13 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/02

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfının gündeminde örgütlenme, dayanışma ve birleşik mücadele olmalıdır!
Anayasa tartışmaları yeniden ısıtılıyor!
Esenyurt’taki Roboski protestosuna tutuklama terörü!
Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor, mahkeme koruyor!
Faşist baskı ve terör
sökmeyecek!/ BDSP
"Aktif taşeronluk sürecek” mesaji
Cuntanın iddianamesinden saçılanlar..
Kölelik saldırıları kapıda!
Sendika yöneticileri taşeron sistemini değerlendirdi..
İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu..
Karayolları işçileri özelleştirme kıskacında
Gerede’de deri işçileri ayakta!
ELTA’da kararlılık kazandı!
TTB MK üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlıkta dönüşüm üzerine konuştuk…
Emperyalistlerle suç ortaklığı rejimin açmazlarını derinleştiriyor!
Kapitalizm para ve dolandırıcılık demektir!.
Tutuklu öğrencilerle
dayanışma eylemi
Hacettepe’de rektörle görüşme...
Yerel işçi bültenleri:
Sömürü ve köleliğe paydos!
Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg
Neonazi cinayetlerine dur de!
1905 Devrimi ve
Sovyetler... - V.Yaraşır
Alaattin yoldaşın anısına
Boyun eğmemenin adı: “Molly Maguires”
“Yaman çelişki”...
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlıkta dönüşüm ve sağlık hakkı mücadelesi üzerine...

Sağlık hakkı mücadelesi toplumsallaştırılmalı”

- ‘Sağlıkta dönüşüm’ adı altında geçtiğimiz yıl sağlık alanında önemli uygulamalara imza atıldı. Geçtiğimiz yılı sağlık alanındaki düzenlemeler açısından değerlendirirseniz neler söyleyebilirsiniz?

- 2010 yılının Aralık ayında tüm ülkede aile hekimliğine geçildi. Önemli düzenlemelerden biri buydu. Daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen ‘Tam Gün’ düzenlemesi bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yürürlüğe girdi. 2 Kasım 2011’de Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Teşkilatların Görevlerine dair KHK yayınlandı. Sağlık alanını yeniden düzenleyen ve devlet hastanelerini işletmeye çeviren Kamu Hastane Birlikleri adında, sağlık alanının yeniden yapılandırılması ve sağlığın ticarileştirilmesini öngören bir KHK çıkarıldı. Bu yüzden 2011 sağlık alanı açısından önemli bir yıl oldu.
Bunun dışında 2003 yılından beri sağlıkta uygulanan performans sistemi var. Hekim gelirlerinin yüzde 70-80’i artık “performansa” göre ödeniyor ve 2011’de Sağlık Bakanlığı’nda varolan performans sistemi üniversitelerde uygulanmaya başlandı. Buna karşı büyük itirazlar doğdu. Performans dediğimiz şey, sağlığın kamu sağlık sistemleri içerisinde ticarileştirilmesidir. Bunun özeldeki karşılığı ise cirodur. Ne kadar ciro yaparsa hekimlere o kadar pay verilir. Bu sistemin kamudaki karşılığı ise “ne kadar çok işlem, ne kadar çok hasta, ne kadar ameliyat, tıbbi işlem o kadar para”dır. Sağlıkta her bir işlemi ticari bir meta haline getiren bir düzenlemedir.

