28 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/18
(51)

 Kızıl Bayrak'tan
Yeni bir yıla girerken
2012 AKP’nin “sokak” korkusunu tırmandırdı
2012’de dizginlerinden boşalan faşist baskı, terör ve gericilik!
2012’de Alevilere
yönelik saldırılar arttı
Erdoğan pervasız açıklamalar yapmaya devam ediyor
2013 işçi sınıfı için
kritik bir mücadele yılı olacak!
2012 yılı sendikal hareket açısından kayıpların yaşandığı bir yıl oldu
Şükrü Günseli: Tarihsel bir sorumlulukla yüzyüzeyiz!
2012 yılında emekçi kadınlar
Kadın kurultayı üzerine
Kavgaya adanmış bir yaşam
TKİP IV. Kongresi sunumları...
Sınıf çalışmasının sorunları
İşçiler dört bir yanda grevde
Kıbrıs’ta krizin acı faturası
emekçilerin omuzlarına yükleniyor
Dinci gerici basının yalanları
direnişi karartmaya yetmedi
“Üniversite AŞ’ye, YÖK’e ve
yasasına geçit yok!”
Üniversitelerde komünist gençlik
faaliyetleri
“Her yer ODTÜ her yer direniş!”
Sessiz çığlık: Charlie Chaplin
Hrant Dink davasına O’nu katleden
yargıtay üyeleri bakacak!
Maraş Katliamı alanlarda lanetlendi
21 Aralık; kimine kıyamet
kimine umuttur!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

 

 

 

 

N. K. Krupskaya:
Kavgaya adanmış bir yaşam...

N. K. Krupskaya, devrimin öncü kadrolarından biri, partinin sıra neferi, kendini işçilerin eğitimine adamış önemli bir kadın devrimcidir. 1869 yılında doğan N. K. Krupskaya’nın yüzüncü doğum günü vesilesiyle (1969’da) Lyudmila Kunetskaya ve Klara Mashtakova tarafından “Kavgaya adanmış bir yaşam” isimli bir kitap hazırlanmıştır. Devrimci Kadın Kurultayı’na hazırlandığımız bugünlerde, bu kitaptan bazı bölümlere yer vererek, devrim ve sosyalizm mücadelesine adanmış bir yaşamdan belli kesitler sunacağız...

(...)
O dönemde kadınların Rusya’da yüksek öğretime gitmesine izin verilmiyordu. Nadezhda Konstantinovna kendi eğitimi için gayretlice çalıştı. St. Petersburg’da kadınlar için düzenlenmiş ileri düzeydeki kurslara kaydoldu ama kısa zamanda derslerin soyut ve gerçek hayattan çok uzak olduğunu gördü. Sonrasında bir öğrenci çevresine katıldı ve Marx üzerine çalışmaya başladı. Krupskaya 1932’de, “Marksizm, bana bir insanın sahip olabileceği en büyük mutluluğu bahşetti.” diye yazdı. Nasıl zorlu bir yoldan gideceğinin farkındaydı ve sonucu ne olursa olsun yaşamını adayabileceğine güveniyordu. Bu yol hiçbir zaman kolay değildi, ama hiçbir zaman doğruluğundan yana kuşkusu yoktu.
Yapısı gereği Krupskaya sahip olduğu bilgiyle yetinmezdi, ihtiyaçlar doğrultusunda üzerine yenilerini eklerdi. Böylece Nadezhda Konstantinovna, St. Petersburg’da, şehrin dışında kalan işçi mahallelerinde, Pazar akşam okulunda öğretmen olarak çalışmaya başladı. İki haftada bir Pazar günleri, sanayi havzalarından ve fabrikalardan binlerce işçi bu okula katılıyorlardı. Okulun hedefi işçilerin ilkokul eğitimi almalarını sağlamaktı.
Krupskaya hiçbir zaman ilk öğrencilerini unutmadı. İşçilerle iletişimi kısa zamanda arkadaşlığa dönüştü, onların politik eğitimi de olanaklı hale geldi.

Pazar akşam okulunun öğretmenleri ücret almadan çalışıyorlardı. Dikkate değer insanlardı -bütün galaksinin başkalarını düşünen öğretmenleri-, bunların birçoğu daha sonra RSDİP’in (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) üyeleri oldular.

