23 Kasım 2012
Sayı: SİKB 2012/13 (46)

 Kızıl Bayrak'tan
25 yılın birikimi ile
Açlık grevleri sona erdi
İdris Naim Şahin Alevilere yönelik tehditlere destek verdi
“Ulusal İstihdam Strateji” saldırıları devam ediyor
Oyak Renault’da işten atılan işçilerden Yaşar Kula ile konuştuk
Sağlık alanının kapıları sermayeye açılıyor
31 DHF’li tutuklandı
Emekçiler devrim ve sosyalizm için buluştu!
İstanbul “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” etkinliğine
gelen mesajlardan
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” etkinliğine katılan
işçi ve emekçilerden
“Binlerce Alaattin olacak, sosyalizmi kuracağız!”
TKİP IV. Kongresi
Açılış Konuşması
Alaattin yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz
Ekim devrimi ve kadın sorunu
Kadın, şiddet ve şiddetin türleri
İşçi direnişleri ve eylemlerinin
karakteri ve özellikleri
Volkan Yaraşır
Otomotiv sanayiinde kriz yayılıyor
Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesi
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İnsanlık tarihi ışığında;

Kadın, şiddet ve şiddetin türleri

 

Hayat külliyatında bütün cümlelerimiz küçücük birer dipnot gibi duruyor. Hayat tüm gerçekliğiyle, şehirleriyle, sokaklarıyla, şiddetiyle gündeliğin ardına sakladığı kıyımları ile evriliyor.

Çevremizi kuşatan tüm gerçeklikler yaşamı üstlenerek bir bir üzerimize devriliyor. Gerçeğin bir anlamda yaşamı üstlenmek olduğunu hakikat ile hakiki olmayanın bir akrobatın elindeymişçesine yer değiştirdiğini, görünen ile öz arasındaki uçurum gösteriyor.

Görüntüler Göstermeye Değil Saklamaya Yarıyor*

Görünen anlamların, kavranabilen bilginin üzerindeki perde hep aralanmayı bekler. Kimi zaman aralanır perde ama ardındaki öz görülemez. Görmemek, gören göz açısından bir anlamda kendi varlığının da reddidir.

Bu sömürü sarmalının içinde onlarca kıyım gazete sayfalarında ya birer satır yansıyarak. Ya da gerçekleştiği mekanın kısa süreli hafızasında yer alarak perdenin ardında kalıyor. Gündemin bu kadar hızlı değiştiği/değiştirildiği bir düzlemde kapitalizmin vahşetinin gündelik hallerinin güncelde kalma ömrü en iyi ihtimalle bir hafta oluyor. Toplumun büyük bir çoğunluğu açısından ise bu sıradan olaylar göstermeye değil saklamaya yarıyor.

Alışmak, kanıksamak, umursamamak, farkında olmamak, bilmemek. Bilmek insanın omuzlarına yükler yükler. Güncelin anlamı zamanı ya da daha doğru ifadeyle gerçekleştiği anın sınırlarını aşar. Bir gündemin veya sorunun güncel olabilmesi salt bir tarihte gerçekleşmesi ile orantılı değildir. Bir sorunun yaşanıyor olması sürekli kendini üretiyor olması onu güncel kılıyor. Deve kuşu değilsek, sorunlar görmediğimizde yok olmuyor, çığlıklar duymadığımızda ses çıkmıyor sanmıyorsak bu böyle.

N.Ç., Ö.K., A.Ü., G.D., Z.K.
Harflerin sonunda noktalar = “T.C.”

Güncel olan ama arasıra gündem olan bir sorun kadına yönelik şiddet. Gazeteler son bir aydır tecavüz haberlerini manşet yaptı. En son işitme engelli 14 yaşındaki Z.K’nin haberi vardı. 14 yaşındaki Z.K.’nin tecavüz haberini alıp, daha önceki haberlerin yanına koyduk ve ne zaman iki harf arasına bir nokta görsek tüylerimiz diken diken oldu. Gündeme gelen kadına yönelik şiddetin her türü tüylerimizi diken diken etse de, yaşananlar salt gündeme gelenlerle sınırlı değil. Gerçeklik tüm vahşetiyle kapılar ardında yaşanıyor. Salt sonuçtan yola çıkarak yapılan yorumlar, verilen yargılar ortamda bulunan toz zerrecikleri gibi havada kalmaya mahkumdur. Bu yargılar ve kararlar sorunun çözümü noktasında ise göstermelik olmanın dışına çıkmayacaktır. Hoş bu sistemin zaten sorunu çözmek gibi bir derdi de yoktur, olsa bile bu kendi varlığının yok olması dışında bir olgu olamaz. Bundan kaynaklı sorunun çözümü için attığı her adım tekrar tekrar sorun üretmektedir. Kendi adımıza insanlığın özgürleşmesi mücadelesi içersinde sorunu kavrayabilmek ve çözüm üretebilmek açısından sorunun kökenine inmek bir mecburiyettir. Bu mecburiyetin ürünü olan birçok tartışma yapılmış, yol yöntem çıkarılmıştır. Gündeme yansıyan olaylar ışığında bunu belirtmek önemini hala koruyor.

