31 Ekim 2014
Sayı: KB 2014/43

Emperyalizmin kirli oyunlarına karşı Kürt halkıyla dayanışmayı büyütelim!
Kobanê ve “insan hakları emperyalizmi” - A. Eren
Kobanê’de direniş çetelere geçit vermiyor
Baskı ve terör yasaları genişliyor
Validebağ’da direniş, talanı frenledi!
Yağma ve talanın yeni adresi Validebağ Korusu
Ellerindeki kanı yalanla temizlemek istiyorlar
“İş cinayetlerinin hesabı sorulacak!”
İşçi sınıfı hareketi çıkış yolu arıyor
Sermaye topyekün saldırıya hazırlanıyor
“Üniversite Ar-Ge laboratuvarına dönüştürülüyor”
Ekim Devrimi üzerine - V. İ. Lenin
Ukrayna seçimleri ve “Demokrasi” oyunu - E. Eren
Toplu mezarlar ülkesinde öfke büyüyor!
Öfke büyüyor, emekçiler sokakta!
Meclisler kurula hazırlanıyor
DLB İstanbul Meclisi toplandı
Hangi cumhuriyet?
Binler Cumartesi Anneleri’nin yanında!
Vardık, varız, var olacağız!
Yaşamın yarısından kavganın yarısına...
Şer’i adaletin terazisinde kadın düşmanlığı ağır basıyor
Fotoğraf karesinden yansıyanlar, fotoğraf karesine sığmayanlar
Savaşsız, sınıfsız, sömürüsüz, yaşanabilir bir gelecek için 6 Kasım'da alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Üniversite Ar-Ge laboratuvarına dönüştürülüyor”

 

Araştırma görevlileri taşeron işçilerinden sonra üniversitenin en esnek ve güvencesiz çalışan kesimini oluşturuyor. Araştırma görevlilerinin sorunları ve bu alandaki mücadele üzerine İstanbul Üniversitesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Dr. Mehmet Cemil Ozansü ile konuştuk.

- Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim Sen), araştırma görevlilerinin sorunlarını gündeme getirmek için hazırladığı rapor, ‘nitelikli köle’ olarak görülen araştırma görevlilerinin tablosunu da ortaya koydu. Başta araştırma görevlileri olmak üzere üniversitedeki çalışanların güvencesizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Dr. Mehmet Cemil Ozansü: Bildiğiniz gibi, güvencesiz istihdam çürüyen kapitalizmin olmazsa olmazlarından biri. Nasıl bir işçinin iş güvencesine sahip düzenli bir işe devam etmesini kapitalistler sakıncalı buluyorsa, akademisyenin de güvenceli biçimde istihdamını tercih etmiyorlar. Kapitalistlerin akademisyenlerin istihdam güvencesinden yoksun bırakılmalarını istemesinin bir diğer nedeni de, üniversitenin kapitalizmin genel ihtiyaçlarından farklı bir ses çıkarmasını, onu eleştirebilmesini engellemektir. İş güvencesinden yoksun olan bir çalışan olarak akademisyen, patronlar dünyasının genel çıkarıyla çelişen ya da bunu eleştirebilen bir tutumu daha zor benimseyebilir. Böylece akademide güvencesizlik, her iki açıdan da kapitalist sınıfın yararına bir durum sağlıyor. Bir yandan güvenceli istihdamın neden olduğu fazla maliyetten kurtuluyor, diğer bir yandansa üniversitelerde kapitalistlerin çıkarlarına uygun vaaz veren bir propaganda aygıtı inşa ediyor.

Hemen bu durumun olası geleceğini de tahayyül edelim. Eğer üniversitedeki dönüşüme dur diyemezsek -ki belki çoktan bu mevzileri kaybetmiş bile olabiliriz- on yıl sonra kimsenin suratına bakmadığı, halkın nezdinde çoktan yalancı çobanlar sürüsüne dönmüş bir akademiyle karşı karşıya kalacağız. Soma faciasını hatırlayalım. Bütün bu “iş cinayeti” yumağının ortasında yer alan kapitalistler, Teknik Üniversite tarafından ödüllendirilmemiş miydi? Bu ve buna benzer yıpratıcı olaylara, güvencesizlik cenderesine sıkıştırılmış bir üniversite sisteminde daha fazla muhatap olacağız. Hatta üniversitenin çöküşü bu şekliyle sürerse, artık bunun içinde kalabilmiş olanların “güvencelerini” savunmaktan bile vazgeçmemiz gereken günlere düşebiliriz.

Akademinin performansa dayalı ücretlendirmeye
geçirilmesinin ilk adımı”

- Akademik personellere yapılan zamlar da meclis komisyonundan geçti. Akademisyenlere zammı lütuf gibi göstermeye çalışan AKP, bir yandan da üniversitelerdeki bilimsel araştırmalarda teşvik sistemini geliştiriyor. Üniversiteler şirketleşiyor mu? Bu uygulamalar nasıl değerlendirilmeli?