Pazar günleri yapılan şiir ve düzyazı okumaları okulda çok tutuluyordu. Krupskaya arada bir başka ülkeler ve insanlar hakkındaki hikayelere yer verir, bu oturumlar işçiler tarafından çok beğenilirdi. Krupskaya’nın öğrencileri çok bilenen devrimci işçilere dönüştüler: Ivan Babuşkin, Arseny ve Philip Bodrov. Daha sonra, aynı zamanda Lenin’in önderlik ettiği Marksist gruba katılabilecek bir düzeye geldiler.

Krupskaya işçilerin hayatını öğrendi, onların evlerini ziyaret etti ve sanayi bölgelerinde ve fabrikalarda çarlığı devirmeye çağıran broşürleri dağıtmalarına yardımcı oldu. Nadezhda Konstantinovna Krupskaya, Lenin ile tanıştığında çoktan Marksist okulun profesyonel bir devrimcisi olmuştu. Yeraltı çalışmasında büyük bir deneyimi vardı ve sadece bir entelektüel değil aynı zamanda bir işçi gibiydi. Önderlerden biriydi ve 1893’te Lenin tarafından kurulan “İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Derneği”nin de aktif bir üyesiydi.

Lenin, 1895’te yurtdışındayken, yoldaşlarıyla haberleşmelerini, bağlantıların kurulmasını ve gizli şifrelerini Krupskaya hallediyordu, ona çok fazla güven duyuyordu. İlk basılan gazete “İşçilerin Davası”, “Mücadele için Birlik”in birçok önderi belli aralıklarla onun evinde bir araya gelip tartışıyorlardı.

1896’da tutuklandıktan ve sürgüne yollandıktan sonra, Sibirya’da Lenin ile birlikte olmaya başladı, 1901’de göç etti. Bolşevik yeraltı gazetesi Iskra’nın (Kıvılcım) çıkartılmasında aktif görev aldı ve III., IV. ve VI. parti kongrelerinin hazırlığında ve gerçekleştirilmesinde aktif bir şekilde çalıştı. Ayrıca yurtdışında basılan ve Rusya’da illegal olarak dağıtılan parti gazeteleri Vperiod (İleri) ve Proletary’de (Proletarya) sekreter olarak çalıştı. Önemli parti yazışmalarının iletişimini sağladı ve 1915’te Bern’de yapılan Uluslararası Kadın Konferansı’na delege olarak katıldı.
Lenin ile birlikte 1917 Nisanı’nda Rusya’ya geri döndükten sonra, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin inşasına aktif bir şekilde katıldı. Proleter devrimin zaferinden sonra kendini tüm kalbiyle işçi kitlelerinin eğitimine adadı.

(...)

Bizim işimizde,” diye tekrarladı Halk Eğitim Komiserliği’nin eski çalışanlarından Zinaida Ginsburg, “fazlasıyla zorluk var. Eğitim ve öğretimde yeni içerik ve biçimler doğuyordu, bir kısmını genellikle içeriden doğru düzenleyemiyorduk. Her fırsatta Nadezhda Konstantinovna’nın soru ve istekleriyle sağanak altında kalırdık ve onun buyurgan bir tavırda hiçbir halini hatırlamıyorum. Hatta, birçok korkak öğretmenin bizlere sorunlu görünen yeni problemlerine dair ateşli tartışmalarda bizlerle birlikte yüksek sesle düşünürdü.”

A.V. Lunaçarski’nin kelimeleriyle, Halk Eğitim Komiserliği’nin ruhuydu.

Nadzhda Konstantinovna zaman zaman iş arkadaşlarını bazı sorunlar üzerine görüşmek için ofise çağırırdı. Eğer burada değişik bir fikir ortaya çıkarsa, oy kullanılarak karar verilirdi. Krupskaya genelde kolayca karar verebilirdi ve görüşünün her noktasının anlaşılması ve son kararın benimsenmesi onun için yeterliydi. Krupskaya ile yapılan kolektif tartışmaların kuralıydı; eğer çoğunluk onun düşüncelerine karşıysa iradeyi kabul ederdi, ilerleyen zaman kimin doğru kimin yanlış olduğunu gösterirdi.     
(...) 

Son günleri

1939 Şubatı’nın 26’sı Nadezhda Konstantinovna’nın 70. doğum günü olabilirdi.

