25 Ekim 2013
Sayı: KB 2013/41

Güncel gelişmeler ve devrimci görevler!
Kürt hareketine “ayar çekme” manevraları
Dış politikada hazin çırpınışlar!
AKP-cihatçı çeteler ittifakı sona mı eriyor?
Asimilasyon saldırılarının taşeronları işbaşında!
Sermaye düzeni zor aygıtlarını güçlendiriyor!
Silaha yatırım da hegemonya krizi de büyüyor!
Beklemenin değil, eylemin zamanıdır!
Kiralık işçilik yeniden geliyor!
Patronların “kurbanı” işçiler...
“Görüntüdeki sessizliğin altında derin bir öfke mayalanıyor!”
KESK’e hakim çizginin iflası olarak toplu sözleşme süreci
“Suriye’nin Dostları” Londra’da toplandı
2. Cenevre Konferansı hazırlıkları yoğunlaşıyor

ABD’de ‘felaket’ ertelendi, kriz devam ediyor!

Göç etmeyen kuşlar kanatlarında umut taşır - T. Kor

Avrupa’da hayat grevle durdu!
Almanya’da Haziran Direnişi panelleri
ODTÜ’de ağaç talanı sonrasında yol ilerlerken...
ODTÜ yolu, ODTÜ AVM ve camisine gidecek yolu açıyor...
Üniversitelerde ODTÜ’ye destek eylemleri
2013 6 Kasımı’na doğru...
Hiçbir zorbalık bizleri devrimci faaliyetimizden alıkoyamaz!
“Şiddete karşı örgütlenmeli!”
Gezi tutsaklarına tecrit ve baskı!
“Özgürlük, Devrim, Sosyalizm” için ileri!
Özgürlük, devrim, sosyalizm için buluşuyoruz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Göç etmeyen kuşlar
kanatlarında umut taşır

T. Kor

 

Ufukta gördüğünüz ışıksa, bazen karanlıktır gölgede saklanan. Denize açıldığınızda fark etmediğiniz, emeğinizle yelkenleri dolduran umut olsa da bazen yanlış rotaya yol alırsınız. Zira yolun sonu beterin beteridir...

Bir deniz ayırır ülkeleri, bir denizin ayırdığı iki ülkede iki yaşam var olur. Birinde ölümle umut diğerinde yaşamla düşkırıklığı bulunur. Hangi ülkede doğarsanız doğun sınıfınızdır sizi ölümle-yaşam arasında dolaştırıp umudunu alıp düşkırıklığı dağıttıran...

İki ülke, birinde doğduğun için diğerine gitme mecburiyeti yaşatır insana. Zira doğduğunuz toprak kurak ve sefalet koyarken sofranıza diğerinde neon ışıkları altında takım elbiseli kendi sınıfınızdan insanların size hizmet ettiği sofralarda et yemeklerinin kokusunu alırsınız. Adı yabancı, kendi yabancı olana duyulan istekle sizi ya kendi toprağınızda ya da karşıdaki ülkede umutlarınızdan sandal yapar yola çıkarsınız. Çıkılan yolun sonu bazen yoktur. Bazen deniz tabut olur, bazen 8 metrekarelik odalardaki yaşam zindan olur. Her ikisinde de sınıfınızdır size sunulanın özü. Sınıfınızı unuttuğunuz an esir alınırsınız. İşte bu Afrika’nın göç hikayesidir. Akdeniz’de ölümlerle sıkça duyulur. Karşı kıyıya varansa Avrupa’nın tüm yükünü omuzlarında taşıyan kölelikle hiçbir zaman duyulmaz, yok sayılır ‘ötekileşir’...

Afrika’nın hikayesi diye sunulanın bizim hikayemizden ne farkı var? Onlar umut tacirlerinin nehirde bile kullanılamayacak gemilerinde denizlere, okyanuslara yollarken kardeşlerimizi biz ya Avrupa’da ya da Türkiye’de aynı burjuvazinin çarklarını kanımızla yıkamıyor muyuz? Dünyanın 80 küsur ülkesinde sendikalı iken burada asgari ücrete zamdan kaçan aynı hayalleri çalan burjuvazi değil mi? Ha Akdeniz’de bir gemide gelen dalga kapmış bizi ha organize sanayi bölgesinde döküm kazanı yakmış sizi. Ya da Bangladeş’te çöken tekstil fabrikasında ölen yüzlerce işçiden biri olmuşsunuz. Hepsi aynı rüya Avrupa’sının hayalinde olmayan gerçeği değil mi?

Evet aynı gerçek. Avrupa burjuvazisinin güneş gözlüklerinde yüksek standart yazısı ile kapatılmış ama yaşam ağacının en yeşil dalının kurutulduğu yerdir aynı nokta.

Bunun için geçtiğimiz iki hafta içinde 300’ün üzerinde Afrikalı Akdeniz’in derinliklerinde hayallerine dalıp giderken göçmenler için çözüm sınır güvenliğinin yoğunlaştırılmasıdır Avrupa Birliği’nin emperyalist efendileri için. Bir kıtayı kölelikle anlamlandıran ilk efendiler için ya madenleriniz ve emeğinizle varsınız ya da yoksunuz. Bunun için boğulan umutlara sundukları vaat ölmemek için yola çıkmamaktır. Nasıl yaşanacağı gibi nasıl ölüneceğine de karar verir burjuvazi. Kendi topraklarınızda da Avrupa’da da. Zira kapitalizmin ne başkenti var ne anavatanı. Bundandır Amerika’da geçtiğimiz hafta Nobel Ödülü alan bilim insanlarının göçmen olması gerçeği. Harvard Üniversitesi’nden Avusturya kökenli Martin Karplus veya İsrail kökenli Arieh Warshel yaşamları sistemin çarklarına yaradığı sürece göçleri karşılanacak olanlardan.

