28 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/18
(51)

 Kızıl Bayrak'tan
Yeni bir yıla girerken
2012 AKP’nin “sokak” korkusunu tırmandırdı
2012’de dizginlerinden boşalan faşist baskı, terör ve gericilik!
2012’de Alevilere
yönelik saldırılar arttı
Erdoğan pervasız açıklamalar yapmaya devam ediyor
2013 işçi sınıfı için
kritik bir mücadele yılı olacak!
2012 yılı sendikal hareket açısından kayıpların yaşandığı bir yıl oldu
Şükrü Günseli: Tarihsel bir sorumlulukla yüzyüzeyiz!
2012 yılında emekçi kadınlar
Kadın kurultayı üzerine
Kavgaya adanmış bir yaşam
TKİP IV. Kongresi sunumları...
Sınıf çalışmasının sorunları
İşçiler dört bir yanda grevde
Kıbrıs’ta krizin acı faturası
emekçilerin omuzlarına yükleniyor
Dinci gerici basının yalanları
direnişi karartmaya yetmedi
“Üniversite AŞ’ye, YÖK’e ve
yasasına geçit yok!”
Üniversitelerde komünist gençlik
faaliyetleri
“Her yer ODTÜ her yer direniş!”
Sessiz çığlık: Charlie Chaplin
Hrant Dink davasına O’nu katleden
yargıtay üyeleri bakacak!
Maraş Katliamı alanlarda lanetlendi
21 Aralık; kimine kıyamet
kimine umuttur!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2013 işçi sınıfı için kritik bir mücadele yılı olacak!

Sermaye ve sendika bürokratlarının işbirliğiyle
faşizan saldırılar

İşçi sınıfı geride kalan 2012 yılında önceki yıllarda olduğu gibi bir kez daha ağır saldırılarla yüzyüze kaldı. Ancak bu yıl, önceki yıllara göre kapsam ve nitelik bakımından çok daha şiddetli saldırılara sahne oldu. 

Önceki yıllara yayılan güvencesizleştirme ve köleleştirme politikaları bu yıl da özgün biçimlerde sürerken, siyasal ve faşizan nitelikli saldırılar önplana çıktı. THY işçilerinin grev hakkının gaspedilmesi ve bu gaspa karşı çıkan yüzlerce işçinin işten atılması bu saldırganlığın en uç örneklerinden biriydi. Ama daha fazlası, yüzbinlerce işçinin grev ve toplu sözleşme hakkının aylar boyunca fiilen gaspedilmesi oldu. Bu fiili gaspın ardından çıkarılan yasayla da işçi sınıfının pek çok sendikal hakkı budandı. Bunlar ancak faşist askeri darbe dönemlerinde rastlanabilecek türden saldırılardı.

Fakat işçi sınıfı bu saldırılar karşısında ciddiye alınır bir yanıt veremedi, sahneyi sermaye ile sendika ağalarına, onların gizli kapılar ardında süren kirli pazarlıklarına bıraktı. Böylece aylar boyunca toplu sözleşme hakkı fiilen gaspedilirken susan işçi sınıfı, sendika ağaları ihanete imza attıktan sonra da hesap soran bir tutum geliştiremedi.

Kuşkusuz bu, Türk-İş ve Hak-İş ağalarının ve onların doğrudan kontrol ettikleri sendikaların yönetimlerinden bağımsız hareket edebilecek, onlara rağmen ve onlarla hesaplaşmayı içerecek bir mücadele düzeyi demektir. İşçi sınıfının henüz sendikalar dışında bu düzeyde bir mücadeleyi yürütebilecek başka araçlara sahip olmadığı bugünkü koşullarda, alt kademe sendika yönetimlerinin tutumu özel bir önem taşıyordu. Özellikle de Türk-İş yönetimine karşı “sınıf sendikacılığının bayrağını taşıma” iddiasıyla bir süredir çalışmalar yürüten SGBP’nin tutumu...

Fakat SGBP bu iddialarının arkasında duramadı, durmak için anlamlı sayılabilecek bir pratik ortaya koymadı. Birkaç göstermelik eylemle sahnede boy göstermekle yetindi. İhanet gerçekleştikten sonra yine iddialı açıklamalarla yolundan yürüyeceğini ilan etse de, tek bir adım dahi atmadı. Böylelikle 2012 yılında üst kademe sendika bürokratları ihanetin en uç örneklerini sergilerken, alt kademe bürokratlar da buna karşı bağımsız bir tutum geliştirmedikleri ölçüde bu tablonun bir parçası oldular. Dolayısıyla 2012 yılı bir önceki yıl büyük iddialarla ortaya çıkan SGBP’nin çöküşünün kesinleştiği bir yıl oldu.