- ‘Tam Gün’ düzenlemesi de geçtiğimiz yıl açısından önemli bir uygulamaydı

‘Tam Gün’ü kronolojik olarak tersinden okuyabiliriz. Türkiye’de ‘Tam Gün’ en son 1978 yılında uygulandığında Türk Tabipleri Birliği (TTB) bu düzenlemeyi desteklemekle kalmamış yasanın yapım sürecinde de yer almıştı. Ancak bu dönemde biz sağlığın ticarileştirilmesi ve hekim emeğinin ucuzlatılması amacı güdüldüğü için Tam Gün’e karşı çıktık. Nitekim, Tam Gün’le ilgili KHK 26 Ağustos 2011’de, Ramazan Bayramı’nın arefesinde yayınlandı. Ondan birkaç hafta sonra Sağlık Bakanlığı ile Özel Hastaneler Derneği (OHSAD) bir mutabakat metni yayınlandı. O metne göre özel hastanelerle kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin ücretleri arasında uçurum farkı olmayacağı açıklandı. Aslında bu durum İş Hukuku’na da aykırıydı. Özel hastanelerde çalışan hekimlerin örgütlenme ve toplu sözleşme hakkı var. Şimdi ortada hukuki de bir metin var. Metinde, “bunun üzerine çıkamazsın, arada fark olamaz” deniyor. Esas itibariyle Tam Gün’de de, ithal hekim uygulamasında da bizim baştan beri söylediğimiz şey hekim emeğinin ucuzlatılmasıydı. Tam Gün’le ilgili KHK’nın ardından bu düzenlemenin yapılması bizim öngörülerimizi doğruladı. Bu yüzden karşı çıkıyorduk.

- Yeni yıla da GSS’deki kapsamlı değişikliklerle girdik. Son gelişmelerden başlarsak “nüfusun tamamının sağlık güvencesi kapsamına” aldığı gerçekten doğru mu? Hükümet ve sermaye politikaları açısından sağlık alanında gelinen nokta nedir?

23 Aralık 2011’de 6262 Sayılı bir kanun kabul edildi. Bu kanun kamuoyunun gündemine emekli milletvekillerinin maaşlarına yapılan zamlar .boyutuyla geldi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından bu maddeler veto edildi ve daha sonra görüşülecek. Onlarla ilgili maddeler değişebilir ama diğer maddeler büyük ihtimalle olduğu gibi geçecek. Bu kanun, 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Yasası’nda değişiklik yapılmasına dair bir kanundu ama içerisinde 5510 Sayılı Genel Sağlık Sigortası (GSS) ile ilgili çok önemli düzenlemeler var.

- Düzenlemenin içeriğinden bahseder misiniz?

Şu anda vatandaşlar sağlık hizmeti alabilmek için GSS primi ödüyorlar. Devlet veya özelde katılım payı ödüyorlar. Bir de özel hastanelerde ilave ücreti adı altında aslında bıçak parası ödüyorlar. Devlet ve özelde katılım payları muayene, ilaçlarda, ortez ve protezlerde ödeniyor. Daha uygulamaya geçmedi ama 2009’da düzenlendi ve yatan hastalardan da alınacak. Buraya bir başka madde daha eklendi. Aile hekimliklerinde bundan önce ödenmiyordu. Hükümet buna iki defa teşebbüs etti ama mahkemeden döndü. Şimdi ise reçete bedeli adı altında 3 kutu ya da kaleme kadar 3 lira, onun üzerindeki her kutu ya da kalem için 1 lira ödemek zorunda kalınacak. Çok önemli başka bir düzenleme yapıldı. Aslında 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ödemeyeceği sağlık hizmetleri sayılmıştı. Estetik amaçlı cerrahi işlemler, Sağlık Bakanlığı’nın ruhsatlandırmadığı hizmetler ve yabancı ülke vatandaşı olan ama Türkiye’de 1 yıldan fazla yaşadığı için Genel Sağlık Sigortası yaptırmış kişilerin eskiye dayalı hastalıklarının ödenmeyeceği kararlaştırılmıştı. Şimdi ise, 23 Aralık’ta çıkan yasayla buna bir bent daha ekleniyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’na, her türlü sağlık hizmetini ödememe, finanse etmeme yetkisi tanıyor. Şimdiye kadar Genel Sağlık Sigortası’yla ilgili bir dizi kanun teklifi, değişikliği, fıkra, bent okudum ama bunun kadar tehlikeli bir şey okumadım. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) bundan sonra istediği hizmeti, kendi seçtiği hastalık ve tedavileri ödememe hakkına sahip olacak. Bu hemen başlamayacak ama ilerde göreceğiz. Ayrıca yeşil kartlılar da SGK’ya geçti. Yeşil kartlılar yoksulluk testine tabi tutulacaklar. Eğer aile içindeki kişi başı geliri asgari ücretin üçte birinden az ise primlerini devlet karşılayacak. Çok ise onlar kademeli olarak prim ödeyecekler. Eğer yaptırmazlarsa asgari ücretin iki katı kabul edilip aylık 212 lira ödeyecekler. Bu, birçok insanın sağlık hakkına erişmesini engelleyecek. Gelir tespiti uygulaması henüz yok ama yönetmeliğe baktığımız zaman sadece gelirleri değil bütün harcamaları hesaba katılacak. Eve gelip mutfakta ne yediği de dahil her şeyine bakacaklar. Evde televizyon, buzdolabı var mı, ev kira mı, köyünde mi tarlasında mı diye bakacaklar ve büyük bir eleme yapacaklar. Yani, nüfusun tamamının sağlık güvencesi altına alındığı doğru değil.