Bu yazı içerisinde kapsamı bakımından tarihsel akışı içerisinde kadını ve şiddeti sınırlı bir kısmı ile ele alacağız. Yazının işleyiş mantığı açısından konu ile bağlantılı birçok nokta kısa vurgularla sınırlı tutuldu. Bu noktaya yazının sonunda değinmek üzere geçiyoruz.

Tarihsel akışta kadın: güçlü ve mistik

Engels, kadının tarihsel yenilgisinin özel mülkiyetin ortaya çıkması ile aynı zamana denk düştüğünü vurgular. Bu vurguyu açıklamadan önce nerelerden geçtiğini anlamak bize kendi geçmişimiz hakkında bilgi verirken yaşanan değişimleri görmek de bugünkü birçok olguya ışık tutar.

İnsanlığın bugüne kadar var olan tarihi üç ana durağa ayrılır: Vahşilik, barbarlık, uygarlık. İnsan topluluklarının geçim sağlamadaki ilerlemeleri bu durakları belirler. Bu da materyalist tarih anlayışının özünü oluşturur. Ana durakların yanı sıra vahşilik ve barbarlık alt, orta, üst olarak kendi içinde ayrılır. İnsanlar, vahşiliğin alt basamağında ağaçların üzerinde, ağaç kökleri ile beslenir. Orta basamakta ise küçük hayvanların yenmesi, ateşin kullanımı ve silah yapımı yer alır. İnsan toplumunda ilk insan topluluğu sürüdür. Bu dönemde av ve yerleşim mekanı için komşu sürülerle savaş başlar. Üst basamaktaysa silahların ok ve yaya dönüşmesi, el dokumacılığı, cilalı taş aletlerinin yapımı ortaya çıkar. Bu konu üzerine Engels Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni’nde, Agust Bedel ise Kadın ve Sosyalizm adlı yapıtlarında ayrıntılı olarak duruyor.

Köleleşen ilk insan olarak kadın

İlkel komünal dönem dışında kadın hep ezilmiş ve ikinci sınıf olarak görülmüştür. “Hatta kadın, köle var olmadan önce köle olmuştur.” ( Agust Bedel.)

İlkel komünal dönemde doğal üretim içerisinde üretenler aynı zamanda tüketenlerdi. Artan iş bölümü ve yerleşik hayata geçiş artık ürünü, artık değeri ve bununla birlikte özel mülkiyeti ortaya çıkardı. Daha somut olarak ifade edersek avcılıkla geçinen insanlar buzulların erimesi ve büyük çayırların oluşması ile birlikte tarıma ve hayvancılığa yönelir. Bunun sonucu üretim artığı yaşanır. İnsanların geçim kaynakları değişmeye başlar. Güç tek merkezde toplanır. Fazla üretim, artık değeri ortaya çıkarırken insanlar arasında farklı sınıfların doğmasına yol açar. Bunun öncesinde ise gıda maddeleri üretiminin henüz en alt basamaklarındaki döneminde kadın ve erkeğin konumu yaptığı iş aynı olduğu için eşitti. Artan iş bölümü görevlerle birlikte kazançları da ayırdı. Balık tutma, avlanma, hayvan yetiştirme, tarım, özel bilgi ve alet yapımını gerektirdiği için erkek toplumda egemen oldu.

Toprak için sürtüşme ve çatışmalar çıkmaya başlar. İşgücünün çokluğu ürün ve sürü çokluğu demek olduğu için önce kadının kaçırılmasına sonra da çatışmalarda yenilen erkeklerin köleleştirilmesine yol açar. Bununla birlikte silah kullanılmaya başlanır, zanaat ortaya çıkar. Tarımdan kopan zanaatla uğraşan (mülkiyet ve miras hakkını bulunduran) ayrı bir nüfus ortaya çıktı. Bu süreç öncesi, kadın eve hapsedilmeden önce analık hukukunun geçerli olduğu dönemdi. Kadın doğurgan olduğu için güçlü ve mistikti. Miras ve soy anadan doğru geçiyordu. Hatta topluluklarda akrabalık tanımı yakınlık derecelerine göre değil cinsiyetine göre belirleniyordu. Morgan’ın araştırmaları dünyanın tüm halklarının gelişiminin temelinde sosyal ve cinsel formasyonların olduğunu söylüyor.

