23 Ekim 2015
Sayı: KB 2015/40

Düzenin seçim oyununda son hafta
Sokağa, eyleme, direnişe!
Hep aynı eşgal!
Kriz mücadele dinamiklerini güçlendiriyor
Seçimler, HDP ve sol hareket
Devrim mi reform mu?
İşçi sınıfı “anda yaşayan geçmiş”in tortularını sırtından atmalıdır!
Genel kurulda eleştiriye tahammülsüzlük
Birleşik Metal-İş Gebze Şubesi Genel Kurulu
Gürmak Amortisör'de direniş ve kıyım
B/S/H işçilerinden adliye önünde eylem
Ereğli OSB’de ‘infial’ yaşanıyor
Yeni dönem, devrimci sınıf hareketi ve devrimci parti
Dünyadan eylemler
Avrupa DGB 1. Genel Kurulu gerçekleştirildi
DGB Türkiye Meclisi Ankara’da toplandı
Sandıklar değil, çare SİZsiniz!
Siyasal tablo üzerine söyleşiler
Ankara Katliamı’nda yitirilenler uğurlandı
Ankara’da katledilenler anıldı
Sosyal-şovenizmin günümüzdeki adı - D. Yusuf
Hapishaneler ve devrimci mücadele
Hapishaneler’de hasta tutsaklar katlediliyor!
"Kanlı Pazar"dan Kanlı Cumartesi’ye...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cumhuriyetin kazanımlarını savunma programı’

Sosyal-şovenizmin
günümüzdeki adı

D. Yusuf

 

Cumhuriyetin kazanımlarını kendi içinde bir program haline getirip savunmak, 1920’lerden bugüne kalan bir kalıptır. Her dönem yeni bir yoruma tabi tutulmaya çalışılmışsa da özü hiç ama hiç değişmemiştir.

1920’lerde bu programı en tam ve kendi içinde en tutarlı biçimde, Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP savunmuştur. Şefik Hüsnü TKP’sinin bu programı oluştururkenki hareket noktaları özetle şöyledir: Kemalistlerin, daha başka bir ifade ile, Türk milli burjuvazisinin damgasını vurduğu Kurtuluş Savaşı tartışmasız olarak tarihsel ve siyasal açıdan o dönem ilerici bir niteliğe sahiptir. Zira, teokratik Osmanlı devletini yıkmış, hilafeti lağvetmiş, cumhuriyeti kurmuştur. Dahası, tarikatları yasaklamış, tekke ve zaviyeleri kapatmış, dine hatırı sayılır darbeler vurmuştur. Bunu zaman içinde üst yapıda başvurulan, "harf devrimi", “kılık kıyafet değişikliği " gibi kimi uygulamalar tamalamıştır. Yine onlara göre, tarihsel ve siyasal bu ilerlemelerin yanı sıra, burjuva devrim feodalizmin simgelerinden aşarı kaldırarak yerine modern vergi sistemine geçişi sağlamıştır... Dolayısıyla, bu adımlar burjuva devrime sosyal bir mahiyet de kazandırmıştır.

Şefik Hüsnü ve arkadaşlarına göre tüm bunlar burjuva devrime ve ona önderlik yapan Kemalistlere iyiden iyiye ilerici ve hatta devrimci bir nitelik kazandırmaktadır. Tüm bunların toplamı üzerinden, Kemalizm devrimcidir, devrimciliktir sonucuna varılmıştır.

1920’lerden '60’lı yıllara devredilen
sosyal-şoven gelenek

Daha baştan belirtelim ki, bu tahlil ve tesbitlerin özellikle Kürt sorunu konusundaki politik ve pratik sonuçları oldukça vahimdir. Şöyle ki, Burjuva devrim tartışmasız biçimde ilerici ve hatta devrimci ilan edilince, bunun en somut kazanımları, en başta da cumhuriyetin savunulması, TKP için en önemli bir görev ve sorumluluk haline gelmiştir.

Şefik Hüsnü’lere göre, mademki burjuva devrim tarihsel, siyasal ve hatta sosyal alanda ilerici bir nitelik taşıyor, o halde günün koşullarında yapılması gereken, devrimin daha da ilerlemesi için Kemalistlere ve Kemalist iktidara yardım etmektir. Ona, devrimi daha da ilerletmesi için soldan baskı uygulamaktır. Açıkçası TKP’ye deyim uygunsa bir aşırı muhalefet partisi rolü biçilmiştir. Tez bu olunca, haliyle buna uygun vahim bir pratik ortaya konuyor.

Özetle, Kemalist iktidara muhalif her hareket, özellikle de dönemin Kürt ulusal hareketleri, ulusal ve demokratik bir yön taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, ama sadece bu hareketlerin başında yürüyenlerin feodal-burjuva ögeler olduğuna hükmediliyor, başlarındaki sarığa, şeyh ya da ağa oluşuna bakılarak peşinen çağdışı, gerici ve emperyalizmin kışkırtması hareketler olarak damgalanıyor ve mahkum ediliyor. Bununla da kalınmıyor, bu hareketlerin ezilmesi savunuluyor.

