13 Eylül 2013
Sayı: KB 2013/36

Halkların birleşik-militan mücadelesi kazanacak!
Direniş ruhuyla emperyalist savaşa ve gericiliğe karşı mücadeleyi büyütelim!
Haziran ruhu sokaklarda!
Ahmet Atakan’ı
polis katletti!
Ahmet binlerle sonsuzluğa uğurlandı
Düzenden riyakarlık akıyor!
Asimilasyona militan direniş!
ODTÜ’de polis terörüne karşı direniş!
Feniş işçileri fabrikayı işgal etti!
Ergün Atalay: Bir düzen sendikacısı
İş cinayetleri
kaderimiz değil!
‘Koltuk kavgasına hayır, taban iradesi
temsiline evet!’
Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Partimizin programı/3
Obama: Saldırıyı erteledik ama vazgeçmedik!
Arap dünyasında emperyalist saldırıya karşı öfke büyüyor

Obama ve suç ortaklarının açmazı derinleşiyor

Gezi tutsaklarıyla dayanışmaya
Bir direnişin ölüm çiçeği üzerine...-T. Kor
Cami-cemevi bir asimilasyon projesidir
Forumlarda mücadele ortaklaştırılıyor
Liselilere “bilişim cezası” yönetmelikte
Doğa ve çevre talan ediliyor!
Evlerimizden sokaklara çıktık
“Burcu Koçlu’nun
katledilmesine
izin vermeyeceğiz!”
Suriye halkları emperyalizmin kıskacında
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir direnişin ölüm çiçeği üzerine...

T. Kor

 

Devrim tohumları ekilmiş toprağın on yıllardır kanla sulandığı bir bahar ikliminde boy veriyor kara ölüm çiçeği. Lakin ne acı yüklüdür ışıksızlığın karasında ne de ölüm yası çürütür içimizi. Filiz veren her dalda bir genç taşıdı ölümü yapraklara. Mehmet’ti ilk gonca. Ardılları çok geçmeden ağacı çiçekle donattı. Her çiçeğin bir öyküsü bir kokusu vardı. Her birinin bir sözü. Ve tesadüfsüz aşılanmış her çiçek meyve veriyor. Bu ağaçta tesadüfe yer yok! Dönüp bakın kaç kez budanmış o dalların nasıl kalın damarlı olduğuna. Bakın akan özünün yeni bir tohuma evrilişine ve şimdi söyleyin dalında ölüm olsa da ölüm ağacı bir direnişinse biter mi kesmekle. Yakın yapraklarını Anka kuşu olsun. Boynunu bükün sarmaşık olup dayandığı yerden yürüsün...

Ali İsmail’i ve Abdullah’ı polis öldürdü. Gençlik yemin etti: Polisle barış yapmayacağız...
Diren ODTÜ... Ayağa kalk Antakya...”

Ahmet Atakan’ın son mesajlarından birinde bu çağrı var. Sesleniyor yürekten, samimi. Sözlerini ayağa kalkarak Armutlu sokaklarında haykırdı Ahmet. Fedakarlığını, bedel ödeme cüretini gösterdiği için bugün ismini unutmamak üzere hafızamıza yazdık, bedenini ise toprağa verdik. Antakya sokaklarında şimdi taşlarla çevrilmiş bir kan öbeği daha var. Şimdiden çiçeklerle süslenmiş bir halkın en özel anıt mezarlarından biri. İşçi sınıfının ruhu kadar katkısız, ezilen Alevi halkı gibi mahzun bir anıt mezar, çocukların top oynarken saygıyla izlediği...

Fakat bir direnişin, mücadelenin zaferini ilan edecek kilometre taşı gibi gururlu ve dik.

Tesadüfe yer yok, dönüp bakın Abdo canımız ne demişti. 3 günde 5 saat uyuduğunu, sayısız biber gazı yediğini, 3 defa ölüm tehlikesi atlattığını. Fakat bunla yakınmıyordu. Tam tersine kendi adına yakınan insanları anlamadığını ifade ediyordu. “Boşver ülkeyi sen mi kurtaracaksın?” diye seslenenler için cevaplıyordu Abdullah Cömert.

Evet kurtaramasakta bu yolda öleceğiz. (O kadar yorgunum ki, 3 günde 7 tane enerji içeceği 9 tane ağrı kesici ile ayaktayım. Sesim kısık vaziyette ama gene saat 6’da alanlardayım sadece devrim için)”

Sadece devrim için öldü Abdullah Cömert. Ve aradan geçen 3 ay ya da 13 hafta ya da 96 gün sonrasında bayrağı devralan Ahmet de sadece devrim için öldü. Aynı sadelik ve kararlılıkla.

Tesadüfe yer yok dedik. Ölümler sıralanırken arka arkaya, bu yiğit gençlerin her biri ayrı bir hikaye ile sokaktaydı. Biri Eskişehir’de üniversite öğrencisi bir diğeri OSTİM’de metal işçisiydi. Biri 1 Mayıs Mahallesi’nde yürüyüşe gitmek için mesai çıkışını sabırsızlıkla beklemişti. Aralarına Lice’den Medeni katılmıştı. Kürdistan’ın yükselen karakollara tepkisini taşırken katledilen Haziran direnişçileri arasına eklenmişti. Ülkenin tüm işçileri, emekçileri ezilen halkları kucaklaşmıştı bir kere. Haziran bitip de Temmuz sıcağı gelince aldandı efendiler. Sandılar ki bitti alttakilerin isyanı. “Susturduk” dediler. Azgınca söylevlere devam ettiler, kin kustular, tehdit ettiler. Sandılar ki direniş bitecek. Ama ODTÜ “üç-beş ağaç” oldu yol vermedi zulme. Ardından Mamak, bir halkın asimilasyonu için temel atılmasına “geçit yok” dedi. Barikat olup yollara düşkünlere, hainlere ve alçakça katledenlere meydan okudular.