- Öncelikle şunu tespit edelim ki, akademisyenler ve bilhassa araştırma görevlileri en düşük maaş alan kamu görevlileri katmanında yer alıyorlar. Tabii bence bu düşük maaş politikası da hesaplı yapılmış bir icraattı. Akademisyenin “dışarıda” iş yapmasına maddi zemin sağlamak, geçinmesi için akademisyeni patronlarla çalışmaya mecbur etmeye dönük bir siyasetti. Yazın yapılan disiplin mevzuatı değişikliğini de hatırlayalım, akademisyenlerin üniversite dışında “çalışmaları” bir disiplin suçu olmaktan çıkarıldı. Zaten fiilen sürdürülen çalışma rejimi artık meşruiyet sağlamış oldu. Şimdi yapılması planlanan zam ise, zaman içinde kaybolmuş olan alım gücünün sadece bir kısmını vermekten başka bir şey değil; yani göreli olarak değerlendirildiğinde kısmi bir iyileştirme yapıldığından söz edebiliriz.

Ama gündemde olan “iyileştirme” planında bizleri topuğumuzdan vuracak olan ok, sizin de sorunuzda işaret ettiğiniz üzere, teşvik sisteminin getirilmesidir. Bu uygulama akademinin performansa dayalı ücretlendirmeye geçirilmesinin ilk adımıdır. Bir daha hiçbir hükümet temel ücrette iyileştirmeye gitmeyecektir. Bunun yerine gedik, performans ücretin arttırılması yoluyla kapatılmak istenecek. Bu da tabiî piyasaya ve patronların genel çıkarlarına hitap eden araştırmaların, incelemelerin yapılması demek olacaktır. Piyasanın ve patronların talepleri, araştırmacıların da önceliklerini belirler hale gelecektir. Bütünüyle üniversite, kapitalistlerin çıkarına hizmet eden bir Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) laboratuvarına dönüştürülecektir. Böyle bir üniversiter yapıda bırakınız devrimci düşünceleri, idealistlere bile yer kalmayacaktır.

Araştırma görevlilerinin hareketi k
endine özgü dinamikleri barındırıyor”

- Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu raporunda, araştırma görevlilerinin sorunlarına dikkat çekip daha etkili bir mücadele ağı örme gerekliliğine işaret ediliyor. Siz bu mücadele için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

- Eğitim Sen araştırma görevlilerinin her türlü mücadelesinin başından beri içinde yer alan bir örgüt. Bu bağlamda alandan toplamış olduğu tecrübeye dikkat etmek gerekir. Mücadelenin 2007’den beri şiddetlendiğini gözönüne aldığımızda, bu alanda tecrübe sahibi kadroları da devşirmiş olduğu, birçok kimseye ulaşmış olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Fakat araştırma görevlilerinin hareketi kendine özgü dinamikleri de barındırıyor. Şimdiye kadarki yöntem, yani araştırma görevlilerinin kendi öz örgütlerindeki mücadelenin sendikal lojistikle güçlendirilmesi taktiği, bizi bir yere kadar getirebildi. Fakat bugün bu ağın Türkiye’yi kapsayan ölçekte genişletilmesi önümüzde duran ödevler arasında. Bugüne kadar daha ziyade merkezi şehirlerde faaliyette bulunuldu. Taşrada daha yoğun sorunlar olduğu şüphesizdir. Bu nedenle yurt çapında faaliyet gösterecek bir araştırma görevlisi ağının kurulması Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu'nun da vazifesi olmalı. Bunu yaparken de, sendikanın lojistik destek noktasına kadar kendini geride tutma refleksine sahip olması gerekir. Aksi durumda bu alanın, yani araştırma görevlisi sorunları sahasının yönetişimci, uzlaşmacı bir çeşit sağcı yapılanmayla doldurulacağından endişe ediyorum. Kısacası Eğitim Senliler olarak önümüzde düne göre iki misli fazla yapılacak iş olduğuna dikkat çekmek istiyorum.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

 

Ölen işçinin ailesine kan parası

 

Ölen işçilerin yakınlarına patronlar tarafından ‘kan parası’ verilmesini savunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in başında bulunduğu SGK, 2014 Haziranı’nda Zorlu Yatırım A.Ş.’de çalışırken iş cinayetinde ölen işçinin hak sahiplerine 16 bin 901,27 TL ölüm geliri ve aylığı ödemesi yaptı.

Bir işçinin yaşamını yitirdiği aynı “kazada” yaralanan işçilere ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nca 26 bin 525,20 TL geçici iş göremezlik ödemesi yapıldı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesini yanıtlayan Çalışma Bakanı, işyerinde işçi sağlığı ve güvenliği için gerekli her türlü tedbiri alma görevi ve sorumluluğunun İş Kanunu gereğince patrona ait olduğunu söyledi.

Çalışma Bakanı, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda bakanlığın görevinin iş güvenliği tedbirlerinin patron tarafından uygulanmasını izlemek ve denetlemek olduğunu belirtti.

2014 Haziran tarihi itibarıyla Zorlu Yatırım A.Ş.’de 3 işçinin hayatını kaybettiğini, 9 işçinin iş göremezlik geliri bağlanma talebinde bulunduğunu belirten Çalışma Bakanı, “iş kazası” sonucu hayatını kaybeden işçilerin hak sahiplerine 7 bin 686,71 TL ölüm geliri ve 9 bin 214,56 TL ölüm aylığı ödemesi yapıldığını söyledi.

 
§