1 Mayıs’ın kazanımları korunamadı

Oysa yılın ilk aylarında, özellikle de 1 Mayıs’ta her şeye rağmen umut verici işaretler vardı. Türk-İş ve Hak-İş bürokratları son yıllarda kendilerine karşı tabandan gelişen militan mücadele eğiliminin hakkından gelmek üzere tuttukları koltukları işçi sınıfına karşı bir tehdit aracı olarak kullanmaya kalkmış, ancak hüsrana uğramışlardı. İlerici ve devrimci güçler ile işçi sınıfının diri kesimlerinin kararlılığı SGBP’yi de ileri bir tutum almaya zorlamış, böylece üst kademe bürokratları yenilgiye uğratılmıştı. Ancak 1 Mayıs’ın bu siyasal ve moral kazanımları daha sonrasına taşınamadı. Satılmış hain bürokratlar işçi sınıfına yönelik yukarıda bahsedilen kapsamlı saldırılara tam da bu dönemin ardından imza atabildiler.

Bu durum işçi sınıfının sermayeye karşı etkili bir mücadele yürütebilmek için sendikal bürokrasi engelini aşmak zorunda olduğunu gösteriyor. 2012 yılı bu ihtiyacı tüm yakıcılığıyla ortaya koyarken, aynı zamanda bunun imkanlarına ve bazı ilk adımlarına da tanıklık etmiştir.

Son yılların 1 Mayısları’nda görüldüğü üzere, hareketin önündeki engellerin aşılması, devrimci politika ile işçi sınıfının yakınlaşmasına bağlıdır. Fakat gerekli olan, bu yakınlaşmanın raslantısal ve 1 Mayıs alanlarından ibaret kalmasının önüne geçebilmektir. Bu da her şeyden önce işçi sınıfının tabanda-fabrikalarda bağımsız örgütlenme kapasitesinin yükseltilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi durumda, işçi sınıfı ne tabandan etkili ve sürekli bir baskı ortaya koyabilmekte, böylece alt kademe bürokratlarını önüne katıp sürükleyebilmekte, ne de üst kademe bürokratlarından hesap sorabilmektedir.

Bosch işçilerinden tarihsel önemde çıkış

Bu, işçi sınıfının yıllar boyunca üstesinden gelemediği temel sorunudur. Fakat 2012 yılı bu bakımdan önemli örneklerin verildiği ve mevzilerin kazanıldığı bir yıl olmuştur. Yolu açanlar ise metal işçileri, özelde de Bosch işçileridir. Bosch işçileri kararlı, soluklu ve tabandan örülen yoğun bir çalışmanın sonucunda Türk Metal çetesine kuvvetli bir tokat vurmuşlardır. Bosch işçilerinin bu çıkışı, hem metal işçisinin, hem de bir bütün olarak işçi sınıfının sendikal koruculuk sistemini nasıl yıkabileceğini göstermiştir. Dahası, sistemin koçbaşı olarak çalışan bu ihanet şebekesinde çok önemli bir gedik açmıştır.

Bosch işçileri ilk adımı attıktan sonra Türk Metal, sermaye sınıfı ve hükümetin organize saldırılarıyla yüzyüze kaldılar, fakat ilk anda yaşanan tökezlemeden sonra zaman içerisinde kazandıkları mevzileri koruyup sağlamlaştırdılar. Bosch’taki mücadele nihayete ermiş değildir, fakat önemli bir mesafe alındığı da ortadadır.
Asıl önemlisi ise Bosch işçilerinin, metal işkolundaki yoğun sömürüye ve Türk Metal’in ihanet geleneğine karşı birikmiş öfkenin açığa çıkmasının yolunu açmış olmalarıdır. Bunun için Bosch’un izinden gitmeye çalışan başka sınıf bölükleri de sahneye çıkmıştır. Arçelik ve Renault işçileri yaptıkları eylemlerle sermaye ve Türk Metal barikatına yüklenmiş, ancak aşamamışlardır. Bu eylemli çıkışların yanında sanayinin ana omurgasını oluşturan fabrikalarda da ciddi bir kaynama olduğu bilinmektedir. Böylece işçi sınıfının öncü kolu olarak metal işçileri, yıllar boyunca içerisinde tutuldukları cendereden çıkmak için büyük bir arayış içerisinde olduklarını göstermişlerdir. Ama aynı zamanda Renault ve Arçelik deneyimleriyle de görülmüştür ki, istemekle onu yapacak güce sahip olmak arasında ciddi bir mesafe sözkonusudur. Çünkü metal işçilerinin karşısında sadece Türk Metal değil, sınıf bilinciyle hareket eden tüm bir sermaye cephesi vardır. Bu da bu mücadelenin hem sert ve zorlu, hem de siyasal olduğunu göstermektedir. Bilinç ve örgütlenme planında ciddi ve kararlı bir hazırlık yapabilmek ve sermayeye karşı en geniş güçleri harekete geçirebilecek bir mücadele hattını örebilmek gerekiyor.