Ve tesadüfe yer yok dedik ya, Haziran’dan bugüne direnişin yiğitlerini beşiğinde büyüten bu toprakların ikinci Dersim’i yine ayağa kalktı. Ne ağaçlarını kesip yol yapmak isteyeni ne de cami-cemevi dayatması vardı. Antakya bu ülkenin yüzünü bile görmediği milyonlar için ölmeye hazır direnişçileriyle sokaktaydı. Mücadeleyi ruhuna işlemiş olanlar, Abdullah’ın, Ali İsmail’in cenazesinde verdikleri sözü unutmayanlar bir kez daha sokaktaydı. Devralınan miras sokakta taşınıyordu. Tuzluçayır direnişçileri nasıl ki zulme karşı kurdukları barikata Ethem Sarısülük barikatı dedilerse her pazartesi Hataylılar da Abdo can için sokaktaydı. Ve gün biterken Akreplerle zehir kusanlar aldılar bir canı daha.

Arkasından Arapça ağıtlar yakıldı Ahmet Atakan’ın. Ama bütün bir Türkiye direnişe çıktı. Arapça, Kürtçe belki de Lazca söylendi, Ahmet’in unutulmayacağı, hesabının sorulacağı. Tuzluçayır Direnişi barikatlarında Ahmet için ateşler yakıldı. Ankara Kızılay’ı Ahmet için yeniden zaptedildi. İstanbul öfkesini Taksim’den Gazi’ye, Sarıgazi’ye ve Kadıköy’de polisin üzerine yağdırdı.

Ve ölüm çiçeğinin yeni tomurcuğu çatlarken analar ve kardeşlerini kaybedenler seslendi yüreklere...

Ethem Sarısülük’ün abisi Mustafa Sarısülük ölüm ağacına kazıdı sözlerini “Ölülerimizi parmaklarımızla sayamıyoruz artık. Acılarımızı tarif edemiyoruz. Bir yasın üzerine bir yas daha koyamıyoruz! Devrim’e mecburuz.”

Sarısülük ailesi ODTÜ barikatlarındaydı. Anne iki oğlu bir kızıyla direndi. Ethem için, Ali İsmail için, direniş için! Mecburiyet insanlığa hatırlatmaydı. Devrim gelmeden yaşam ağacına çiçek yoktur zira...

Abdullah Cömert’in abisi Zafer Cömert’se gece boyunca Ahmet’in kaldırıldığı hastaneden ümit etmek için bekledi, haberi ilk duyuranlardandı. Bir kardeş acısıyla o da seslendi Antakya’ya ve oradan direnişin tüm özgür sokaklarına... “Beraber ‘katil polis!’ diye bağırdığımız Ahmet Atakan, polis tarafından katledildi.” Abdullah’ın vurulduğu yerden 300 metre mesafede, Ahmet’in vurulduğu yerde ağlarken yazdı bunları Zafer Cömert. Polisin katil olduğu gerçeğini göstermek adına bir can daha gitti. Ama direniş bu ailelerin sesiyle sokağa çıktı. Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Gürkan Korkmaz da susmadı: “Ölüm yine gecenin sessizliğini böldü ve yaktı bir ananın yüreğini. Hesap günü yakındır.” Söz net, tartışmasız toprağa düşen her ölüm çiçeğindeki yiğidin mirası işte. “Hesap günü yakındır” diyen de “devrime mecburuz” diyen de yakınmıyor. Gelecek için, devrim için dövüşüyor Antakya sokakları, Tuzluçayır barikatları.

Mehmet Ayvalıtaş’ın kardeşi Volkan Ayvalıtaş da “Mehmet’imi Ali’mi Abdullah’ımı Medeni’mi Ethem’imi, Ahmet Atakan’ımı aldın bizden. Abilerimi kardeşlerimi... Hesap soracağız, katiller iki elim yakanızda” diyerek seslendi. Binlerce elle yapıştık yakalarına. Şimdi Haziran’ın güneşi büyüyor sokaklarımızda. Eylül’ü direniş şafaklarıyla karşıladık. Durmadık yenilmedik. Ahmet canımızla yeniden dirildik.

Varsın sonsuz uykuya yatsın gençlerimiz. Üzerlerinde açan çiçeklerin renkleri kızıl, umutları bahar rüzgarı olarak yayılacaktır. Tesadüfsüz kıldık zaferi. Eylül’ü karanlık eyleyen paşaların ezdiği mor menekşeler nasıl açtıysa dağlarımızda, nasıl ki fabrika bahçelerinde yediveren karanfiller büyüttüysek öyle büyüdü ölüm ağacının zafer çiçeği. Bedenini açlığa yatırıp kızılcık şerbetini tohum için toprağa döken bir direniş ülkesinde, bırakın uyusun yiğitlerimiz. Bizim zafere evrilecek can suyunu taşımak için çalışmamız gerekiyor...


 
§