13 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/02

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfının gündeminde örgütlenme, dayanışma ve birleşik mücadele olmalıdır!
Anayasa tartışmaları yeniden ısıtılıyor!
Esenyurt’taki Roboski protestosuna tutuklama terörü!
Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor, mahkeme koruyor!
Faşist baskı ve terör
sökmeyecek!/ BDSP
"Aktif taşeronluk sürecek” mesaji
Cuntanın iddianamesinden saçılanlar..
Kölelik saldırıları kapıda!
Sendika yöneticileri taşeron sistemini değerlendirdi..
İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu..
Karayolları işçileri özelleştirme kıskacında
Gerede’de deri işçileri ayakta!
ELTA’da kararlılık kazandı!
TTB MK üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlıkta dönüşüm üzerine konuştuk…
Emperyalistlerle suç ortaklığı rejimin açmazlarını derinleştiriyor!
Kapitalizm para ve dolandırıcılık demektir!.
Tutuklu öğrencilerle
dayanışma eylemi
Hacettepe’de rektörle görüşme...
Yerel işçi bültenleri:
Sömürü ve köleliğe paydos!
Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg
Neonazi cinayetlerine dur de!
1905 Devrimi ve
Sovyetler... - V.Yaraşır
Alaattin yoldaşın anısına
Boyun eğmemenin adı: “Molly Maguires”
“Yaman çelişki”...
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kölelik saldırıları kapıda!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2009 yılında veto edilen “özel istihdam büroları ve kiralık işçilik” saldırısı yeni bir taslak hazırlanarak tekrar gündeme geldi. Sermaye hükümeti AKP tarafından hazırlanan taslak tamamıyla işçi düşmanı bir belge niteliğindedir. Daha önce iki kez yasalaştırılmaya çalışılan Özel İstihdam Büroları (ÖİB) ile işçilere kölelik koşulları dayatılmaktadır.

“Mesleki faaliyet olarak ödünç (geçici) iş ilişkisi”ne dair ilk düzenleme adıyla 2003 yılında 4857 sayılı Kölelik-İş Kanunu ile gündeme gelen bu saldırı, İş Kanunu’nun topyekün kölelik yasası olması nedeniyle olası tepkiler göz önüne alınarak TBMM’ne sevk edilirken taslaktan çıkartılmıştı.

Bu şekilde uzun süredir sermaye sınıfının gündeminde olan bu saldırı 2008 yılında hükümete daha somut bir şekilde iletilmişti! Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından hazırlanan “Küresel Krize Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı raporda şu direktif verilmişti: “İş Kanunu’nda değişiklik yapılarak özellikle yeni istihdam imkânı sağlayacak özel istihdam büroları aracılığıyla dönemsel çalışma yasalaştırılmalıdır” (3 Kasım 2008 tarihli rapor).

Bunun ardından Haziran 2009’da gece 03.00’te AKP Grup Başkanvekili ve milletvekillerinin verdiği kanun teklifi ile acelece ilgili meclis komisyonlarında görüşülüp, jet hızla kanunlaştırılmıştı. Özel istihdam büroları 5920 sayılı “İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un bir maddesi olarak gündeme getirilmişti. Bu sürede “Üçlü Danışma Kurulu” toplantısına katılan üç işçi konfederasyonu Türk-İş, DİSK ve Hak-İş ile de görüşülürken bir oldu-bittiyle meclisten geçen bu yasaya karşı gelen tepkiler sonucu Cumhurbaşkanı sadece bu maddeyi veto etmişti. TÜSİAD sonrasında “özel istihdam büroları” yasasının “güvenceli esneklik” anlayışı ile “tarafların kaygıları giderilerek bir an önce yeniden çıkarılmasını” tekrar hükümete bildirmişti.

Sermaye sınıfının ısrarla çıkmasını istediği özel istihdam büroları şimdi yine gündemde. Aslında 90’lı yılların ortalarından itibaren ‘Danışmanlık şirketleri’ adıyla (daha çok ev işçilerini ve işverenleri bir araya getiren “aracı” şirketler olarak) hızla çoğalan şirketleri için 2004 yılında, 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu kanunun “Özel İstihdam Büroları” yönetmeliği çıkarılmıştı. Bu sayede ‘Danışmanlık Şirketleri’ adıyla varlığını sürdüren şirketler “Özel İstihdam Büroları” adı altında 2004 yılı itibariyle yasal statüye kavuşturulmuştu. Altyapıları ve toplum nezrinde meşrulaştırma çalışmalarıyla uzun süredir hazırlığı yapılan bu saldırı sermaye hükümeti için her zaman öncelikli konu oldu. Hatırlanacağı gibi “ulusal istihdam stratejisinin” içinde de bu saldırı yine gündeme getirilmişti.