Sosyal Güvenlik “Reformu“nun bir diğer temel argümanı da norm ve standart birliğini sağlamaktı. 23 Aralık’ta çıkan kanunda bir madde koydular. Eski yeşil kartlı bundan sonra SGK kapsamına geçecek ama primini devlet ödeyenler özel ve üniversite hastanesine diğer sigortalılar gibi gidemeyecek. Onlar için özel düzenleme yapılacak. Aslında Genel Sağlık Sigortalılar da hükümetin gözünde ikiye bölünmüş oluyor. Primini ödeyebilen başka bir hizmet paketini alacak, ödeyemeyen başka bir paket alacak. 2012 yılı bu açıdan sağlık meselesinde vatandaş için çok büyük hak kayıpları risklerini içeriyor.

- Geçtiğimiz yılın temel gündemlerinden biri KHK darbesiydi...

Hükümet, TBMM’den Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisini aldı. Burada gerekçe bakanlıkları düzenlemekti ve bu bir ölçüde anlaşılabilirdi. Bir de memurlarla ilgili düzenleme yapma yetkisi içeriyordu. İyi niyetli olursa o da anlaşılabilirdi ama baktık ki çıkarma amacıyla ilgisi olmayan bir dizi KHK çıktı. Hukukçu değilim ama bunun hukuki dayanağı nedir diye bakmıştım. Aslında 1879’daki ilk anayasada (Kanun-i Esasi) bu uygulama Kanunu Muvakkat (geçici kanun) olarak tanımlanmıştı. İttihatçılar Mecliste uğraşmak yerine kanunu muvakkat çıkarıyorlardı. Şimdi Kanun Hükmünde Kararname diye çıkarıyorlar. Aslında yürütmenin yanında yasama yetkisini de sahiplenmiş oluyorlar. 663 sayılı KHK içinde özellikle Kamu Hastane Birliği olan bir düzenleme 2007’den beri meclisin gündemindeydi. Mecliste bununla ilgili komisyonlar kuruldu, koca koca adamlar oturdu konuyu madde madde tartıştı, raporlar yazdılar. Şimdi bunların hepsini bir kenara attılar kendi vekillerinin bile haberi yok. Ben AKP milletvekili olsam dayanamam. TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı AKP Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl görevde nasıl duruyor ben anlamıyorum. Yıllardır sen orada çalışıyorsun ve sonra bir gece bakıyorsun hükümet başka bir şey çıkarmış. Yıllardır niye çalışıyorsun, bundan sonra niye çalışacaksın. “Adalet ve Terakki Partisi” sözü bazı AKP’lilerin kulağına gitmiş ve çok kızmışlar.


- Geride kalan yılın en hareketli kesimi sağlık emekçileri oldu. Sağlık alanındaki mücadele açısından değerlendirirseniz geride kalan yıl nasıl geçti?

