Yapı yükseliyor
(…)
Destek verin dostlar Greif’de yangın var
Yöneticinin yaptığı her işte bir oyun var
Bu oyunun sonunda bizi ayırmak var
Ama bilmiyorlar ki işçi sınıfının yanında
Emekçi dostlar var (…)
Gecenin bir yarısı. Direnişin yorgunluğunda uykulu gözler dinleniyor. Günboyu süren ziyaretler ve slogan atmanın verdiği tatlı bir yorgunluk var bedenlerde. Herkes bir an önce sabah olsun, gün aydınlansın ve işgal fabrikası yeni ziyaretçilerini karşılaşın istiyor. Bambaşka bir heyecan, yüreklerde kazanmaya olan sonsuz inanç var. Kimileri ise düşünüyor. Düşündüklerini beyaz kağıda damlatıyor. Düşünceler bazen şiir olup mısra mısra sıralanıyor bazen bir öykü oluyor bazen de bir mektup. Türün adı şiir olmuş, hikaye olmuş çok önemli değil. Mühim olan anlatılanlar. Anlatılan Onlar’ın hikayesi çünkü.
Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli
her zaman sıcak,
ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak
ne herkes kahraman
…bu iş biraz zor çünkü..
Tartışma, iç demokrasi, kendi gücüne güvenerek hareket etmek cesaretlendiriyor. Sınırlar aşılıyor ve gizli yetenekler ortaya çıkıyor. Mücadele okulunda öğretmen-öğrenci ayrımı yapmanın imkanı yok. “Pazartesi ham demirdik. Gün geçtikçe çelik olduk. Şimdi ise tam bir zırhız!” derken cesur yüreklerden biri, direnişin yarattığı bilinç sıçramasını üç cümleyle özetliyor.
Gece yarısı. Fabrikada oluşturulan basın odasının kapısı açılıyor, soğuk bir anda odaya doluyor. İçeride uyuyan var mı yok mu, kabalık olur mu olmaz mı önemli değil. Mücadelenin sıcaklığı yerleşmiş algıları paramparça ediyor. Yorgun gözleri uyku tutmuyor. Bir odada, uykuya dalan diğerlerini rahatsız etmemek için bir sonraki günün yazısı cılız bir ışıkta hazırlanıyor. Günün harala gürelesinden çıkıp gecenin dinginliğinde sakin kafayla düşünülüyor. Direnişin başlangıç günüyle mücadelenin onuru birleşiyor. ‘Şubat’ın onu, işçinin onuruydu’ diyor bir şiir.
Bültenin ilk sayılarında çıkan yazılar başkalarının da gizli yeteneklerinin açığa çıkması için itici bir güç oluyor. Kalemlerden mücadelenin sıcaklığını, kararlılığını, haklılığını yansıtan kelimeler dökülüyor. Kağıt üzerindekiler uyku mahmurluğu atılarak temize geçiliyor. Şimdi gönül rahatlığıyla bir uyku çekilebilir. Sabah oluyor. Kendileri ‘için’den sınıfları için direnenlere dönüşen mezar kazıcıları kendi sesleri, solukları olan gazetenin yeni sayısının çıkmasını heyecanla bekliyorlar. İlk günler binbir güçlükle dışarıda bastırılan günlük gazete artık kendi teknikerlerinin üstün gayretiyle işgal fabrikasında basılıyor. Direniş kendi basınını yaratıyor. Bir gazete bürosu gibi hummalı bir çalışma var. Yüzlerce sayfa direnişin yaratıcıları için basılıyor. Sıcak sıcak büyük bir heyecan içerisinde işgal fabrikasına dağılıyor. Günün gelişmeleri, direnişle dayanışma kampanyalarından yansıyanlar ve sınıfın mücadele tarihinden kesitler bir çırpıda okunuyor.
Bir işçi, ‘Bu yazı Ahmet Abi’nin yazısı değil mi? Vay be gizli yetenekmiş bizimkisi ne güzel yazmış’ diyerek direniş arkadaşına beğenisini ifade ediyor. Öteki ‘Oğlum bu senin gazeten sen de yazarsan senin de yazın çıkar’ diyerek cesaret aşılıyor.
Bir başkası, direnişin yaratıcılığına şaşırıp kalıyor. ‘Ben yıllarca boşuna yaşamışım, bambaşka bir dünya varmış halbuki. Kabuklarımızda sıkışıp kalmışız. Otur demişler oturmuşuz, kalk demişler kalkmışız. Yaşam başka bir şeymiş’ diyor. Bir diğeri, ‘Ne yetenekler varmış aramızda. Demek ki insan bunları yapabiliyormuş’ diyerek farkına vardığı o sonsuz güvenini anlatıyor.
Üretmenin tadına varılmış bir kere. Direnişin yazarları çoğalıyor. Birlikte üreten, dünyayı birlikte var eden eller birlikte düşünmeye, birlikte yazmaya başlıyorlar. Yazılan şiirlerin altına imzalar hep birlikte atılıyor. Hak geçsin istemiyor hiçbiri.
‘Her şey onurlu bir gelecek için!’ diye yazılıyor bembeyaz bir mücadele sayfasına. Emeğine sahip çıkanlar, gazetenin niye çıkmadığını, niye geç kaldığının hesabını sormayı, takipçisi olmayı görev biliyorlar. Emeğe sahip çıkılıyor.
Seslerine yeni sesler, yeni soluklar ekleniyor. Hayatlarını şarkı dinleyerek tüketmeye son verenler şarkı söylemek için ileri çıkıyorlar.
Ne demişlerdi?
‘Tarih yaşadıklarımızı değil yaptıklarımızı yazacak’
“Ummak insanlığın en çok kullandığı olgudur. İstemeyeceksin, alacaksın, emeğin gücünü onlarmı bilir, sen mi?. Hak verilmez alınır. Ama bir olup şahsi menfaat ve egolardan arındın mı arkadaşını ezmeyi kandırmayı düşünmezsen istediğin hayat mücadele ile olur. İkram olmaz. Kendini bil emekçiysen işçiysen ne olduğunu bilmezsen kimse seni tanımaz köle gibi kullanır.”
bu iş biraz zor, zor ama
yapı yükseliyor, yükseliyor.
Macera sürüyor…
D. Umut
Demisaş işçisinin sabrı tükeniyor
Bilecik’te kurulu Demisaş fabrikasında grev yasağından sonra işçiler iki gün daha üretim yapmamış ardından da ücretli izin uygulamasına gidilmişti. Ücretli izin dönüşü ise patronla yapılacak görüşmeleri beklemek üzere işbaşı yapılmıştı. Ancak aradan geçen bunca zamana rağmen herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Dahası patron grev baskısından kurtulunca görüşmeleri de bir tarafa itti.
Ancak patron bunu yaparken işçilerin de sabrı tükeniyor. Patronun bu tutumu üzerine sendika yönetimi bu hafta sonu mesaisine gelmeme kararı aldı. Ama patronun geri adım atmaması halinde işçiler artık üretimin durdurulmasını istiyor, grev yasağına ve patronun aldatmalarına karşı şalteri indirmekte tereddüt etmeyeceklerini ifade ediyorlar.
İşçilerin basıncı sonucunda patron ve sendika arasında 18 Şubat'ta görüşme yapıldı ancak sonuç çıkmadı. Bu tablo karşısında işçiler gerekirse mücadele ateşini yeniden yakacaklarını ifade ediyorlar. |