16 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/47

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin geleceğini sınıfın bağımsız inisiyatifi belirleyecektir!
“Sıfır sorun”dan “herkesle çatışma”ya
İktidar ve rant uğruna cemaat savaşları.
Ankara’da binler haykırdı:
Hepimiz eşkıyayız!
Polis-yargı-Adli Tıp işbirliğiyle
kadına işkence!
Türk-İş’te “değişim” olmadı
DİSK: “Mücadele... mücadele... mücadele...”
Armine'de direniş kazandı
Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlenme deneyimi
Sınıf sendikacılığı bayrağı altında birleşelim!
19-22 Aralık katliamı ve direnişi
11. yılında!
“Bedenlerini aldılar ama bilinçlerini teslim alamadılar”
“Operasyonun yapılacağı
biliniyordu”
“F tipi cezaevleri kapatılmalıdır”
Sermaye devletinin “insan hakları”
sicili: Dizginsiz baskı ve terör!
Maraş’ın katili sermaye devleti!
Erdal Eren mezarı başında anıldı.
AB’nin periferisi
Çinleşiyor… - Volkan Yaraşır
Rusya’da onbinler gerici rejime
karşı alanlara indi
‘İşgal et’ eylemleri ABD limanlarına sıçradı
BM Dünya İklim Zirvesi’nden
sonuç çıkmadı.
Devlet bizi sevmesin - G. Umut
Çetinsaya YÖK’e, Özcan Köşk’e!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BM Dünya İklim Zirvesi’nden sonuç çıkmadı...

Sorunun nedeni olanlar çözümün parçası olamazlar!

28 Kasım-9 Aralık tarihleri arasında Güney Afrika’nın Durban kentinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı gerçekleştirildi. Konferansa 194 ülkeden yaklaşık 11 bin delege katıldı. Konferansta, Kyoto Protokolü’nün birinci yükümlülük dönemi 2012 yılında tamamlanırken yerine uygulamaya sokulacak yeni iklim rejiminin belirlenmesi bekleniyordu. Konferansın sonunda 2012’de süresi dolacak olan Kyoto Protokolü’ne beş yıl daha bağlı kalınacağı açıklandı. Somut adımların atılması 2020 yılına ertelenirken böylelikle yine malumun ilanı gerçekleşmiş oldu.

Konferansta bu kadarla da yetinilmedi, iklimden para kazanmanın yollarına bakıldı. Bu amaçla olsa gerek yeni bir iklim fonunun oluşturulması, karbon piyasalarının genişletilmesi ve ormanları koruyan ülkelerin bundan para kazanması gibi konularda karara varıldı.

Küresel ısınmanın 2 santigrat derecenin altında tutulması için zorunlu olan sera gazı etkisine yol açan gazların azaltılması konusunda hiçbir adım atılmadı. Sera gazı salımları açısından ilk iki sırada yer alan ABD ve Çin konferansta somut taahhütlerde bulunmaktan kaçınırken, Kanada, Rusya ve Japonya, Kyoto Protokolü çerçevesinde önümüzdeki yıla kadar geçerli olan taahhütlerini devam ettirmeyeceklerini açıkladılar. Avrupa Birliği ise, küresel ısınmayı engelleyecek yeni bir küresel anlaşma yapılması gerektiğini savunuyor.

Emperyalist ülkelerin çözüm için bir adım atmamalar, onların bu sorundan etkilenmediği anlamına gelmiyor. Ancak küresel iklim değişiminden en fazla etkilenen daha çok bağımlı, geri bıraktırılmış ülkeler olacaktır. Gerek çevre duyarlılığının nispeten gelişmiş ülkelere göre azlığı ve emperyalist bağımlılığın etkisiyle çevreye zararlı geri teknolojilerin bağımlı ülkelere kaydırılması sonucu bu ülkelerde kirlilik daha yoğun biçimde artıyor.

Türk burjuvazisi sefil çıkarlar peşindeydi

Toplantı sonunda anlaşmaya taraf ülkeler, iki haftadır yaptıkları görüşmeler neticesinde bir metin de çıkardılar. Ancak Türk devleti bu metnin tümüne itiraz etti. Çünkü  derdi başkaydı. İklim fonlarından faydalanamayan ülkeler arasından çıkmak istedi. Bu grupta AB ülkeleri, Rusya, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda bulunuyor. Oysa geçmişte Türk devleti bu gruba girmek için özel bir çaba göstermiş ve bu nedenle özel statü sahibi olmuştu. Ancak şimdi bu gruptan çıkıp, en azından Çin, Hindistan veya Brezilya gibi, “gelişmekte olan ülke” sıfatıyla bazı finans desteklerinden yararlanmak istiyor.