Bütün ülkenin kutlamayı hedeflediği jübilesinden kısa bir süre önceydi. Bilimsel konferans başlamadan önce Nadezhda Konstantinovna’nın konuşma yapmasını isteyen Kütüphane Bilimini Araştırma Enstitüsü’nün delegasyonu geldiğinde Şubat’ın 22’siydi. Konuşma planlanandan uzun sürdü. Enstitü ile bağlantı kurulması gereken konular hakkında tartıştılar, yeni kitapların geç basılması gibi. Hiçkimse Krupskaya’nın Eğitim Komiserliği’ndeki son günü olduğunu aklından bile geçiremezdi.

Şubat’ın 23’ünde Krupskaya basılacak bazı materyalleri postadan aldı. Paketi açtığı zaman “Pedagoglar”ın basıma hazır hali olduğunu gördü. İlgisini çekti ve göz gezdirmeye karar verdi. Mektubun bitiminde şöyle yazılmıştı:

Sevgili Nadezhda Konstantinovna,
Sizi tüm samimiyetimizle kutluyoruz ve daha uzun yıllar eğitimin gelişmesi için çalışmanızı umuyoruz.
Size pedagoji üzerine kitabımızı yolluyoruz. Kapsamı, pedagoji okulları için bir test kitabı.
B. Esipov, N. Goncharov
23 Şubat, 1939”

Nadezhda Konstantinovna mektubu kitabın içine koydu ve kitabı da kitaplığa yerleştirdi.

Nadezhda Konstantinovna RSFSR Sovnarkom’daki sabah konferansına katıldı. Gündemde çok önemli bir soru vardı: Halkın eğitimindeki üç beş yıllık plan ne olmalıydı. Bu konferansta Nadezhda Konstantinovna köydeki kültürel yaşamdaki mükemmel ilerleme, yeni kurulan derneklere ihtiyaç duyduğu önemin verilmesi, köydeki gençlik kütüphanesinin kötü durumu ve gereksinimleri ile toplumdaki kültürel gelişim üzerine konuştu.
Günün ikinci yarısı, işleri bittiğinde, “Arhangelskoye” evinde dinlenmek için ayrıldı. Bir daha Kremlin sarayına dönemedi. Eline ulaşması mümkün olmayacak pek çok mektup ve telgraf doğum gününü kutluyordu.

23 Şubat 1939. Takvim bu tarihte açık kalmıştı. Nadezhda Konstantinovna’nın odasındaki masasında duran takvimin sayfası hiçbir zaman bir sonrakine dönmedi.

 (İngilizce’den çeviren: Z. İnanç)
(Yayınevi: Novosti Press Agency Publishing House Moscow)

 

 

 

 

“Örgütlenelim, özgür yarınlara ulaşalım!”