Geçim yollarının değişmesi/genişlemesi, farklı sınıfların oluşumu analık hukukunu değişmeye zorladı. Çünkü analık hukukunda miras anadan doğru geçiyordu ve serveti olan erkek kendi çocuklarına bir şey bırakamıyordu. Çok eşli evlilik yerini iki başlı aile aldı. Bu düzene centil düzen deniliyordu. Ortak ekonomi ile yükselen centil düzende ticaret ortaya çıktı ve para ekonomisini zorunlu kıldı. Bu da ortak ekonomiye uymadığı için onu dağıttı. Özel mülkiyetin sahibi erkek bu dönemde kadına başka erkeklerle ilişki yasağı koydu. Bu dönem açısından kadınlar istedikleri erkekle beraber olabiliyorlardı. Her dönem kendi ahlak yapısını oluşturduğu için bu durum o dönemin doğal olanıdır. Kadınlar dış yaşamdan eve hapsedilmiş, sınırlandırılmış, bağımlı hale getirilmiştir. Clara Zetkin’in “Dünya erkeğin evi, ev kadının dünyası sayılagelmiştir” dediği durumdur. Bu durumu Agust Bebel “Kadın ve Sosyalizm” adlı yapıtında şöyle adlandırıyor: “Analık hukukunun geçerliliği, komünizm anlamına, herkesin eşitliği anlamına geliyordu; babalık hukukunun doğuşu özel mülkiyetin egemenliği aynı zamanda kadının ezilmesi ve köleleştirilmesi anlamına geliyordu” ( syf.65, inter yay.). Yani özel mülkiyetin egemenliği erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün damgasıydı.

Özel mülkiyetle, miras hakkı ile birlikte sınıf farklılıkları ve çelişkileri çıktığını belirtmiştik. Para ekonomisi aynı zamanda borçlanma ilişkisi de yarattı. Hem dış hem de iç ilişkiler için de bu ilişkileri kavrayan, yöneten, düzenleyen, koruyan, cezalandıran bir organa, güce ihtiyaç duyuluyordu. Yeni toplum düzeni ortaya çıkan birbirine zıt çıkarların zorunlu ürünü olarak devleti ortaya çıkardı. Elbetteki devletin yönetimi; kurulmasında en fazla faydası olan, varlıklıların elindeydi. Ezen sınıfın ezilen sınıf üzerindeki baskısı devlet aygıtı ile kurumsallaştı, sistematize edildi. Aynı şekilde erkeğin kadın üzerinde ki egemenliği de kurumsallaştı.

Kadına yönelen şiddet ve türleri

Tarihsel akışın tüm aşamalarında (ilkel komünal dönem haricinde) köleci toplumda, feodalizmde, kapitalizmde artan sınıf çelişkileri içerisinde insanın değersizleşmesi sürecinden kadın payına düşeni fazlasıyla aldı. Şiddetin her türünü yaşadı/yaşıyor. İlk olarak kadın emeği kamusal alandan alınıp bir erkeğin bireysel hizmetine sunuldu, ekonomik şiddete maruz bırakıldı. Eve hapsedildi, mülkün bir parçası haline geldi. Cinselliği denetime tabi tutuldu. Bedenen ve ruhen, hem fiziksel hem de psikolojik şiddet gördü. Köleci toplumda başlayan cinsel şiddet diğer tüm şiddet biçimleri gibi bugüne değin değişik biçimlerde sürdü.

Kadınlar kabile savaşlarında kaçırılıp tecavüze uğradı. Tecavüz cinsel şiddetin en yaygın biçimi olageldi. Kölecilikte meta ekonomisi kadını değiş tokuş nesnesi olararak gördü ve sattı. Yine bu dönemde kadının bekaretini koruma görevi babanındı, tabi ki belirli bir süre sonra başka bir erkeğe devretmek üzere. Bekaret koruma yolu olarak da kadın sünneti dünyanın birçok yerinde uygulandı/uygulanıyor. Bekaretini koruyamayan genç kadınlar öldürüldü. Yine bu dönemde savaşlar mülk edinmenin bir aracıydı. Sistem kendine yeni alanlar açarken varolanı da korumak zorundaydı. Savaşlar uzun yıllar boyunca sürüyordu ve erkekleri savaşa çekmek için farklı(!) yollar gerekiyordu. Bu farklı yollar ise erkeğe silah vermek ve kadına tecavüz etme “hakkını” tanımak oldu. Askere fuhuşun tanınması tecavüzün bir “hak” olduğu kavramını algılara sokmuş oldu.