Sermaye devleti, bu “kurnazlığı” sayesinde bu konferanstan ödül(!) ile ayrılan devletlerden oldu. İklim müzakerelerinde sonucu olumsuz etkileyecek politikalar ortaya koyan ülkelere çevreci örgütlerce verilen “Günün fosili” ödülü Türkiye’ye de verildi. İklim Eylem Ağı (CAN) tarafından yapılan açıklamada Türkiye’nin ödüle layık görülmesinin nedeni, sera gazı emisyonlarını indirmek için hedef belirlemeden, Kyoto Protokolü’nün mekanizmalarından faydalanarak teknolojik ve finansal destek almaya çalışması olarak gösterildi.

Bu ödülü sermaye devletinin hak ettiğinden kuşku yok. Konferansta TÜSİAD’ın “İklim değişikliğini önlemede özel sektörün rolü” başlıklı bir oturum düzenliyor olması bile Türk burjuvazisinin çevre sorununa nasıl baktığını gösteriyor. Sermaye sınıfının çevre sorununa duyarlılığı onun kar-zarar denklemiyle ilgilidir. İklim krizi onun kar oranlarını etkiliyorsa ya da iklim krizinden potansiyel bir pazar olarak faydalanmak istediğinde onun gündemi haline gelmektedir. “Piyasa eksenli” sözde “çözümler” arayan Türk sermayesinin has örgütlerinden olan TÜSİAD’ın derdinin de ne olduğu bellidir.

Aralarında Akbank, Arçelik, Bilim İlaç, Borusan Holding, Coca-Cola İçecek, Kale, Teknosa, Tofaş-Fiat, Toyota Pazarlama, Türk Telekom ve Zorlu Enerji Grubu CEO’larının da yer aldığı şirket yöneticilerinin tüm dünya hükümetlerine iklim değişikliği ile mücadele için acil eylem çağrısında bulunması ise ayrı bir ikiyüzlülüktür.

Türkiye çevrecinin daniskası olmakla övünen bir başbakana sahip olmasına rağmen 100’den 10’a inmesi gereken sera gazı emisyonlarını 100’den 200’e çıkartmış bir ülkedir. Böyle giderse bu oran 2020’de 350’ye çıkacaktır. Türkiye ayrıca 1991-2010 yılları arasında hava olayları sonucu en çok zarara uğrayan ülkeleri içeren İklim Risk İndeksi’nde 106. sıradan 88. sıraya yükselmiştir. Ayrıca Türkiye’nin yıllık karbon salımının 370 milyon ton olduğu da unutulmamalıdır.

Sorunun nedeni olanlar çözümün parçası asla olamazlar!

Dünyayı her yönüyle sömüren ve bunda hiçbir kural tanımak istemeyen kapitalistlerin çalıp oynadığı böylesi zirvelerden bir şey çıkmayacağı açıktır. Geçmişte de böylesi zirveler hep yapıldı. Örneğin, 1992’de Rio’da gerçekleştirilen dünya zirvesinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 150′den fazla ülke tarafından imzalandı. Nihai amacı “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunu iklim sistemine tehlikeli antropojenik müdahaleyi engelleyecek bir seviyede sabitlemek” olan bu sözleşme Mart 1994′te yürürlüğe girmişti. Sonrasında 1997 yılında Kyoto Protokolü karara bağlandı. Kyoto Protokolü ülkelerden sera gazı salınımı azaltma hedeflerini gerçekleştirmelerini yasal olarak öngören bir protokol. 2009’da ise 15. Taraflar Konferansı’nda Kopenhag Uzlaşması yapıldı. Gelişmiş ülkelerden mutlak azaltım istenirken gelişmekte olan ülkelerden artıştan azalma hedefi verilmesi istenildi vs.

Tabiî ki bunlar gerçek yaşamda bir karşılığı olmayan anlaşmalardı. Kapitalist efendiler bildiklerini okumaya devam etti. Çünkü onlar için tek gerçek sefil çıkarlarıdır. Değişen iklim koşulları, hava, toprak ve su kirliliği, geri dönülemez bir şekilde kaybedilen doğal kaynaklar vb. onları hiç mi hiç ilgilendirmemektedir.

İklim konferansını eylemleriyle etkilemeye çalışan çevreci örgütlerden Friends of the Earth International Başkanı Nnimmo Bassey, “Somut adımlar atmayı 2020’ye ertelemek, küresel ölçekte suçtur. Bu, dünyanın 4 derecelik ısı artışına doğru gittiği anlamına geliyor; bu da Afrika için, küçük ada ülkeleri için, yoksul ülkeler için idam fermanı demek. Dünyanın yüzde 1’ini oluşturan zenginler, yüzde 99’un kurban edilebileceği kararına vardı” diyerek durumu özetlemiş oluyor.

Kapitalizm gezegenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Bahsi geçen zirvede boy gösterenler şahsında kapitalist sınıf, kendi sefil çıkarları için insan ve çevre sağlığını büyük riske atmakta kararlı olduğunu göstermiştir. Bu kapitalist akbabalardan, küresel ısınmada gerileme sağlamak bir yana giderek artan tehlikeyi önlemek adına, samimi çaba beklemenin bir karşılığı yoktur. Bu nedenle yapılması gereken kapitalizm yerine insan ve çevre sağlığını gözeten sosyalist bir düzen için savaşmaktır.