Sizin göç etmeniz onların çıkarlarına hizmet ettiği sürece Akdeniz’de ölmek zorunda kalmazsınız. Bunun için 2. emperyalist paylaşım savaşının bitimi yaklaştıkça faşist Nazi artıklarının batıya göçü kucak açılarak karşılandı. Binlerce işkenceyi yöneten, toplu ölümlerin mucidi katillerin ‘engin bilgileri’ bir sonraki kuşağın katliamlarına aktarılmak için göçleri karşılandı. “Paperclip Harekâtı” adıyla savaş suçlusu isimlerin dahil olduğu yüzlerce isim ABD’ye götürülmüştü, ölümü Nazi üyelikleriyle değil ABD adına gerçekleştirmek için tarihin en karanlık göçüyle...

İşleri bittiğindeyse bazıları yargılandı bazıları sınırdışı edildi. Zira göç etmenin sonu yoktur. Hizmet etsen de ömrün bittiğinde toplama kamplarındaki gibi senden alacağını alır sana bir çukur bırakılır. Kapitalizmin ruhundaki göç bundandır Nazileri zaman içinde arındırması.

Bir de bugünlerde yeni bir göç hikayesi var sistemin yarattığı. En genç Nobel Barış Ödülü adayı denerek vitrine çıkarılan Pakistanlı Malala gibi bir anlam yüklenirse size Obama’nın beyaz odasında ya da yanı başınızdaki kardeş Afgan halklarını acıya boğan İngiliz Krallığı’nın sarayında dahi ağırlanırsınız. Ülkenizden göç etmek zorunda kalmadan yeni bir hayat sunarlar size. Her gün ülkenizde yaşıtlarınız aynı ABD’nin insansız hava araçlarıyla vurulurken.

Denizaşırı gitmeseniz de kendi topraklarınızda kalsanız da onlar için değerli olmak bu ince çizgi arasındadır...

Ama denizlere gömülen isimsiz göçmenlerden yüzlerce var. Yüzlerce isimsiz proleter, yüzlerce isimsiz işsiz ve yüzlerce isimsiz kaçak ve her biri insan olan. Modern kölelik olan kapitalizmin ana kıtada 880 bin köle çalıştırdığı düşünüldüğünde denizi aşmak yolun sonunda da yeni bir kabus demektir. Bunların 270 biniyse cinsel istismara maruz kalıyor uygar ahlak bekçileri diyarında. Avrupa rüyasında bu da görünmüyor elbet. İnanırsanız kanınızı zehirler bu sistem. Daha iyi bir hayat algısı yerleştikçe bilinçaltınıza onlar hatırlatır biz istedikçe daha iyi bir hayat diye. Bundandır 16 yaşlarında bir liseli göçmeni sınırdışı etmek için okul gezisinin ortasında, tüm arkadaşlarının arasından zorla alıp götürmek. Ama Fransa’da burjuvaların rüyasında kara delik açıldı işte. Binlerce liseli okulları boykot edip göçmen liseli için barikatlarını kurdu. Yeni bir dünyanın ruhlarındaki kıvılcımıyla “biz aynıyız, tekiz” dediler. Ve Fransa devleti birkaç gün dayanamadan sınırlarını açtı Leonardo Dibrani’ye. Dibrani bir isim, bir göçmen ve bir sembol. Adil davranmayan düzene bir tepkinin adı. Fransa devleti gibi siyahileri öteki sayan, romanları sınırdışı etmenin politikalarını yapanlara bir ihtar. 16-17 yaşında sistemin çarklarında öğütülmeye hazırlanan gençliğin din, dil, ırk gözetmeden bir olduklarını haykırması kadar güçlü bir silah hangi burjuvanın korkusu olmaz ki!..

Göç ettik yıldızlara umudu bulmak için sonra gördük ki yaşlı kıtada efendiler onu da köle yapmış. Anladık ki umut var olduğun, alınterinin damladığı yerde. Tornaya kaptırılan kolun kırıldığı yerde. Açlıktan ölümü beklediğin, yaşamınsa ücretli kölelik olduğu kentte. Mesele umudu yıldızlarda aramayı bırakıp avuçtaki çekici daha sıkı kavramakta. Çarklara yağ yapılan kanını bayraklaştırmakta. Zira ne yıldızlar, ne Avrupa ne de ‘cennet’ sunmayacak güzel günleri. İlk köleden ilk köle isyanına kadar göç eden umut, varılan yerde yine köleydi. Efendilerin göğsüne saplanan hançerdir özgürlük ve eşitlik. Yeni bir dünya yaratmadan rüyalarla aldatılmaya devam edileceği gerçeğiyle... Son söz ölümü göç yollarında değil köleliği sürgün etme kavgasında yaşayanlara ithaf ediliyor...

Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

 
§