Feodalizm ortaya çıktığında ise durumda öz itibari ile fazla bir değişiklik olmadı. Yenen ordunun komutanları güçlerini toprak parçalarını ele geçirmek için kullandılar. Toprakları kölelere, serflere miras bırakma hakkı ile dağıttılar. O döneme değin özgür olan köylü çiftliği, kiralanan çiftliğe dönüştü. Bir kez bağımlı olduktan sonra köylü, kişisel özgürlüğünü de yitirdi. Bağımlılık ve kölelik daha fazla yaygınlaştı. Toprak ağaları, serfleri üzerinde sınırsız hakka sahipti. 18 yaşına basmış her erkeği ve 14 yaşına basmış her kadını evlenmeye zorlayabilir, eşleri birbirine seçebilirdi. Serf kadınların bekaret kontrolü de toprak ağasındaydı ve hatta “ilk gece hakkına” da sahipti. Toprak ağasının vekili de bu hakkı kullanıyordu. Zamanla bu hak vergi ile çözüldü(!) Serf kadının kontrolü serf erkeğe verildi. Töre bu dönemin bir ürünü oldu. Dönemin ahlaksal bütün kuralları töreyi oluşturuyor. Feodalizm bunu kullandı, yaygınlaştırdı, güçlendirdi. Savaşları katlanılabilir kılmak için kadın bedenini kullandı ve dini de kadın bedeni üzerindeki baskısının güvencesi yaptı. Din tüm toplumlar üzerinde bir baskı aracıdır. Ancak kadının üzerinde iki misli baskı oluşturur. Din ilk olarak ilkel komünal dönemdeki kadın gücünü, kutsallığını yerle bir eder. Oluşan mitlerdeki kadın figürlerini ana tanrıçaları gökyüzünden yeryüzüne fırlatır. Romalı Cenes, Efesli Artemis, Frigyalı Kibele, Mısırlı İsis, Mezopotamyalı İstar, Aztekli Coatlicue... Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişte günah keçisi Havva ve kızları idi. Ortaçağda tüyler ürperten cadı avlarının cadısının gördüğü işkenceler, tecavüzlerin karşısındaki çığlıkları günümüze değin ulaşır.

Kadının ikincil konumu insanın ikincil konumu ile perçinlenmiştir. Kapitalizmde keza bu durum değişmez. Metalar dünyasında insan ikincildir. Bu ikincil tabloda yani metayı elinde tutan sınıf, kişi (ister erkek olsun ister kadın) güçlüdür, gücünden aldığı tüm “hakları”(!) ile ezer. Ezilen sınıf içerisinde ise kadın iki kat ezilir. Ezen ezilene tüm anlamıyla şiddet uygular. Bu şiddet kaba fiili şiddet olmak zorunda değildir.

Kadına yönelik şiddet çağlar boyunca kendini bir şekilde göstermiş, yaşamın vahşileşmesi ile artmış, sınıf çelişkilerinin arttığı düzlemde sürekliliğini ve görünürlüğünü arttırarak var olmuş bir sorundur. Sınıf ilişkileriyle, sömürüye dayalı insan ilişkilerinde, uluslararası ilişkilerle yakından ilgili ve tarihsel olarak meydana gelmiş bir görüntüdür. Bütün ilişkiler şöyle ya da böyle sistemin işleyiş mantığına entegredir. Aile içi ilişkileri, cinselliği, çocuk doğumunu, her şeyi çıkarı gereği kontrol altında tutmak, denetlemek zorundadır. Kapitalizmde kendi varlığı için, sürekliliği bakımından bunu yapmak zorundadır.

Bunun bizim coğrafyamızdaki tezahürü kimi zaman kürtaj tartışmaları, kimi zaman da başbakanın üç çocuk istemidir. Çoğu zaman öldürülen, tecavüze uğrayan kadın ve çocuklardır. Günümüzde kadınların uçan süpürgeleri yoktur belki ama Ortaçağdaki cadı avlarındaki gibi sokakta, evde, fabrikada, mahkeme kararlarında zindanlarda katledilmektedirler.

Kapitalizm aileyi biçimsel düzeyde korudu. Kadını aile üzerinden denetleyerek ahlak kurallarıyla cinselliğini denetledi, şiddeti körükledi. Din ve hukuk ile kadına yönelik şiddeti meşru kıldı. Kadına yönelik şiddet erkek için “hak” kadın içinse “alın yazısı” olarak algılatıldı.

