13 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/02

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfının gündeminde örgütlenme, dayanışma ve birleşik mücadele olmalıdır!
Anayasa tartışmaları yeniden ısıtılıyor!
Esenyurt’taki Roboski protestosuna tutuklama terörü!
Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor, mahkeme koruyor!
Faşist baskı ve terör
sökmeyecek!/ BDSP
"Aktif taşeronluk sürecek” mesaji
Cuntanın iddianamesinden saçılanlar..
Kölelik saldırıları kapıda!
Sendika yöneticileri taşeron sistemini değerlendirdi..
İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu..
Karayolları işçileri özelleştirme kıskacında
Gerede’de deri işçileri ayakta!
ELTA’da kararlılık kazandı!
TTB MK üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlıkta dönüşüm üzerine konuştuk…
Emperyalistlerle suç ortaklığı rejimin açmazlarını derinleştiriyor!
Kapitalizm para ve dolandırıcılık demektir!.
Tutuklu öğrencilerle
dayanışma eylemi
Hacettepe’de rektörle görüşme...
Yerel işçi bültenleri:
Sömürü ve köleliğe paydos!
Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg
Neonazi cinayetlerine dur de!
1905 Devrimi ve
Sovyetler... - V.Yaraşır
Alaattin yoldaşın anısına
Boyun eğmemenin adı: “Molly Maguires”
“Yaman çelişki”...
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cezaevinden bir mektup...

“Yaman çelişki”

20 Aralık sabahı KCK operasyonları adı altında yapılan baskınlarda gözaltına alınarak tutuklanan DİHA muhabiri Çağdaş Kaplan, tutuklu bulunduğu cezaevinden bir mektup gönderdi.

Kaplan’ın “Yaman çelişki” başlığı taşıyan mektubu şöyle:

Son günlerde, “KCK” adı altında yürütülen 35 Kürt gazetecinin tutuklanması ile sonuçlanan operasyonun ve gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de yargılandığı ODA TV davasının duruşmasının ardından yaygın medyada tartışılan, köşelere taşınan gündemlerden birisi “Tutuklu Gazeteciler” tartışması.

TGS ve bir çok uluslararası gazeteci örgütünün son operasyon ardından açıkladığı tutuklu gazeteci sayısı 100’e yaklaşırken, Adalet Bakanlığı’nın “8 gazeteci” tutuklu açıklamasındaki ısrarı ise “şaşırtıcılığı” korumaya devam ediyor. Yaygın medyada tutuklu gazeteciler üzerine yapılan tartışmalar ise bazen Adalet Bakanlığı’nın yaptığı şaşırtıcı açıklamalardan bile daha şaşırtıcı ifadelere sahne oluyor. Kimi meslektaşlarımız tartışmalarını “onlar gazetecilik faaliyetinden dolayı değil örgüt üyeliğinden tutuklular” gibi absürt bir yönde sürdürürken, kimi gazetecilerin Türkiye’de gazetecilik faaliyetinin yürütülmesinin (haber yazmanın, haber takibi yapmanın vb.) dahi örgüt üyeliğine polis fezlekeleri sayesinde delil yapılmasını açığa çıkarma çabaları ise maalesef ki sonuçsuz kalıyor.

Cezaevinde kısıtlı imkanlarla izleyebildiğimiz, tartışmalarda ise insanın aklına şu sorular takılıyor: Bir gazetecinin tutuklanmasının ardından “tutuklu gazeteci” sıfatı ile anılması için hangi suçu işlemiş olması gerekir? İkinci soru ise şu; Hakkında açılan ve tutuklanmasına sebep olan bir soruşturma kapsamında delil olarak sayılan bir gazetecinin, yaptığı haber, “örgüt adına faaliyet yürütmek” suçu mudur?

Acaba biz kimiz?

Gel gelelim bizim durumumuza. Cezaevinde tutuklu bulunan bir gazeteci olarak yürütülen tartışmaların ardından şu soruyu soruyorum şimdi kendime: “Acaba biz tutuklu gazeteci miyiz yoksa örgüt üyesi mi?” Gerçeği soruşturmanın ayrıntılarında birlikte aramaya çalışalım. Savcılık sorgusu aşamasında önüme ilk konulan delil “İmralı’da sessizlik sürüyor” başlığıyla yayınlanmış haberim oldu. Merak ediyorum; devlet yetkililerinin PKK temsilcileri ile yaptığı görüşmelerin basına yansıdığı bir süreçte gözlerin çevrili olduğu İmralı’da 150 günü aşkın süredir Öcalan ile avukatlarının çeşitli gerekçelerle neden görüştürülmediği sorusu üzerine haber yapmak, acaba gazetecilik faaliyeti mi yoksa “örgüt içerisinde faaliyet yürütmek” suçu mudur?

Gelelim soruşturma dosyasına eklenen ikinci ilginç iddiaya. Kamuoyunda “puşi davası” olarak bilinen davada yargılanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ün telefon rehberinde cep telefonu numaramın kayıtlı olması. Tekrar soralım o zaman; bir gazetecinin haber kaynaklarına telefon numarası vermesi, acaba “gazetecilik faaliyeti mi” yoksa “örgüt üyeliği mi” (Ki Galatasaray Üniversitesi’nde öğrenci ve benim de tanıdığım bir arkadaşımsa). Ve ben de Kırmızıgül hakkında bir çok haber yaptım, yapmaya da devam edeceğim.

Üçüncü delil ise çok daha ilginç. Adliyede KCK adı ile yürütülen operasyonlar kapsamında gözaltına alınan BDP’li siyasetçilerin adliyeye sevk edilmesinin ardından takip ettiğim haber. Haber takibi yaptığım sırada beni yayınlanmış haberlerdeki imzalarımdan tanıyan bir gazetecinin haber programına canlı yayın bağlantısıyla katılarak haber ayrıntılarını canlı yayında gazeteci olarak aktarmak mı şimdi gazetecilik faaliyeti yoksa örgüt üyeliği midir acaba.