İşçi simsarlığı yasalaşıyor!

Sermaye hükümetinin, taslak çalışmasına göre, Türkiye İş Kurumu’ndan izin alınarak özel istihdam büroları kurulacak. Bu bürolar, ellerindeki işçileri geçici olarak ve karşı tarafın ihtiyacını karşılaması için başka işverene devredecek. Geçici iş ilişkisinde işveren, özel istihdam bürosu olacak. İşçi, özel istihdam bürosu ile yazılı sözleşme yapacak. Taslaktaki düzenlemelere göre geçici olarak çalıştırılacak işçi sayısı, o işletmede çalıştırılan işçi sayısının beşte birini geçemeyecek. İşveren, işçiyi şirketine bağlı başka bir işyerinde ya da yapmakta olduğu benzer işlerde çalıştırılması koşuluyla başka bir işverene devredebilecek. Bu durumda, özel istihdam bürosunun aracılığı aranmayacak.

Mevcut durumda kadrolu-taşeron -sözleşmeli-mevsimlik vb. statülerle işçi sınıfını bölen sermeye sınıfı ve devleti, kiralık işçiliği de yasal statü haline getirerek işçiler arasındaki ayrımcılığı ve rekabeti derinleştirmek istiyor.

İlk defa düzenlenecek geçici iş ilişkisi dört ayı aşamayacak (veto edilen eski düzenlemede bu süre 6 aydı). Geçici iş ilişkisi ihtiyacının devam etmesi halinde sözleşme, toplamda 12 ayı geçmemek üzere en fazla üç defa yenilenecek. (Düzenlemenin eski halinde 18 aylık bir süre düşünülmüştü.) Geçici işçi çalıştıran patron, bu sürenin sonunda aynı iş için altı ay geçmedikçe geçici işçi çalıştıramayacak. İşçi geçici iş ilişkisi ile çalıştırıldığı işyerinden, büronun hizmet bedelinden mahsup edilmek üzere herhangi bir ücret, avans ya da borç alamayacak.

Taslakta geçici işçileri koruyormuş görüntüsü adı altında kimi maddeler de var. Tam bir aldatmacayla adı üstünde “geçici” olan işçinin bu geçici olma durumunun kendisi sorun değilmiş gibi sunuluyor. Örneğin, “Çalışma süreleri, fazla çalışma, ara dinlenmeleri, gece çalışması, mesleki eğitim ve yıllık izin de dahil olmak üzere tüm çalışma koşulları açısından, daimi işçiyle emsal iş yapan geçici işçi arasında ayrım yapılmayacak” deniliyor. Ya da “kiralık işçiler, dayanışma aidatı ödeyerek işyerinde toplu iş sözleşmesi ile sağlanan haklardan yararlanabilecek” deniliyor. Aynı şekilde “Tüm büro işçileri, örgütlenme ve toplu pazarlık haklarına sahip olacak” deniliyor.

Ancak her biri farklı iş ve statülerde çalışan-kiralanan işçilerin çalıştıkları yerlerde belirsiz ve değişken olduğu sürece ortak pazarlık hakkından bahsetmek pek gerçekçi durmuyor. Sadece esas saldırıyı yani işçiyi tamamen bölerek atomize eden, güvencesiz ve örgütsüz olmasını amaçlayan bu saldırıyı örtmeye yaraması umulan beyhude bir aldatmaca maddesidir. Bir başka örnekse, “işçiyi geçici olarak alan işveren, grev ve lokavt uygulamaları sırasında çalıştıramayacak” deniliyor. Yine devamında “Grev Kanunu’nun ‘grev halinde çalışacak işçiler’ hükmü saklı tutuldu”ğu belirtiliyor. Böylelikle patronlar yararına işçinin grev silahını boşa çıkarmasına yaracak bir düzenleme getiriliyor.