Bebekten katil yaratan karanlık”, tecavüzcü de yaratıyor

Kadına yönelik şiddetin bir türü olan cinsel şiddette böyledir. Toplumsal yaşamda erkeğe “hak” olan birçok durum kadın içinse “öldürülme” nedenidir. Genelde cinsel şiddet daha özelde tecavüzde kadın öldürülmemişse suçlu görünür. Tecavüze uğrayan kadın “bağırmadığı” için tecavüzcüsü “haksız tahrik” indirimi alır, 14 yaşında bir çocuk bile-isteye 20-30 adam ile birlikte olur. Bu örnekler çoğaltılabilir. Hukukun kadına bakışının imzasıdır bu kararlar.

Tecavüz, cinsel doymazlık, akıl hastalığı veya sapkınlık olarak açıklanamaz. İster 17 yaşında bir “abi” yapmış olsun, ister apoletleri ile tam tekmil devlet yapmış olsun, tecavüz kapitalizmin sistematiğidir. Salt tecavüze uğrayana yönelik değil tüm topluma yönelik mesaj içerir. Güç gösterme olgusudur, ister erkek tarafından kadına, isterse erkeğe yönelsin.

“Heyecanların örgütlü duygulara dönüşmesinin insanda toplumsal bağları doğurduğunu ve bu olgunun aynı zamanda uygarlığın tüm ilerlemesinin ön koşulunu oluşturduğunu, bu sırada yaşamın cinsel davranış olarak adlandırılan bölümü öğrenilmiş ve sonradan dahil edilen davranışların ürünüdür. Cinsel ilişki dahi öğrenilmiş tepkiler sonucu ortaya çıkmıştır.” (Malinowski, ilkel toplumda cinsellik ve baskı).

Bundan kaynaklı tecavüzün “mağduru” ister 3 yaşında bir çocuk, ister 17 yaşında bir kadın olsun, tecavüzcüsü 1, 2, 5, 20 kişi ya da devlet eliyle yapılsın, münferit bir olay değildir. Toplumsal olarak örgütlenmiş bir davranıştır. Davranışlarımızı karşımızdaki ile ilişkilerde öğreniriz. Bunların yazılı kurallara bağlı olması gerekmez. Emperyalist-kapitalist sistem çok donanımlıdır. Pornografi kültüründen, genel evlerine, internet kullanımından aile içindeki ilişkilerine, toplum tarafından empoze edilen düşüncelere kadar birçok nokta toplumun bilincine işlenir. Medyada kadının bedeni zaten ayaklar altındadır, dizilerde genç kadınlar tecavüze uğrar, intikam için yanıp tutuşurken birden tecavüzcüsü ile nikah masasına oturur, dizi reyting rekorları kırar. Medyasından, eğitim sistemine kadar birçok kurum tarafından tüm davranışlar aşılanır.

Devletin işkenceci yüzüne bir de tecavüzcü kısmını ekleyerek bilinçli olarak bu vurguyla sınırlı tutuyoruz ki, başlı başına bir yazı konusu olduğunda kaynaklı. Geçmişten günümüze devletin sistematik olarak kullandığı bir yöntemdir tecavüz. Geçmişte Diyarbakır zindanlarında günümüzde Pozantı’da yaşandı/yaşanıyor.

Sonsöz yerine: “Perde aralanır; Karanlık. Karanlığı sorgulamak”

İnsanın insana yabancılaşmasının birer sonucu olarak zihinsel, ruhsal olarak hastalıklı bir toplum yaratıldı. Sürekli tüketen, düşünmeyen, sorgulamayan. Tüm bunlar oluyorken, egemenler bunların sorumluluğunu bireye yükledi. Genel olarak şiddetin, özelde kadına yönelik olanın da yoksulluktan, eğitimsizlikten olduğunu söylediler. Tersanelerde öldürülen işçilerin sorumluluğu işçilere atılıyorsa, şiddetin sorumluluğu da kadına atıldı. Emekçi kesimlerde şiddetin daha yoğun olduğunu da kendine kanıt olarak sundu burjuva medyanın kalemşörleri. Her zaman ki gibi sonucu bizlere nedenmiş gibi göstermeye çalıştı. Emekçi kesimlerde şiddet daha fazladır, yoksulluk arttıkça şiddette artar. Bu tespitte sıkıntı yok. Ama yoksul da, eğitimsiz bıkaran da kapitalistlerdir.

Şiddeti yaratan koşullar ortadan kaldırılmadıkça kadına yönelik olanı da var olmaya devam edecektir.

Burcu Deniz

Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi