etmeleri, Aden merkezli sosyalist partinin belli bir gücü olmasına rağmen, hareketin devrimci önderlikten yoksun olması vb…

Bu sorunlar, hareketin ancak zorlu bir mücadele ile emekçiler lehine kalıcı kazanımlara ulaşabileceğine işaret ediyor. Her şeye rağmen kesin olan bir şey var; o da Yemenli işçilerin, emekçilerin, genç kuşakların, yoksulların, her türlü baskı ve ayrımcılığa maruz kalanların işsizlik, yoksulluk, sefillik, yolsuzluk, rüşvet ve zorbalığa karşı direnme kararlılığında olduklarıdır.

Çalkantılı, çatışmalı bir dönem kaçınılmaz gibi görünse de, kapitalist yıkımın yarattığı toplumsal dinamikler, devrimci öncünün yaratılmasını sağlayacak potansiyelleri de içermektedir.