Taslakta ayrıca düzenlemenin temel hükümlerine aykırı davranan patrona 50 milyon TL, geçici işçiyi kanuni sürenin üzerinde çalıştıran işverenler, her bir işçi için ücretinin iki katı tutarında, sözleşmesi biten işçiyle 6 ay ara vermeden tekrar sözleşme imzalayanlara ise 5 bin TL ceza ödeneceği belirtiliyor. Ancak biz gerçek yaşamda patronların yasada belirtildiği halde yaptıkları hak ihlalleri yönelik yaptırımları ödemediklerini biliyoruz. O nedenle bu maddenin zaten yaşamda bir karşılığı yoktur.

Sermaye köle işçi istiyor!

Sermaye sınıfının örgütlerinden TÜSİAD tarafından “istihdam kapasitesinin artmasına ve toplumsal refaha katkı” olarak cilalanan bu saldırı, neoliberal ekonomi politikaların bir gereği olarak, çalışma yaşamını tamamen sermayenin çıkarına göre yeniden düzenleyen köleleştirme projesinin bir parçasıdır.

İşyeri kavramının ortadan kalkması, çalışma koşullarının esnekliği ve belirsizliği ile örgütlenme hakkı kullanılamaz hale getirilmekte, hak arama bilinci baştan köreltilmektedir. İşçinin üretim alanıyla bütünleşmesi engellenmekte, buradan geliştireceği işçilik bilinci de dumura uğratılmaktadır. Emek gücünü satması yanında aynı zamanda da istihdam bürosunun kiraladığı bir “meta” olmak, sınıf bilincini kazanmasının önünde bir engele dönüşecektir. Bunun bir sonucu ve devamı olarak işçinin üretimden gelen gücünün farkına varmasının da önüne geçilmektedir. Tabii ki bu durumda grev, iş bırakma, işgal vb. eylem biçimleri ise tamamen unutturulmak istenmektedir. Sermayenin istediği bedenen ve ruhen kendisini sermayenin acımasız kurallarına bırakmış, boyun eğmiş, köleleşmiş işçidir.

Sermayenin kısa ve uzun erimli çıkarlarına hizmet eden bu saldırının ne denli ciddi olduğu ortadadır. Hal böyleyken sendika konfederasyonlarından konuya dair dişe dokunur bir tepki gelmemiştir. Kuşkusuz varlık nedenleri sermaye ve devletinin işini kolaylaştırmak olan konfederasyonların başındaki ağaların bu tavrı şaşırtıcı değildir. Zira 4857 sayılı kölelik yasasına olan “katkıları”, torba yasadaki tutumları vs. hatırlardadır. Sistematik bir saldırıyla işçi hakları tırpanlanırken, çoğu zaman sessiz, bazen de göstermelik açıklamalardan öteye gitmeyen tepkilerle konfederasyonları bünyesindeki işçi bölüklerini sınırlayan bu ağalardan başka bir şey de beklenemez.

Ayrıca eklemek gerekir ki, “Sendikal Güç Birliği Platformu” adıyla kendini tanımlayan güçlerin iddialı muhalefetinin, Türk-İş genel kurulu sürecinden ibaret olmadığına dair söylemlerinin sınanacağı bundan daha somut ve yakıcı gündem yoktur. Bu sendikaların “tabanlarındaki işçileri harekete geçirme” vurgusu salt popülist bir sloganı değilse, bu söylemin eyleme dönüşmesi gerekir.

Yakın zamanda kıdem tazminatı, bölgesel asgari ücret vb. ile katmerleşecek saldırıların kapıda olduğunu düşündüğümüzde, özel istihdam bürolarına karşı verilecek mücadele önemlidir. İşçi sınıfı örgütleri olarak sendikaların bu mücadeledeki belirleyici yeri ve üzerilerindeki görev ortadadır.

Mücadele fabrika fabrika büyütülmelidir!

İşçi sınıfının bütününü etkileyen, sermayenin bu kapsamlı saldırısına karşı, topyekün bir tepki örgütlenmelidir. Oysa sınıfın örgütlü kesimlerinin olası tepkileri sendika ağaları eliyle baltalanırken, örgütsüz yığınların ne yazık ki bu saldırının kapsamından dahi haberi yoktur. Sınıfın örgütlenmesi ve mücadeleye katılması için gerek işçi havzalarında gerekse tek tek fabrikalarda yürütülecek sistematik çalışmalar yaratıcı yol ve yöntemlerle yoğunlaştırılmalıdır. Bu somut saldırı karşısında yaygın bir şekilde yapılacak bilgilendirme çalışmalarının, eylemsel süreçlerle birlikte örülmelisi ayrıca önemli ve gereklidir.