3 Şubat 2012
Sayı: SYKB 2012/05

 Kızıl Bayrak'tan
Baharı kazanmak için ileri!!
DİSK Genel Kurulu yaklaşıyor
Sermaye saldırıyor
sendikaların eli kolu bağlı
DİSK saldırılara karşı alanlara çıktı
Roboski katliamının gösterdikleri
Güncel gelişmeler ışığında
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Direnişçi işçilere zabıta-polis terörü
Taşeron işçileri ihanetin
hesabını soruyor
Direnişçi Mersin Liman işçileri
Maltepe Belediyesi işçilerinin
direnişini selamladı
Kıdem tazminatı fonu
ve iş güvencesi tartışıldı
Metal İşçileri Birliği
Merkezi Yürütme Kurulu
Şubat Ayı Toplantısı Sonuçları
MİB yeni döneme hazırlanıyor
Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk
Gençliğe devrimci baharı kazanma çağrısı
Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) temsilcisi Hüseyin Çelik ile konuştuk
BES İzmir Şube Başkanı
Ramis Sağlam ile
22 Şubat grev üzerine konuştuk
“Davos Zirvesi” aynasında
kapitalizmin karanlık geleceği
Finans kapitalin korkusu artıyor
ABD’nin “yeni savunma (savaş) stratejisi
Emperyalist özneler arasında
kuşatma, gerilim ve çatışma-V.Yaraşır
Haydarpaşa ranta kurban
Gazi’de çete saldırısı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk...

“Devrimci bir yenilenmeye ihtiyaç var!

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 45. kuruluş yıldönümünde 14. Olağan Genel Kurulu’nu toplayacak. 10 -12 Şubat 2012 tarihlerinde gerçekleştirilecek genel kurul öncesinde Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile DİSK’in 4 yıllık pratiği ve önümüzdeki döneme ilişkin nasıl bir mücadele hattı izlemesi gerektiği üzerine konuştuk...

- Sendika genel kurullarına, geçmiş dönemin muhasebesi ve mücadelenin ihtiyaçlarının tartışılmasından çok koltuk paylaşımlarının damga vurduğunu görüyoruz. Bir genel kurul süreci nasıl örgütlenmeli, işyerlerinin ve işçilerin iradesinin genel kurul süreçlerine yansıması için neler yapılmalı?

- Genel kurullar bütün örgütler için, özellikle de sendikal örgütler açısından geçmiş dönemin muhasebesinin yapıldığı, bir önceki dönemde örgütün önüne koymuş olduğu hedeflere her düzeyde (örgütsel, politik, sendikal) ne kadar ulaşıp ulaşılmadığının değerlendirildiği ve önümüzdeki döneme dair politik yaklaşımların, hedeflerin, programların belirlendiği süreçler olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan genel kurullar basitçe yönetimlerin veya yetkili organların yeniden seçildiği değil, aynı zamanda örgütün bir bütün olarak kendini sınadığı, mücadelesini, örgütlenmesini, politikasını gözden geçirdiği ve yeni dönemin ihtiyaçları üzerinden de kendini yeniden konumlandırdığı, yenilediği araçlar veya süreçlerdir. 4 yıl gibi uzun aralıklarla genel kurul yapan DİSK açısından da genel kurullar hep çok önemli olmuştur. Bu genel yaklaşımın ötesinde ben bu dönemki genel kurulların çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. 2011’in Aralık ayında Türk-İş Genel Kurulu yapıldı ve Şubat’ta DİSK’in 14. Genel Kurulu olacak. Bu dönemki genel kurulların, diğer genel kurullardan farklı olarak sadece içinden geçilen dönemi değil, önümüzdeki süreci etkileyecek çok daha yapısal sonuçlar ortaya çıkartacağını düşünüyorum. Çünkü gerek neoliberal politikalar ve sendikal alandaki yeni gelişmeler, gerekse de AKP’nin ve Türkiye’deki siyasal iktidarın, rejimin dönüşüm süreci açısından ele alındığında böylesi bir dönemde yapılacak genel kurulun sonuçları önümüzdeki 5-10 yıllık süreci belirleyecek. DİSK Genel Kurulu, tam da istatistiklerin yayınlanması, işkollarının değişmesi, yerleşik sendikal düzlemin ciddi anlamda altüst olabileceğinin konuşulduğu günlerde gerçekleşiyor. Bu bile aslında bugün alınacak tutumların, yapılacak işlerin, belirlenecek programların, oluşacak yönetimlerin önemini gösteriyor. Genel kurulları sadece belli mekanizmaların içerisindeki genel başkanların, yönetimlerin değişmesi meselesi değil aynı zamanda DİSK’in üyesi olsun ya da olmasın, örgütlü-örgütsüz tüm işçi sınıfının aslında müdahil olabildiği, tüm işçi sınıfına çağrı yapılabilen, tüm emekçilere mesaj verilebilen araçlar olarak değerlendirmek lazım. Bu yüzden DİSK Genel Kurulu, önümüzdeki döneme dair yapılacak işlerin programlanması ve AKP’nin baskısına karşı tüm emekçilere bir çıkış umudu olabilecek bir çağrı, inisiyatif merkezi olabilmesi açısından da önemli bir dönemi ifade ediyor. Bu genel kurulun işyerlerinden başlayarak, DİSK’in örgütlü bulunduğu tüm işkollarında ve sendikalarında işçilerin doğrudan katılımının önünün açılabildiği biçimlerde örgütlenmesi gerekir. Bunun böyle olabildiğini söylemek çok da mümkün değil. Ama en azından genel kurul sürecinin kendisi, genel kurulda ortaya çıkacak hedefler ve program mutlaka işçi sınıfının en geniş kesimlerine ve emekçilere ulaştırılmak zorundadır.

