20 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/07

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!
Devrimci bir bahar mücadelesi!
Özgecan’ın hesabını sormak için örgütlü mücadeleye!
İdam tartışmaları üzerine - B. Olgun
İşçi ve emekçiler vahşete karşı sokaktaydı!
Özgecan’ın kentinde büyüyen öfke!
Metal grevi ve reformist sol
“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”
Grev yasağı ve sonrası
Ezber bozan sınıf ve AKP’nin oyunları
Yapı yükseliyor
Yeni mücadele sahaları ve Bilecik
Yeni Yunan hükümeti ve parolası: "Ne itaat, ne çatışma"
Ukrayna: Hegemonya savaşının yeni sahnesi
Gerici Körfez rejimlerinin Yemen telaşı
Almanya'da metal işkolundaki uyarı grevleri ve işçileri bekleyen tehlike
"Etkinlikte işçiler güçlerini gördüler"
8 Mart'ta mücadele alanlarına!
Kapitalizmin kâr yasaları kadının köleliğinin sürmesidir
Ankara EKK'nın 8 Mart programı
Liselerde Özgecan fotoğraflarına engelleme!
"Burjuva gericiliği katiller yaratmaya devam ediyor..."
Eğitimde gericiliğe karşı okul boykotu!
Başkaldıran dizelerin işçisi - K.Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

"İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim!"

Başkaldıran dizelerin işçisi

K.Ehram

 

Silâh ve şarkı

Ben bütün karanlıkları bunlarla yendim

Doğacak çocuğumun kanında esen

Emekçi karımın dimdik bakışlarında

ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu

silâh ve şarkı

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Biz ki karımıza Kavel dedik. Ve Temmuz koyduk oğullarımızın adını, emek koyduk adını yavrumuzun. İşçi ellerin tadını, aydın gözlerin balını sevmeyi bildik. Temmuz gibi sıcak ve bereketli. Öfkede fırtına, sevgide deniz. Ve adı gibi korkusuz, uykusuz. Su gibi ilerlerken yangın ve işlerken kıtlık karanlığı, bizde bitmeyen kavga onda, bizden de proleter temmuz!

Maolar, Mevlanalar, Lenin'ler oldu çığlığımız hey bekleroğlu! Galileolar, Gagarinler… Proton'lar, Luna'lar uzayda. Yani şudur ki diyeceğimiz, taze bir kan gibi dolaştık yeryüzünde. Yeşili Çin’den, kırmızı Afrika’dan... Baltazar bayramlarına kanacak zaman değildi. Kırıkkolum, iğriboynum sağırkapım diye diye çağırdık karataşın ortasına bilcümle dilsizi: vaktidir direnmenin, vaktidir şimdi! Karataş ha çatladı ha çatlayacak…

Ay doğar bedir bedir, yel eser ılgıt ılgıt. Biz müzik dinler ağlardık, güller açar ağlar… Uyanınca kırlangıçsız sabaha, yalnızlığı ölüm gibi yaşardık. İnanmıştık güzelliğe, çirkinlikten kaçardık. İlkokulu zor ile okuduk, babamız bir fukara hademe o okulda. Parasız yatılı oldu ekmeğimizin yüksek tahsili.

Sivas yakın, Sivas uzak… Sivas’a gerek gitmek, gitmek gerek yol, yol gerek para. O halde ayağa gerek yürümek -altmış kilometre- fakat pabuç nerede? Sonu yok hayatta derdin ve mizahın. Çıkmıştık bir kere yol eylediğimiz Sırat’a, İnşaatta da çalıştık, kara kalem portresini de çizdik kahvehanelerde insanların. Abeceden geçirdik kıracın çekirgesini.

Lakin okulu okunmayan bir mesleğin erbabı olduk. Ve böylecek şair yaşadık. Böylecek şair öldük. Sanatımız, tabelalara boyadığımız, Elbistan’dan Nevşehir’e mahpusluk yattığımız ve taşı taşıdığımız oldu. İşçiliğimiz şiire kaldı. O vakit mesleği olmayan ömre bedel bir okulun öğrencisi olduk. Ve böylecek devrimci yaşadı şiirimiz. Devrimci olduğundandır ölmedi şiirimiz.

Haziran üç 1963, Haziran iki 1970… Nazım, Nazım Hikmet! Kemal, Orhan Kemal! Aynı sınıfın saflarında kalem tutanlar idik, işçisi olduğumuz şiirde ustanın çırağı olmayı bildik. Bildik de 1963'lerde yaşanılanları, 1976'lara ancak böyle dökebildik.[1] On üç yıl… İşte siz buradan sorun yüreğimizi. On yıllar öncesinden ölmesi zor Haziranlar’ı tarifleyebilmemizden sorun bilincimizi. Çünkü şiirimiz dünü, bugünü ve yarını birlikte kavrar. Çünkü şiirimizin maddesi tarih; sütü taş, toprak, yaprak, kuş ve gördüğümüz her şeydir bizim.[2]

Aç gözlü sömürgeciliğe karşı dağlarda silah atmayı sevdik, silah taşıdık gizli gizli, dünyanın bütün devrimlerine. Açlıktan, sefaletten, geri kalmışlıktan, sömürülmeden ve emperyalizmden şikâyet edilerek bunlar üzerinde kurulmuş olan düzenin değiştirilmesi özleminin ifade etmişiz[3] diye aldılar talebeleri, çaktılar dört yanımıza birer duvar. Kızılırmak akıyordu. Köprü çürüktü. Dalga taşı oya oya... Türküler çoğala çoğala... Öfkeler kızara kızara... Ve işte bezirgânlar gördüler yıldızlarının düştüğünü; pencereler açıla açıla, kapılar kırıla kırıla, Kızılırmak aka aka... Bir şeylerin hem bir arada hem ayrı olduğunu, bir şeylerin akıyor ve hep akıyor olduğunu, bir şeylerin Heraklit ve Baböf’ün anlattığı gibi olduğunu en iyi Kızılırmak’tan, Ağlasun’dan öğrendik. Şiirimiz hayat gibi, hayat nehir gibi akıyordu…

Sen de bir nehirsin ey yolcu. Senin de varmak istediğin bir yer var. Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak. Engeller nasıl aşılır, öğren nehirlerden. Yarı yolda yok olup gitmek değildir amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya, ey yolcu.

Katılmasak da sazlı sözlü günlerine, biz seni sevdik, dostlarımızı sevdik her zaman. Varsın bulsun sizi diye uçurduk merhabamızı güvercinlere.

“Geç mi kaldık? Yoo… Bu da bizim gerçeğimiz!”[4]

KAYNAKLAR:

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Acıyı Bal Eyledik (1973), Kızılırmak (1966), Ağlasun Ayşafağı(1972), Haziranda Ölmek Zor(1977), Acılara Tutunmak(1981), Kavel(1963).

1- Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Haziran’da Ölmek Zor” şiirine dipnot, 1977.

2- Azime Korkmazgil, “Hasan Hüseyin O Şiirleri Nasıl Yazdı?”, Yusuf Yavuz ile Röportaj ,Oda Tv, 23 Nisan 2012..

3- Yargıtay İlamı, 10 Eylül 1969. Akt. Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Köprüye Varınca Köprü Yıkıldı”, Ankara, 1971.

4- Hasan Hüseyin Korkmazgil, Azime Korkmazgil’e 3. Mektup, 7 Ağustos 1963. Akt. Soner Yalçın, “Şair Hasan Hüseyin ile Öğretmen Azime’nin Bitmemiş Aşk Hikáyesi”, Hürriyet , 7 Ekim 2007.

 
§