13 Mart 2011’de ‘Çok ses tek yürek’ mitingi yaptık. 19-20 Nisan’da iki günlük iş bırakma eylemi ve en son 21 Aralık’ta 663 sayılı KHK’nın geri çekilmesi için sağlık hakkı meclisleri kurup vatandaşa bunu anlatan ve oylatan faaliyetler yürüttük. Geçtiğimiz seneye baktığımızda sağlık çalışanları olarak hayli hareketli bir yıl geçirdik diyebiliriz.‘Sağlıkta dönüşüm’ denilen şey sağlık çalışanlarında önemli hak kayıplarına yol açıyor. Sağlıkta dönüşüm veya ‘sağlık reformu’ dediğimiz şey zaten küreselleşmenin sağlık alanına yansıması ve özelleştirmedir. Özelleştirmenin olduğu her yerde çalışanlar hak kayıplarına uğruyor. Bunun kadar önemli bir şey ise TTB, SES ve Dev Sağlık-İş’in sağlık hakkı konusundaki duyarlılığıdır. Bütün bu eylemlerin arka planına baktığımızda “sağlıkta ne olursa olsun sağlık çalışanlarının hakları korunsun” türünden bir yaklaşım yok. Eğer böyle olsaydı bu kadar hareketli olamazdık. Sağlık çalışanlarının haklarıyla vatandaşın sağlık hakkı bölünmez bir bütündür. Birinde bir kayıp olursa diğerinde de olmak zorundadır. Bu durumu gözeterek tepki gösterdiğimiz için daha hareketliyiz. 663 Sayılı KHK bizim açımızdan çok önemli hak kayıpları getiriyor ama özellikle devlet hastanelerinin şirket hastanelerine dönüşmesi, Sağlık Bakanlığı’nın ‘Sağlık Holding’e dönüşmesi vatandaş için çok büyük kayıplar getiriyor. O hastaneler aynı özel hastaneler gibi olacak ve bunu diğer adımlarda da görüyoruz. Bundan sonra vatandaş katılım paylarına ek olarak daha da fazla para ödemek zorunda kalacak. Sağlıkta gidişatın kötü olduğunu da gördüğümüz için bu tepkiyi gösteriyoruz.
2003’te Genel Sağlık Sigortası ile ilgili taslağın gündeme getirilmesinin ardından söyledik. Türkiye’de Genel Sağlık Sigortası uygulanırsa birtakım hastalıklar bu kapsamın dışında kalır, devlet ödemez ya da daha fazla ek para ister dedik. Bize, “Teklifte, kanunda böyle bir şey yok, abartıyorsunuz” dendi. GSS uygulaması başlayalı 3 yıl oldu ve bu süre içerisinde atılan adımlara baktığımızda önümüzdeki 30-40 yıl içinde hastanelere kimse giremez. GSS Yasası uygulaması 2008’de başladı, vatandaş özel hastanelere dahi beş kuruş para ödemeyecekti. Sonra, yüzde 30 ödesin, yüzde 40 ödesin dediler ve bu giderek artıyor.

Filmlerde izliyoruz ya kumar makineleri vardır. Para atıyorsun kolu çekiyorsun aşağıdan gelecek diye bekliyorsun; parayı yutuyor. İşte bu durum da GSSmatik gerçekten de.

- Bu eylemlilik sürecinde sağlık emekçilerinde, hasta ve hasta yakınlarında nasıl bir bilinç oluştu?

Sağlık çalışanları açısından, bu gidişatın iyi olmadığı ve hak kayıplarına yol açacağı 2003’te bu kadar görülmüyordu. Hatta Türk Tabipleri Birliği’nin 65 tane tabip odası vardır bu odaların 25-30 kadarının yönetimlerinde sağ görüşlü arkadaşlarımız bulunuyor, bu arkadaşlarımız, sağlıkta dönüşüm programının zararlı bir şey olmadığını, hayırlı bir plan olduğunu, hükümetin bunu uygulaması gerektiğini söylüyordu. Bugün gelinen noktada Türkiye’de hiçbir hekim yok ki sağlıkta dönüşüm programına iyidir desin. AKP’ye oy veren ve orada politika yapan hekimler de dahil tüm hekimler bu uygulamanın hekimlerin aleyhine olduğunu söylüyor. Sendikalar açısından ilginç bir durum var. Örneğin Sağlık-Sen hükümete yakın ve bu programı şimdiye kadar savunmuş bir sendikadır. Ancak şu anda savunabilecek durumda değil. Kanun Hükmünde Kararname’ye, Kamu Hastane Birlikleri’ne tepki göstermiyor, mücadeleyi pasifize etmeye çalışıyor ama açıktan da savunamıyor. 21 Aralık grevinde hastanelerdeki eylemleri bastırmaya bile çalıştılar. Buna rağmen Sağlık-Sen ve Türk Sağlık-Sen’in birçok üyesi o eylemlere katıldı. Özetle sağlık çalışanları gidişatın kötülüğünü görmüş durumdalar.