- DİSK Genel Kurulu, bir dizi kölelik saldırısının hayata geçirilmesinin planlandığı bir evrede toplanacak. Genel kurulun gündemleri nelerdir, ne olmalıdır?

- Genel kurulun olağan gündemleri var ama, aslında bu genel kurulun tek gündemi var. İçinden geçtiğimiz 2012 dünyası ve Türkiye’sinde sermaye politikalarına, sermayenin hükümetlerine ve Türkiye’de AKP hükümetine karşı başta güvencesiz çalıştırma temelinde tüm sendikal hak ve özgürlüklerin artık fiilen ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bu dönemde işçi sınıfını ayağa kaldıracak, örgütleyecek ve iktidara yürüyüşünün temel aracı, manivelası olacak bir sınıf hareketi, bunun bir parçası olarak da sendikal hareket, öncüsü olarak da DİSK ne yapmalıdır.

Tek gündem bu olmalıdır ve bu bütünsellik içerisinde görülmek zorundadır. Kriz tartışmalarının içinden geçtiğimiz bu konjonktürde genel kurulun yapılmasının ayrı bir anlamı vardır. Sermayenin, kendi krizine çözüm bulmak için her şeyi piyasaya açtığı, bunun yıkımının yeni krizlerin habercisi olduğu bir süreçte aslında tek gündem işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin nasıl örgütleneceği ve sınıf hareketinin çok temel bir bileşeni olarak sendikal hareketin öncüsü olacak bir DİSK’i örgütsel, politik olarak nasıl şekillendireceğidir. Biz, genel kurulda ana tartışmayı mümkün olduğunca buradan yapmaktan yanayız. DİSK Genel Kurulu’nda oluşacak yönetim mekanizmalarının kimler olduğu bu noktadan sonra gerçekten de ayrıntıdır. Öncelikle program, çizgi ve mücadele anlayışı. Sokağın nasıl örgütleneceğine dair bir çerçevenin çıkması gerekiyor.

- Geçtiğimiz 4 yıllık süreçte GSS, torba yasa ve işçi sınıfını ilgilendiren bir dizi saldırı hayata geçirildi. Bu süreçte DİSK’in pratiğini yeterli buluyor musunuz?