Karşıma son delil ise bu kez ilginç değil komik. Taksim’de siyasi partilerin ve STK’ların bir protesto gösterisi sırasında haber takibi yaparken polis tarafından çekilmiş bir fotoğrafım. Sıkılmadan yine soralım. Bir gazetecinin, bir basın açıklamasını onlarca meslektaşı ile birlikte elinde not defteri ve fotoğraf makinesi ile izlemesi gazetecilik faaliyeti midir yoksa örgüt üyeliği mi?

Bunların hemen hemen aynıları tutuklanan gazeteci arkadaşlarımızın soruşturma dosyalarında delil olarak gösteriliyor. Örneğin gazeteci Ömer Çelik’in Van depreminin ardından ailesini kaybetmiş küçük bir çocuğun hikayesini haberleştirmesi örgüt üyeliği mi gazetecilik faaliyeti mi? Şimdi de medyada yapılan tartışmalarda “Gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu değiller” diyen deneyimli meslektaşlara soralım. “Biz kimiz acaba gazeteci mi yoksa örgüt üyesi mi?” Bu soruya ne cevap verecekler merak ediyoruz.

Acaba ‘onlar’ gazeteci mi?

Tartışmaya birde şu noktadan bakmak gerekmez mi? Şırnak Uludere’de 35 sivil yurttaşın yaşamını yitirdiği vahim olayın ardından 20 saat sessizliğini koruyan, patronlarından ve koltuklarını kaybetmekten korktukları için, tek kelime etmeyenler, yaşanan katliamın vahametini kamuoyundan gizleyenlerin takındıkları tavır acaba “gazetecilik faaliyeti midir” yoksa, “3 maymunu oynamak mıdır?” Ya da şöyle soralım “onlar” gazeteci midir?

Bir de şu soruyu ekleyelim: “35 sivil yurttaşın yaşamını kaybetmesinin ardından anı anına gerçekleri yazan gazetecilerin haberleri yarın haklarında açılan soruşturma kapsamında örgüt üyeliği için delil yapılabilir mi?

Birileri Türkiye’nin siyasi atmosferinde gerçeklerin yazılmasından rahatsız olmuş anlaşılan. Gazeteciler son operasyonların hedefi oldu. Ama o gazetecilerin ölümle, tehditle, işkenceyle, baskıyla, yasakla, davalarla bitirilemeyen Özgür Basın geleneğinin gazetecileri olduğunu bir an olsun akıllarından çıkmıştı. Gözaltına alınırken “Tarih sizi de yargılayacak”, “Biz yazmaya devam edeceğiz” derken gazeteciler, onların dışarıdaki arkadaşlarının “Susturamayacaksınız” manşeti ile gazetelerini çıkarmaya devam etmesi de bu operasyonunun sonunu getiren, boşa çıkaran en güzel cevap oldu. Aslında bu yıllardır devam eden büyük bir kapışma. Gazetemizi bombaladılar, ertesi gün “Bu ateş sizi de yakar” manşeti ile çıktı. Dünün Türkiye’sinde bunun adı “Kontra zihniyete karşı Özgür Basın” iken şimdiki ismi ise İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Bir de terörün arka bahçesi var. Bunlar terörü resimle tuvallere, şiirlere, kitaplarla, köşelerinde gazetelere yansıtıyorlar” ifadelerini kullandığı açıklamasındaki zihniyete karşı gazeteci arkadaşımız Abdurrahman Gök’ün ifade ettiği gibi “Gerçek habercilik kaygısı duyarak çalışan, görevi Ape Musa’lardan, Mazlum Erenci’lerden devralan Özgür Basın çalışanı gazetecilerin kapışması.”

 

 

 


Tecrit öldürüyor”

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu 10 Ocak günü Taksim Hill Otel’de gala gerçekleştirerek “Tecrit öldürüyor F tipi hapishaneler kapatılsın!” şiarıyla üç ay boyunca yapacağı kampanyasının duyurusunu yaptı.

Galada, aralarında Vedat Türkali, İlkay Akkaya, Hakan Yeşilyurt, Erkan Can, Derya Alabora, Hale Soygazi, Altan Erkekli, Yetkin Dikinciler, Zuhal Olcay, Ece Temelkuran, Pınar Sağ, Suavi, Nurgül Yeşilçay ve Fırat Tanış’ın da bulunduğu 36 aydın, sanatçı, yazar ve milletvekilinin parmaklıklar ardında çekilmiş fotoğrafları da sergilendi.

Yönetmen Tolga Karaçelik’in hazırladığı ve sanatçı Nur Sürer’in oynadığı kısa filmin gösterimi yapılarak hapishanelerdeki hücre yaşamı anlatıldı.

Gösterimin ardından Cezaevi Komisyonu adına Av. Ahmet Fazıl Taner ve İHD İstanbul Şube Başkanı Abdülbaki Boğa birer konuşma yaptı. Vedat Türkali, Akın Birdal, Barış Anneleri’nden Döndü Ana ve Pınar Sağ da birer konuşma yaparak düşüncelerini ifade ettiler. İlkay Akkaya ve Hakan Yeşilyurt ise galada birer ezgi seslendirdi.

F tipi cezaevlerinin kapatılması için 3 ay sürecek olan kampanya çerçevesinde film gösterimleri, yürüyüşler ve oturma eylemleri yapılacak. Her hafta F şeklini alacak şekilde siyah elbiseler giyerek ‘ortaçağ karanlığını temsil eden’ gaz lambaları ile oturma eylemleri düzenlenecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul