31 Ekim 2014
Sayı: KB 2014/43

Emperyalizmin kirli oyunlarına karşı Kürt halkıyla dayanışmayı büyütelim!
Kobanê ve “insan hakları emperyalizmi” - A. Eren
Kobanê’de direniş çetelere geçit vermiyor
Baskı ve terör yasaları genişliyor
Validebağ’da direniş, talanı frenledi!
Yağma ve talanın yeni adresi Validebağ Korusu
Ellerindeki kanı yalanla temizlemek istiyorlar
“İş cinayetlerinin hesabı sorulacak!”
İşçi sınıfı hareketi çıkış yolu arıyor
Sermaye topyekün saldırıya hazırlanıyor
“Üniversite Ar-Ge laboratuvarına dönüştürülüyor”
Ekim Devrimi üzerine - V. İ. Lenin
Ukrayna seçimleri ve “Demokrasi” oyunu - E. Eren
Toplu mezarlar ülkesinde öfke büyüyor!
Öfke büyüyor, emekçiler sokakta!
Meclisler kurula hazırlanıyor
DLB İstanbul Meclisi toplandı
Hangi cumhuriyet?
Binler Cumartesi Anneleri’nin yanında!
Vardık, varız, var olacağız!
Yaşamın yarısından kavganın yarısına...
Şer’i adaletin terazisinde kadın düşmanlığı ağır basıyor
Fotoğraf karesinden yansıyanlar, fotoğraf karesine sığmayanlar
Savaşsız, sınıfsız, sömürüsüz, yaşanabilir bir gelecek için 6 Kasım'da alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Fotoğraf karesinden yansıyanlar, fotoğraf karesine sığmayanlar…


Gözüm ekranda ellerim klavyede süren bir bekleyiş… Hangi kelimeler, hangi cümleler? Başlayacağım her cümlede anlatmak isteyeceklerim bitene kadar eskiyecekmiş gibi… Dijital dünyanın hakimiyetindeyiz… Çekilen fotoğraflar, videolar geliyor gözümün önüne… Her şey o kadar canlı ki, ötesine gerek var mı diye düşünüyorum. Anlatılacak ne var ki, her şey an be an internet dünyasında. Ben de yeniden bir yolculuğa çıkıyorum internet dünyasında.

Tarihle bugün… Hiç bilinmeyenle canlı canlı izlenenler buluşuyor beynimin derinliklerinde. Bir Kürt kız çocuğunun kocaman yeşil gözleri ve yüzünden eksik olmayan kocaman gülüşü geliyor aklıma. Savaşın sınırında bir köyde toprak bir yolda ilerlerken koşarak gelip elimi mi tutmuştu? Yoksa bir fotoğraf karesinden miydi? Bu gözler kendini unutturmuyordu. Çünkü gözlerinde dağlıların inadı, sözlerinde katliamlardan geçen bir halkın hırçınlığı, gülüşünde Kobane’de büyüyen direnişin umudu vardı. Sanırım tam da bundan kaynaklı günlerdir bu bakışları beraberimde taşıyorum.

Daha çocuk bir bedendi, ama fark etmez yüzyılların acıları birikir Kürt çocuklarında. Ninnileri acılı ezgilerdir ya, acıyla yoğrulurlar. Belki hiç dinlemeden büyürler sonu hep mutlu biten masalları. Onların masalları yaşamlarının parçasından dile düşendir çünkü. Belki birçoğu Ceylanlar’ın bedenlerinin parçalarına, Uğurlar’ın bedenlerine saplanan kurşunlara şahittir. Süngü uçlarında dona kalmış bebelerin bakışlarından anaların feryatlarına götüren bir yolculuktu gözleri. Ama bazen büyük bir kahkahayla birleşen gülüşü Kürt kadınlarının direnciydi.

Yeşil gözlü küçük kızı düşünüyorum, yeşil gözler mavileşiyor. Küçük kızın yüzü yaşlı bir erkeğin yüzüne dönüşüyor, hafif kambur yaşlı bir beden duruyor şimdi karşımda. Yaşlı ama yorgun değil, bakışlarından ve davranışlarından yılların onu yıldıramadığı belli. Mavi gözleriyle Arnavut halkının acılarıyla kavrulmuş umudunu taşıyor Kürt halkına. Uzanan bir el... Halkının yaşadıklarını öğrendiğinden beri Kürt halkının özgürlük mücadelesine omuz vermiş bir serüvenci.

İki ayrı fotoğraf karesindeki yaşamlar, Kobanê’ye sınır bir köyde aynı fotoğraf karesinden bakıyorlar. Yeşil gözlü Kürt kızıyla mavi gözlü 60’larında bir Arnavut… Fotoğraftan bana bakıyorlar, aslında dünyadaki her bir insanın gözlerinin içine bakıyorlar yan yana. Geride kalan yılların acılarıyla yeni gelecek günlere dair umutların kesişmesi... Halkların kardeşliğinin tek bir söze kalmadan anlatılması...

Çitlerin olmadığı bir dünya…

Yine bir fotoğraf karesi önümde… Bir toprak parçası ve ortasından geçen dikenli teller, muhtemelen iki tarafa da mayın döşenmiş. Neyi ayırdığını bir türlü anlatamayan tel örgüler, utanç duvarları. Eminim tellerin diğer tarafında kardeşleri olanlar bile var.