Vatandaşlar açısından da 2011 yılı farklıydı. Hükümet çok fazla abartsa da 2011’e kadar biz de vatandaşlar arasında belli bir memnuniyet gözlüyorduk. İnsanlar sağlık kurumlarına eskiye göre daha fazla gidebiliyorlardı ve daha fazla tetkik yaptırabiliyorlardı. Özellikle eski SSK’lılar ilaçlarını dışarıdaki eczanelerden alabildikleri için memnundular. 2011’de bu havanın değiştiğini onlar da gördüler. Hem hastaneye geldiklerinde sağlık hizmeti alırken çok tepkililer hem de eylemlerimize olan destekleri arttı.

22 Kasım 2011’de İstanbul’da Cerrahpaşa ve Çapa’da bir günlük bir grev yaptık. Bu grevi vatandaşlara duyurmak için arkadaşlarımız bir hafta öncesinde çadır kurdular. Eylemden sonra da çadırı sürdürmek zorunda kaldılar çünkü vatandaşların çadıra gelip şikayetlerini duyurduklarını gördük. 2011 vatandaşlar açısından da sağlıkta gidişatın pek de iyi olmadığı konusunda kuşkular ve farkındalık yarattı.

- Görülüyor ki, tıp öğrencileri bu süreçte daha özel bir yerde duruyorlar...

Evet. Asistanlar bizim son 20-25 yıllık sürecimizde çok az yer alıyordu. Son birkaç senedir daha aktif olmuşlardı. Özellikle Tam Gün’le ilgili gelişmelerden sonra tıp öğrencileri de daha fazla tepki göstermeye başladılar. Nitelikli bir tıp eğitimi için hoca bulamamanın yanında hekim emeğinin ucuzlatılması ve özelleştirmenin kendi gelecekleri açısından umutsuzluk yarattığını görüyorlar.

- Süresiz grevi dile getiriyorsunuz. Bugün açısından bunun imkan ve olanakları nedir?

Süresiz bir grev yaparak hakların elde edilebileceği düşüncesi yaygın bir düşüncedir. Bu hekimler içerisinde de eskiden beri var olan bir düşünceydi ama daha çok teorik düzeydeydi ve pratik olarak gerçekleşebilir gözükmüyordu. Bu talebi öne süren arkadaşlarımız bile bunun uygulanabileceğini düşünmüyorlardı. Grevin yasal olarak tanımlanmadığı bir yerde gerçekten bu çok zordu. Şimdilerde süresiz grev fikrinin sağlık çalışanları arasında daha çok geliştiğini ve gerçekçi bir zemine oturmaya başladığını görüyoruz. Süresiz grev düşüncesi bu süreçte daha çok realize oldu. Ancak bu, tek başına örgütlerin karar almasıyla olabilecek bir şey değildir. Zaten biz eylem kararlarını mümkün olabildiğince geniş ve kendi üyelerimizle toplantılar yaparak alırız. İnsanların bu konuda daha niyetli ve kararlı olduğunu gözledik ama bunu ne zaman ve nasıl uygulayacağımız önümüzdeki günlerde belli olacak. Fakat uygulamamız gerek ve uygulayacağız gibi gözüküyor. Bugünden bir karar ve tarih vermem mümkün değil.
- Tüm itirazlara ve eylemliliklere rağmen hükümet neden bu kadar rahat, ya da gerçekten rahat mı?

Aslında o kadar da rahat değil. Çünkü bu program özelleştirme programıdır. Resmi olarak kabul etmediler ama 31 Aralık 2008’de Avrupa Birliği 3. Ulusal Programı’nda açıkça ifade edildi. Hükümet içeride başka bir şey dışarıda başka bir şey söylüyor, uluslararası partnerlerine farklı konuşuyor. Sağlıkta dönüşüm programının başladığı 2003 yılından bugüne baktığımda sağlıkta özelleştirme açısından önemli adımlar atıldı. Sağlık ocakları kapandı, aslında birer özel kuruluş olan aile hekimliklerine dönüştürüldü. SSK hastaneleri tasfiye edildi, özel hastanelere çok büyük kaynaklar aktarıldı. Devlet hastaneleri bir nevi işletmeye dönüştü. Performansa dayalı ödeme sistemiyle sanki birer piyasa aktörü gibi çalışıyor. Yanısıra Genel Sağlık Sigortası çıkarıldı. Ama Hükümet tüm bunlarda çok temkinli adımlar atmak zorunda kaldı. Birçok yerde aslında taviz verdi. Genel Sağlık Sigortası’nda son yapılan düzenlemeler en başta düşünülüyordu. Türkiye’de GSS demek Sosyal Güvenlik Kurumu’nun birçok hastalığı ödememesi ve vatandaşın bugünkünden çok daha fazla para ödeyerek o hizmete ulaşması demekti. Topluma kabul ettirebilmek için bunu uygulamadılar. Daha yeni yeni getiriyorlar. Yeşil kartlıların eleneceği baştan beri belliydi ama bugüne kadar yapamadılar. Çünkü tepki oluşacağını biliyorlardı. İlaçlarda bir yığın kısıtlama yapıyorlar, yüzlerce ilaç ödeme kapsamının dışına çıkarıldı ama bu işleri adım adım yapmak zorunda kalıyorlar. Aile hekimliğinde bugüne kadar ücretsiz muayene yapmak zorunda kaldılar. Şimdi oraya ücret getirdiler.

- Bu süreçte hükümetin başta TTB olmak üzere ve sağlık örgütlerini hedef aldığına tanıklık ettik.

O konuda çok hassas oldukları görülüyor. Tam Gün’le ilgili kanun çıkardılar. Bu kanunu CHP’yle görüşerek Anayasa Mahkemesi’ne götürdük ve önemli bölümleri iptal oldu. Ona rağmen uygulamaya kalktılar, Danıştay’dan kararlar çıkarttık ve uygulayamadılar. Son olarak Adalet Bakanlığı’na görev ve teşkilatına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin içerisine gizlediler. 8 Ağustos’ta Bakanlar Kurulu’ndan geçmiş, 18 gün beklettikten sonra 9 günlük bayram tatilinin öncesinde yayınladılar. Sağlık Bakanlığı’yla ilgili son 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname 12 Ekim’de Bakanlar Kurulu’ndan geçmiş, 2 Kasım’a kadar beklettiler. 3 Kasım zaten Kanun Hükmünde Kararname yetkisinin son günüydü. Bunun sonrasında ise 5 günlük tatil başlıyordu. Aslında sağlık çalışanlarının tepkisinden fevkalade korktukları çok açık görülüyor. Çünkü, “hükümet sağlıktaki icraatlarıyla toplumdan oy alıyor” gibi bir düşünce var. Ama sağlık çalışanlarının tepkileriyle aslında hükümetin politikaları sürekli tartışılır hale geliyor. Hükümetin bu programı çok daha önceden bitirmesi gerekiyordu. Özellikle devlet hastaneleriyle ilgili olan bölümü en kritik aşamalardan biriydi. Özelleri çok daha fazla geliştirmeleri gerekiyordu. Tepkiler nedeniyle adımlarını temkinli atmaya çalıştılar. O yüzden o kadar da rahat değiller.

- Önümüzdeki süreçte sağlıkta yıkıma karşı nasıl bir mücadele hattı örülmeli?