Kadınlar yaşamın her alanında, evlerinde, işyerlerinde, kamusal alanlarda, mücadelelerinde şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmaya devam ediyorlar. Yine bir yılın sonuna geliyoruz. Bu yıl da gündemimizde kadın cinayetleri, şiddet haberleri ve kadına yönelik yasalaşan gerici, baskıcı yasalar oldu.
2012 yılında yazılı basında yayınlanan kadına yönelik şiddetle bağlantılı haberlerinin 30 bin sınırına dayandığı biliniyor. “Medya Takip Ajansı Interpress’in yaptığı son araştırmaya göre, geçtiğimiz yıl kadınlara yönelik, sözlü, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik olmak üzere çeşitli şiddet uygulamalarının yazılı basında geniş yankı bulduğunu ortaya çıkardı:
Ulusal, bölgesel ve yerel iki bini aşkın gazete ile dergide çıkan haberlerin tek tek incelendiği araştırmada, 2012 yılında kadına yönelik şiddet haberlerinin toplamda 29.248’e ulaştığı, en çok kadına yönelik fiziksel şiddet haberlerinde yükseliş olduğu tespit edildi. Toplamda 8.146 haberin yayınlandığı kadına yönelik fiziksel şiddet haberlerini, 4.201 haberle cinsel şiddet, 946 adetle de sözlü ve psikolojik şiddet haberleri takip ediyor.” İstatistik oranlarla devam edersek  “Resmi rakamlara göre son 7 ayda, 226 kadın öldürülmüş, 478 kadın tecavüze, 722 kişi ise tacize uğramıştır. 6 bin 423 kadın ise aile içi şiddet sebebiyle hastaneye başvurmuştur. Kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında son 5 yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir” Devletin kadınlara yönelik şiddet eylemini önemsemediğini rakamlar gösteriyor. Türkiye’de her gün dizinden vurulan, namus cinayetine kurban giden, tecavüze uğrayan,  intihar eden kadınlara ilişkin haberleri duymaya devam ediyoruz. Bu haberleri medyaya yansıyanlardan öğreniyoruz. Aile içi şiddet konusunda ise Türkiye sıralamanın en üstlerinde yer alıyor. Gözaltında taciz ve tecavüz olaylarının üstü örtülmeye çalışılıyor.
Kadına yönelik şiddetin bölgesel oranları ise şöyle; “Eşi veya birlikte olduğu kişilerden yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddet gören kadınların oranı Kuzey Doğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 53, Orta Anadolu Bölgesi’nde yüzde 50, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 48, Ortadoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 47, Batı Karadeniz Bölgesi’nde yüzde 43, Batı Anadolu Bölgesi’nde yüzde 42, Akdeniz Bölgesi’nde yüzde 42, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yüzde 38, İstanbul’da yüzde 37, Doğu Marmara Bölgesi’nde yüzde 36, Ege Bölgesi’nde yüzde 31, Batı Marmara Bölgesi’nde yüzde 25 ” Rakamlar yaşanan vahşeti gözler önüne seriyor. Kadınların bunları yaşadığı yetmiyormuş gibi birde AKP iktidarı kadına yönelik gerici, dinci bakışını yasalarla güvence altına almak için elinden geleni yapıyor.
AKP iktidarı yaptığı düzenlemelerle özellikle kadınların yararlandığı sağlık haklarını geri aldı. Saldırıları bunlarla da sınırlı kalmadı. Kadın bedenine yönelik saldırılar kürtaj ve sezaryen tartışmaları ile devam etti. Kadına şiddeti “önlemek” için bulduğu şiddet butonları vs. gibi yöntemlerin göstermelik ve sonuçsuz olduğunu bizzat yaşayarak gördük. Her gün medyada yer alan kadın cinayeti ve şiddet haberlerinden devletin ne kadar koruduğuna tanık olduk.
4+4+4 yasası ile çocuk gelinlerin önünün açılması, Recep Tayyip Erdoğan’ın “en az üç çocuk” veya “kadın ve erkek eşit değildir” sözleri AKP iktidarının kadına bakışını anlatmaktadır. AKP hükümeti, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’dan da anlaşılacağı üzere kadına yönelik şiddetle mücadeleyi “Şiddet uygulayanın, şiddet uygulama hastalığının tedavi edilmesi içinse gerekli görüldüğü zaman zorunlu olarak terapiye gönderilmesi “ anlayışıyla çözecek! Şiddeti bireysel olarak ele alan bu kavrayış, bireysel çözümlerle sorunu ortadan kaldırabileceği yanılsaması yaratıyor. Oysaki şiddetin kaynağı bu sömürü düzeni olduğunu bizler biliyoruz.
Aynı şekilde boşanma konusunda da kadınlara zorluk çıkarmaya devam ediyorlar. Boşanmak isteyen çiftlere “boşanma terapisiyle” boşanmanın önüne geçeceklermiş.
Kadının yaşadığı şiddet, taciz, tecavüz sadece Türkiye ile sınırlı değil.  “ Dünya ölçeğinde her 3 kadından biri bugün şiddetin değişik biçimlerine maruz kalmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde sürmekte olan savaşlarda ve iç çatışmalarda kadınlar ve kız çocukları tecavüze uğruyor, öldürülüyor ya da insan ticaretinin öznesi haline getiriliyor. Avrupa ölçeğinde her yıl 200.000 kadının insan ticareti ağlarında cinsel sömürüye uğradığını bildiriyor araştırmacılar.” Bu veriler gösteriyor ki ister Türkiye’de ister dünyanın her hangi bir ülkesinde olsun durum fark etmiyor. Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz sürüyor. Ülkelerimiz, dillerimiz, kültürlerimiz farklı olsa da sömürü düzeni olan kapitalist sistemde yaşadığımız için yaşadıklarımız, acılarımız aynı. O yüzden dünyanın neresinde olursak olalım kapitalizme karşı mücadele etmezsek bu acılarımız devam edecek. Örgütlenip mücadele edelim ki özgür, güzel yarınlara ulaşalım. Yeni yılın şiddetin, kadın cinayetlerinin, tacizin, tecavüzün olmadığı bir yıl olması için mücadelemizi yükseltelim.

Z. Can