Evet, şimdi önümde Kobanê sınırından birkaç fotoğraf. Büyürken direniş tellerin diğer tarafında ve beklerken binlerce insan sınırın bu tarafında bir anda orası burası, burası orası oluyor. Dikenli teller anlamsızlaşıyor. Dirençlerine direnç katacak bir kucaklaşmanın ardından dönerlerken hepsi birer suçlu olarak alınıyor tellerin bu yanına, insanlık dışı bir arama dayatılarak ve eşyalarına el konularak. Sınırları beyninde kaldırmış Türk kökenli bir kadın diyor ki, “Ben sınırları tanımıyorum ve para cezanızı da”. Sonra 60’larındaki mavi gözlü Arnavut geldi aklıma, halkının yediği sürgünün ardından doğmuş, “topraklarından” uzak büyümüş biri olarak sınırlar onun için ne ifade edebilirdi ki.

Ve yeşil gözlü Kürt kızı… Düşünüyorum bir an, koşmak istediği topraklar çitlerle sona eren çocukların hayalleri sonsuz olabilir mi, diye. Belki de o çitlerle sona eren oyun saatleriydi Kobane dağlarındaki kadınları özgürlüğe bu kadar tutkun eden. Evde, savaşta, tarlada neler çekmişlerdir ve çekiyorlardır Küt kadınları. Dağ ülkesinin kadınları yüzyılların belliğini parçalıyor ve yeniden doğuyorlar bedenlerinden. Gösteriyorlar özgürlüklerine ne kadar da düşkün olduklarını.

Dikenli tellerle gösterirler bir ülkenin bölünmez bütünlüğü denilen şeyin sınırlarının nerede bittiğini. Oysa bölemez o teller çocukların düşlerini, kadınların özgürlük sevdasını, halkların kardeşlik çağrısını. Ve tam da şimdi bitirmek üzereyken yazacaklarımı yazılması gerekenler daha da bir dayatıyor kendini. Çünkü görüyorum yaşanmışlıklar yakalansa da deklanşöre basıldığında, sığmayabiliyor fotoğraf karesine çitlerin olmadığı düşlerimiz…

Z. İnanç

 

 

 

 

 

Emekçi kadınlar olarak örgütlenmeli, mücadele etmeliyiz

 

Aslında çok sorulan bir soru, neden bir sendika? Bunun bir değil birden fazla nedenleri var. bugün geldiğimiz noktada sermayenin, işverenin ve sendika bürokrasisinin halkası içerisinde kalan bir işçi sınıfı, emekçiler söz konusu. Geçmişte yaşanan direnişlerin ardından kazanılan bazı haklar bile artık yok sayılabilecek düzeyde. Sermaye devleti çıkardığı yasalarla işverene hizmet ediyor. Bir de bunların kapısında köpekliğini yapan sendika bürokratları.

Biz Greif’te bunun birçok örneğini gerçekliğiyle yaşadık. 500’ü aşkın işçi bir Amerikan tekelini, bir fabrikayı işgal ediyor ve bunu en meşru haklarıyla yapıyor. Her yerde olduğu gibi Greif’te de kırıntı denecek ücretler söz konusu. Daha fazla emek sömürüsü ve taşeron - kadrolu işçi ayrımı var. İşte bu koşulda örgütlendik, sendikaya üye olduk ve haklarımızı talep ettik. 10 Şubat geldi çattı ve işgal gerçekleşti. Her şey işçilerin inisiyatifiyle kurulan fabrika komiteleri örgütlendi.

Artık herkes kendi oyununu oynamaya başladı. İşveren sendika ağalarıyla birlikte kendini kurtaracak saldırılar yapmaya başladı. İlk günden, direnişimizi bitirdiğimiz güne kadar yanımızda olmayan ve bununla kalmayarak direnişimiz boyunca bizleri karalamaya, bölüp parçalamaya uğraşan, fabrikaya yapılan polis baskının da bile parmağı olan bir sendikal bürokrasiyle karşı karşıyaydık. Tabi biz bunların olabileceğini de kestirebiliyorduk. Çünkü DİSK Tekstil için Greif ilk değil ve son da olmayacaktı. Bürokratlar tam bir ağa bir tüccar mantığıyla hareket ettiler.

Geçmişten bugünlere baktığımızda bir çok fabrikada grevler yaşandı. İşçiler ayağa kalktığında ise direnişleri kıran çoğunlukla sendika bürokratları oluyor. Bizler işçi sınıfı olarak sermayeye karşı, bu düzenin yasalarına karşı, emeğimizi sömürenlere karşı mücadele verirken en büyük ihaneti sendika bürokratlarından görüyoruz. Aslında sendikalar işçi sınıfının mevzileri değil midir? Oralar bizlere ait değil midir? Biz aslında hem işçilere hem de sendikacılara bunu hatırlattık. Biz Greif’te bunu öğrendik ve yaşadık. Sendikalar bizimdir ve bunu elde etmek bizim fiili-meşru mücadelemizden geçiyor.

Her yerde, her alanda örgütlenmeliyiz. Çünkü her koşulda ezilen, sömürülen, kölece çalışma koşullarına mahkum edilenleriz.

İşçi sınıfının bilinçlenmeye ve örgütlenmeye ihtiyacı var. Tekstil sektöründeki işçilerin daha düşük ücretlerde çalışması, bırakın sendikayı sosyal güvencesi bile olmayan işçilerin çalışması bizi bu konuda daha kararlı yaptı. Bilindiği gibi tekstil sektöründe kadın işçi sayısı hayli yüksek. Kadın işçiler zor koşullarda çalışıp iki kat fazla sömürüye maruz kalıyor fakat düşük ücret alıyor. Bu da yetmezmiş gibi hakaretlere ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Tam da bu nedenle emekçi kadınlar olarak örgütlenmeli ve insanca yaşam için mücadele etmeliyiz.

DEV TEKSTİL kurucularından Emel Özyön

 
§