Önemli ölçüde iş sağlık çalışanları üzerinden yürüyor. Halbuki bu program politik bir program. Salt sağlık çalışanlarıyla ilgili bir program değil. Toplumun diğer kesimlerinin, örgütlerinin ve başta siyaset kurumunun bu konuda daha fazla söz sahibi olup tepki göstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Gerçi toplumun genel mücadele potansiyeline ve genel örgütlenme düzeyine baktığım zaman çok da abartılı beklentiler ve eleştiriler içerisinde olamıyorum. Türkiye’de sağlık alanında çok kötü şeyler yaşanıyor ama ülkede aynı zamanda her gün binlerce insan işinden atılıyor. Buna karşı kimse bir şey yapamıyor ya da yapabilen çok az bir kesim var. Ne yazık ki sendikal ve mesleki örgütlerimiz, siyaset kurumumuz o kadar güçlü değil.
Aslında Türkiye’de ilginç bir şekilde son 8 yılda sağlık bir hayli siyasallaştı, hatta toplumsallaştı. 8 yıl önce politika anlamında sağlıkla ilgili bu kadar tartışma olmazdı. Özellikle 2006 ve 2008’de Genel Sağlık Sigortası’nın yasalaşması sürecinde kurulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek platformları, hataları da olsa Emek Platformu’nun o süreçte aldığı tavırlar, 14 Mart 2008’de SSGSS’ye karşı iş bırakma eylemleri Türkiye’deki sınıf mücadeleleri açısından önemli ve yeni deneyimlerdir. Bu nedenle işin bu yönünü pozitif görüyorum. Ancak çok daha toplumsallaşması gerekiyor çünkü sadece sağlıkçıların üzerinden yürüyebilecek bir şey değil.

2012’de TTB olarak öncelikli hedefimiz sağlık hakkı mücadelesinin toplumsallaşması konusunda elimizden geleni yapmaktır. Biz siyasi bir parti veya hareket değiliz. Bunu bizim tek başına örgütlememiz mümkün değil. Biz bilgi birikimimizi başta örgütlü kesimler olmak üzere toplumla paylaşırız. 2012 sağlık açısından toplumsal mücadelenin de yükseleceği bir yıl olacak gibi gözüküyor. Çünkü, hükümetin artık sağlık alanında vatandaşa verebileceği yeni bir şey yok.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

Acil değilse paralı!

Hastanelerin acil bölümlerinde katkı payı alınmaması bazı hastalar için geride kalıyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) yeni aldığı karar doğrultusunda yapılacak düzenlemeye göre acil servise giden hastaların durumunun gerçekten acil olup olmadığına doktor karar verecek. Doktor hastanın durumunun acil olup olmadığını internet üzerinden işaretleyecek. Eğer doktor hastanın acil olmadığını işaretlerse, hasta eczaneye gittiğinde katkı payı ödeyecek.

Yeni uygulamanın gerekçesi ise acil servislerdeki yığılma olarak sunuluyor. “Başı ağrıyan, grip olan acil servise koşuyor diyen” yetkililler acil servis hizmetlerinden katkı payı alarak bu durumun önüne geçiliciğini ve durumu gerçekten acil olan hastaların rahatlayacağını iddia ediyorlar.

Ek ilaca ek ödeme

Bundan sonra reçetelerdeki “fazla ilaç” için de katkı payı alınacak. Konuyla ilglil açıklama yapan SGK Başkanı Fatih Acar, hastalardan katılım payı alınması uygulamasının kuruma gelir getirmek için değil, aşırı tüketimi önlemek ve talebi kontrol için konulduğunu söyledi. Bu amaçla aile hekimlerince yazılan reçeteler dahil olmak üzere reçetede yer alan üç kutudan sonraki ilave her bir kutu ilaç için 1 Türk Lirası katılım payı alınacağını söyledi.

Doktora “negatif performans”

Acar, “gereksiz” ilaç yazan doktorların kontrolü için negatif performans uygulamasına geçileceği bilgisini de verdi. Reçetelerin yüzde 46’sının aile hekimleri tarafından yazıldığını aktaran Acar “ilaç tasarrufu” yapılması gerektiğini belirtti.


 

 

Sağlıkta fabrikasyon sistemi

Sağlıkta dönüşüm adı altında yıkım politikalarınıhayata geçiren Sağlık Bakanlığı, doktor-hasta ilişkisinde 'fabrikasyon sistemini' temel alacak bir düzenlemeyi daha hayata geçirdi.

Doğum sürecini an be an kayıt altına alan partograf sistemi ile “normal dışı doğumların önüne geçmeyi hedeflediğini” belirten Sağlık Bakanlığı, sistemin uygulanmasını zorunlu kılan bir genelge yayınladı. Dünya Sağlık Örgütü'nün önerisi ile harekete geçen Bakanlık, 'artık doğum yöntemini doktor değil sistem belirleyecek' diyor.