2013’te işçi sınıfını kritik bir sınav bekliyor

Metal işçileri cephesinden yılın son aylarında yaratılan bu mücadele süreçleri, ilk andaki tökezlemelerinin ardından sermaye ve Türk Metal cephesinden işten atma saldırılarıyla yanıtlandı. Fakat bu yine de metal işçileri adına paha biçilmez derslerle dolu bir ön cephe mücadelesi oldu. Elbette metal işçileri bu derslerle donanıp, ileri ve öncü güçlerinden başlayarak bu dersler ışığında kararlı ve soluklu bir örgütlenme sürecini hayata geçirebilirlerse... Eğer bu doğrultuda olumlu adımlar atılabilirse, önümüzdeki dönemde devam eden MESS Grup TİS sürecinin gidişatına bağlı olarak metal işçileri Bosch’un açtığı gediği büyütebilir, böylece işçi sınıfının sendikal bürokrasi engelini aşarak yeni bir mücadele dönemine girmesini sağlayabilirler. Dolayısıyla, 2013 yılında işçi sınıfı adına en önemli sınavlardan biri, belki de yaratacağı sonuçlar bakımından en önemlisi metal işkolunda yaşanabilecektir.
Bosch ile başlayan hareketlilik aslında sermaye iktidarının işleri eskisi gibi götüremeyeceğinin de kanıtıdır. Tüm ekonomik başarılarını sendikal ihanet çeteleri aracılığıyla işçi sınıfını güvencesiz ve kölece bir çalışma düzenine mahkum etmeye borçlu olan sermaye iktidarı için tehlike sinyalleri çalmaktadır. İşçi sınıfı birçok mevzide verdiği kesintisiz mücadelenin yanısıra Bosch ve sanayinin belkemiğini oluşturan fabrikalarda ortaya koyduğu tepkiyle artık boyun eğmeyeceğini göstermektedir.
Geride kalan yılda sermayenin sınıfa yönelik saldırılarının giderek örgütlenme ve grev hakkına yönelmesinin gerisinde de bu vardır. Derinleşen ekonomik kriz sermayenin mevcut sömürü düzeninde en ufak bir esneme imkanı bırakmazken, işçi sınıfının elini kolunu bağlamak üzere 12 Eylül ile kurulan düzen ise artık dikiş tutmamaktadır. Bunun için, bir yandan zorbalıkla işçi sınıfının kendisine bir kanal açmasının önüne geçilmeye, diğer yandan ise mevcut düzen şurasından burasından onarılmaya çalışılmaktadır. Aslında 2012 yılında sermaye ile işçi sınıfı arasındaki temel mücadele konusu da esasen bu olmuştur.

İşçi sınıfı 2013 yılında, sermaye, hükümet ve sendika bürokratları cephesine karşı, daha sonraki yılları da belirleyecek önemde sert ve zorlu bir mücadele yürütmek durumundadır. Bu mücadeleden başarıyla çıktığı ölçüde prangalarını söküp atabilecek, mücadelesinin önündeki engellerin tümünden değilse de önemli bir kısmından kurtulacak, böylece kendisine bir yol açabilecektir. Tersi durumda ise, sermaye ve uşakları, homurdanan ancak fiili bir mücadele gücü gösteremeyen işçi sınıfının prangalarını daha da sıkacak, açılan gedikleri kapatacak, çıkış yollarını kesecektir. Bundan dolayıdır ki, 2013 yılı sınıf mücadelesinde kritik bir yıl olmaya adaydır.