- Son 4 yıllık süreç AKP’nin ikinci iktidarlığı dönemine denk geldi. Bu yeni dönem de AKP’nin üçüncü döneminin ilki olacak. Son 4 yıllık süreçte “DİSK olarak üzerimize düşen her şeyi yaptık” diyebileceğimiz bir durumda değiliz. 4 yıllık dönem açısından öncelikle 1 Mayıs’ları söyleyebiliriz. 1 Mayıs’lar 2007’de başlayan bir süreçti ve 2008, 2009, 2010 ve 2011’de başarılı biçimde yürütüldü. Burada devrimcilerle birlikte DİSK’in, uzun vadeli hareket etmesi ve stratejik bir plan dahilinde götürmesi nedeniyle önemli bir rolü var. DİSK, 1 Mayıs politikası açısından başarılı bir çizgi izlemiştir ve bunun sonucu da alınmıştır. Burada en kritik şey, DİSK’in bu süreçte devrimcilerle ortaklaşması ve bunun işçiliğini yapabilmiş olmasıdır. DİSK’i başarıya götüren en önemli etken budur. Aslında bu, tüm süreçlerde nasıl davranılması gerektiğini çok açık biçimde gösteren bir örnektir. AKP’nin iktidarını sağlamlaştırma, yerleştirme dönemi olarak ifade edebileceğimiz ikinci iktidar döneminde GSS, özelleştirmeler, güvencesizleştirme politikalarının hayata geçirilmesiyle AKP kendi gücünü harekete geçirmek noktasında elinden gelen her türlü çabayı gösterdi. Ancak buna rağmen DİSK’in yapması gereken bu değildi. DİSK, neoliberal politikalardan etkilenen örgütlü-örgütsüz tüm kesimlerin adresi olabilecek bir iradeyi ortaya koyabilmeliydi. TMMOB, KESK, TTB’yi de yanına alarak tüm toplumsal muhalefetin motoru olabilirdi. Hatta Türk-İş’i de etki alanı içerisine alarak bunu yapabilmeliydi. Bunu yapma noktasında DİSK’in çok ciddi yetersizlikleri vardı. Tüm bunların faturası tek başına DİSK’e kesilemez. Ama DİSK bu topraklarda tarihsel olarak çok önemli misyona sahip bir örgüt. Son 4 yıllık dönemde sadece kendi gücünü, üyelerini harekete geçirmenin ötesinde tüm toplumsal muhalefeti sürükleyecek bir iradeyi ortaya koyma noktasında yetersiz kaldı. 4 yıllık sürecin ana muhasebesini de buradan yapmak gerekir. Bu süreçte tek tek iş kollarında önemli örgütlenmeler ve direnişler yapıldı. 2008 krizi sonrası Birleşik Metal’in yapmış olduğu direnişler çok kritikti. Örneğin MESS süreci yaşandı. Sağlık işkolunda bizim yaptıklarımızın yanında Nakliyat-İş ve Sosyal-İş’in parça parça mücadeleleri vardı. Genel-İş’in parça parça belli belediyelerde yapmış olduğu şeyler var ama DİSK’in bir bütün olarak 1 Mayıs’larda yaptığı gibi tüm toplumsal muhalefeti sürükleyecek bir önderlik sergileyebildiğini söylemek mümkün değil.


- AKP hükümeti eliyle sosyal yıkım ve kölelik saldırılarının yanısıra siyasal alanda da bir dizi önemli gelişme yaşanıyor. Kürt sorunu, faşist baskı ve terörün pervasızlaşması vb... DİSK’in de “ülke korku imparatorluğuna çevriliyor” tespitinde bulunduğu bir ortamda siyasal, sosyal ve iktisadi saldırılara karşı DİSK nasıl bir tutum almalı?
- AKP bu dönemde, hayata geçirdiği neoliberal politikalara karşı oluşan tepkileri ortadan kaldırmak, Kürt özgürlük hareketinin taleplerini görmezden gelerek bir dizi baskı yöntemi oluşturdu. Aslında AKP iktidarının kırılgan olduğu birkaç nokta var. Yüzde 50 oy almış bir iktidar olmasına rağmen neoliberal yıkım politikaları ve bunun sonucunda ortaya çıkan tepkiler, Kürt hareketinin kendisi ve Kürt sorunu, Ortadoğu eksenli savaş... Bunu da gören bir siyasal iktidar bütün bunlar karşısında ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefeti baştan etkisiz hale getirmek için çok yoğun bir baskı politikası izliyor. Bir dönemin yoğun işkencelerinin ve gözaltında kayıplarının yerini uzun tutukluluk süreleri aldı. Yargı doğrudan baskı aracı olarak kullanılıyor. Kitlesel gözaltılar, tutuklamalar, Hopa’dan Kürt hareketine kadar her türlü hak talebi karşısında baskı politikası izliyor. Bunun adına ister AKP faşizmi ister başka bir şey diyelim ama böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu iktidarın dönemsel olarak sertleşmesi değil, AKP’nin kendini dönüştürme süreci içerisinde yapısal olarak hayata geçirdiği bir şeydir. Dolayısıyla bu durumda alınacak tutum dönemsel bir yaklaşımla da karşılanamaz. Sendikalardan demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilerden devrimcilere kadar herkesi içine alan bir çizgi sözkonusu. Böyle bir süreçte DİSK’in, emeğin özgürlüğü için mücadele eden en önemli örgütlerden birisi olması gerekse de emeğin özgürleşmesi mücadelesini aslında toplumsal özgürleşme mücadelesi gören ve 1967’deki tüzüğünden bugüne ilkesi olarak koruyan bir örgüt olarak demokrasi mücadelesinde en ön saflarda olmak gibi bir sorumluluğu var. Bugün güvencesizleştirmeye karşı veya en basit haklar için verilecek mücadele, demokrasi mücadelesiyle birleşmek zorunda. Önümüzdeki süreçte DİSK’in önünde bir taraftan emeğe yönelik saldırılara karşı güçlü bir mücadele hattı örgütleme görevi duruyor. Bununla bir ve aynı zamanda demokratik talepleriyle tüm toplumsal kesimlerin ve muhalefetin ana unsurlarından biri olmak ve bunun programını oluşturma sorumluluğu DİSK’in önünde duruyor. Genel kurulun en önemli gündemlerinden biri de budur.

- Geçtiğimiz genel seçimlerde DİSK Başkanı Süleyman Çelebi CHP’den vekil oldu. Hak-İş ve Türk-İş için de benzer durumlar sözkonusu. DİSK, “siyasi partilerden, devletten, sermayeden bağımsızlık” ilkesini benimseyen bir konfederasyon. Sizce sendika-siyaset ilişkisinin bu biçimde kurulması doğru mu? İlişki nasıl kurulmalı?
- DİSK’in de temel ilkesidir. Sendikal hareketlerin de temel ilkesi olmak zorundadır. DİSK tabii ki sermayeden, devletten ve siyasi partilerden bağımsız olmak durumundadır. Sendikal hareket aslında siyasetin tam da göbeğinde olması gereken bir mücadele alanıdır. DİSK açısından da, siyasetin dışında bir sendikal mücadele sözkonusu değil. Sendika-siyaset ilişkisinde esas olarak sendikal bir örgüt siyasetle ilişkisini bir siyasi parti üzerinden değil doğrudan mücadele programı ve hedefleri üzerinden kurar. DİSK veya diğer örgütler içerisinde belli siyasi partilerin çatısı altında siyaset yapmak isteyen kişiler çıkacaktır. Bu, Süleyman Çelebi’nin kişisel tercihidir. Biz onun adaylığı sürecinde de çekincelerimizi ifade ettik. Ama siz bu örgüte genel başkanlık yapmış biriyseniz DİSK’li olma kimliği siyasi kimliğinizden de ileri bir kimliktir. Bu konudaki telkinlerimizi o dönemde de ifade ettik.

- DİSK, 13. Genel Kurulu’nda “toplumsal ayağa kalkış çağrısı” yapmıştı. Ancak bu çağrıyı hayata geçiren bir mücadele örgütlenemedi. Bu genel kurula sendikaların yetki tehdidiyle kuşatıldığı bir evrede giriyoruz. Önümüzdeki dönemde bu açıdan bizleri nasıl bir tablo bekliyor? Hak alma mücadelesinin hayata geçirilmesi için nasıl bir mücadele hattı izlenmeli ve bu mücadelenin somut görevleri ve programı ne olmalı?

- 13. Genel Kurul’daki toplumsal ayağa kalkış çağrısı önemliydi. Genel kuruldan sonraki değerlendirmelerimizde söylemiştik. Biz haklı çıktık demek açısından söylemiyorum ama o dönemde ortaya çıkan mücadele programı ve yönetim bileşiminin böyle bir iddianın altını dolduramayacağı görülüyordu. Çünkü, sorun kişiler ya da sendikalar meselesi değil, asıl sorun, sürecin ihtiyaçları üzerinden bir program oluşturmak ve başta kendimiz olmak üzere buna uygun hareket edecek bir irade yaratmaktır. Hala daha bir önceki dönemin sendikal düzlemine göre işleyen, tüzüğünden mücadele anlayışına, iç işleyişinden yönetim mekanizmalarına kadar bir yenilenmeyi hayata geçiremeyen, kendini devrimci tarzda yeniden kuramayan bir DİSK’in böyle bir iddianın gereklerini yerine getirmesi de mümkün değildir. 4 yıllık süreçte hala daha yetki, toplusözleşme yapma, aidat alma (sermayenin sendikal hareketi sıkıştırdığı şeytan üçgenidir) kuşatmasını kendi içinde bile kırmayan, hala daha delegasyon sistemini aidat sistemi üzerinden tarif eden bir DİSK’in böyle bir büyük iddianın taşıyıcısı olması mümkün değil. DİSK’te bugün halen daha bütün kurgu bir önceki döneme göre yapılıyor. Eğer toplu sözleşme yetkiniz varsa ve üyelerinizden aidat alıyorsanız delege sayınız oluyor, eğer bizim sendikamızda olduğu gibi taşeron işçilerini örgütlüyorsanız ve toplusözleşme hakkınız devlet tarafından gaspediliyorsa delegeniz olmuyor. İsterse 8-10 bin üyeniz olsun ama orada sadece iki delegeyle temsil edilebilirsiniz. Bu, temsiliyet meselesinin ötesinde bir anlayışı göstermektedir. Bugün DİSK başta olmak üzere sınıf hareketinde tepeden tırnağa ideolojik, politik ve örgütsel olarak devrimci bir yenilenmeye ihtiyaç vardır. Bu konuda gerçek bir irade ortaya çıkabilirse DİSK’in önüne koyduğu hedef ve iddiaları gerçekleştirmek açısından daha gerçekçi adımları atması mümkün olacaktır. Bundan 5 yıl önce sınıf hareketinin nasıl bir çizgi izlemesi gerektiği üzerine daha muğlak şeyler söyleniyordu. Gerek nesnel süreç gerekse de son 10 yılda yaşanan fiili direnişler aslında bundan sonraki süreci daha net görmemizi sağlıyor. TEKEL direnişinden de çok şey öğrendik, Devrimci Sağlık-İş’in taşerona karşı verdiği mücadeleden de çok şey öğrendik. Nesnel olarak da işçi sınıfının değişen yapısı diye tartışılan süreçleri herkes görüyor. Türkiye’de resmi rakamlarla yüzde 50’den fazla kayıtdışı çalışan var. Her üç gençten birinin işsiz olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Toplusözleşmeli, sendikalı işçi sayısının 600 binlerde olduğu bir durumda artık yapılması gereken şey çok daha net. İşçi sınıfını sadece işkolu sendikacılığına daraltmadan örgütleyecek, kayıtdışı, taşeron, işsiz ve güvencesiz kesimlerin mücadele adresi olabilecek bir DİSK yaratmak zorundayız. Yapılacak işler düne göre daha belirgin ve berrak ama daha zor. Burada önemli olan, bu süreci doğru gören ve sürece uygun programlar ve politikalar üretebilen ve her şeyden önce bunun iradesini açığa çıkartabilen bir duruma ihtiyaç var. Artık, kapitalizmin refah döneminde birtakım iyileştirmeler yapılması gibi bir aralığın da ortadan kalktığı bir süreçteyiz. Başından itibaren düzenle ve sistemle hesaplaşan bir sendikal harekete ihtiyaç var. Zaten bir işyerinde en ufak bir örgütlenme yaptığınızda, en basit bir talebin bile siyasal iktidar talebi olduğunun çıplak biçimde görüldüğü bir dönemdeyiz. O yüzden, artık işçi sınıfı hareketinde devrimci bir yenilenmeye ihtiyaç var. Sosyalizm ve devrim perspektifi olmadan en küçük bir adımın bile atılmasının mümkün olmadığı bir sürece ihtiyaç var. Geçtiğimiz günlerde 80 yaşına yaklaşmış bir abimiz “Hayatımın hiçbir döneminde sosyalizme bu kadar inanmamıştım” demişti. Gerçekten de “Ya barbarlık ya sosyalizm” dediğimiz noktaya gelmiş bulunuyoruz. Görevler ve yapılması gerekenler düne göre çok daha berrak. Önemli olan bu iradeyi ortaya çıkartacak bir durumu yaratmaktır. Bu genel kurul sürecinde de elimizden geleni yapmaya çalışacağız.

Kızıl Bayrak / İstanbul