Bu mantıkla hareket edilince, ezen ulus ezilen ulus ayrımı, ezen ulusun hareketi ile ezilen ulusun hareketi arasında hiçbir ayrım yapılmıyor. Ezilen ulus olarak Kürt ulusunun o dönemde patlak veren isyanlarının, ulusal hareketlerin az ya da çok demokratik ve ulusal bir yan taşıyıp taşımadığına bakılmıyor. Dolayısıyla, 1925 Şeyh Sait İsyanı cumhuriyet rejimine karşı şeriatı geri getirmekle ve bu amaçla İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yapmakla suçlanırken, 1932-34 Ağrı-Zilan ve özellikle 1938 Dersim kalkışmaları ise birer Şaki, yani eşkiya hareketi olarak damgalanıyor. Büyük bir utançla TKP’nin o zamanki yayın organı olan Orak/Çekiç dergisinde "Eşkiyalara karşı halk hükümetledir!" minvalinde yazılar yazılıyor.

Türk milli burjuvazisinin önderliğindeki burjuva devrimin, tüm güdüklüğüne karşın tarihsel ve siyasal bakımdan ilerici bir niteliğe sahip olduğu doğrudur. Lenin ve Bolşevikler tam da, Kemalistlerle İngiliz emperyalizmi arasındaki çelişkilerinden yararlanmak amacı yanında, bir de bu niteliğini gözeterek Kemalistleri desteklemişlerdir. Keza Stalin, bu devrimi bir üst tabaka devrimi olarak nitelemekte, bu çerçevede güdüklüğüne, eşdeyişle yarımlığına gayet açık bir biçimde işaret etmektedir. Ve dahası, onun daha başından bir işçi-köylü devrimine karşı iyiden iyiye anti-demokratik bir hareket olduğu da belirtilmektedir.

Dahası var: Özellikle Lenin her daim ezen ulusla ezilen ulus, ezen ulus hareketi ile ezilen ulus hareketi arasında kesin olarak ayrım yapmaya büyük özen göstermiştir. Ezilen ulus hareketinin çoğu zaman ulusal ve demokratik bir yan taşıdığını ileri sürmüş, ezen ulusa karşı bunu tercih etmiş ve bu yanından dolayı ezilen ulus hareketini desteklemiştir. Bu ayrımı gözetmeyenleri, bunu gözetmeyip toptancı biçimde ezilen ulus hareketlerini mahkum edip, ezen ulusun zulmünü meşru görenleri sert biçimde suçlamış, onları tastamam sosyal-şovenler olarak mahkum etmiştir.

Demek oluyor ki, Şefik Hüsnü’lerin ve onun liderliğindeki TKP’nin, kimi gerçeklerden hareketle, ezen ve ezilen ulus ayrımı yapmaksızın, bu hareketlerin başındakilerin sınıfsal niteliğine ve taktığı sarığa bakarak, sözgelimi o günün koşullarında Kürt ulusal hareketine önderlik yapacak gerçekten başka güçlerin var olup olup olmadığına bakmaksızın, Kürt ulusal hareketini toptan ve cepheden emperyalizmle işbirliği halindeki gerici hareketler olarak nitelemesi, bu yaklaşımına uygun olarak Kemalist iktidarın bu hareketleri ezmesini savunması tartışmasız olarak sosyal-şoven bir tutumdur.

Kemalistlerin Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sırasında Kürtlere kurtuluştan sonra özerklik sözü verdikleri de kesin bir gerçektir. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde Kürt ulusunun ve onun adına da Şeyh Sait ya da Seyit Rıza’nın bunu hatırlatıp gereğinin yapılmasını istemesinden daha doğal ne olabilir ki? Kürtler bu tarihte gerçekten de bunu beklemişler, istemişler, ama hiç bir karşılık bulamamışlardır. Kürtler tümüyle haklı ve meşru bu istemleri için harekete geçince ise, aralıksız biçimde kırılmışlar, katliamlara uğratılmışlardır. Gerçek tam olarak budur. Dönemin TKP’si bu gerçekleri bilmiyor olamaz.

Şefik Hüsnü ve TKP’nin savunduğu bu görüşler, en çok da Kürt sorununa yaklaşımı Kemlizmin sol içindeki kendisine genişçe yer bulan görüşlerdir. Bu dönem patlak veren Kürt ulusal hareketlerini cumhuriyetin kazanımlarını yok etme amaçlı emperyalizmle işbirliği içinde şeriatçı ya da gerici hareketler olarak ilan etmesi bunun somut bir örneğidir. İleri sürülen gerekçeler tümüyle asılsızdır ve sosyal-şoven tutumun örtüsünden başka bir anlam da ifade etmemektedir.

Dönemin TKP’si Kürt sorunu konusunda inkardan gelinmez biçimde sosyal-şoven bir gelenek yaratmıştır. Bu gelenek yıllarca Türkiye sol hareketine egemen olmuştur. '60’lı yıllarda Kemalizm günün koşullarında, başta Doğan Avcıoğlu’nun önderliğindeki YÖN hareketi olmak üzere, MDD, Doğu Perinçek liderliğindeki PDA-Aydınlık çevresi tarafından bir yeniden yoruma tabi tutulmuş, farklı düzeylerde de olsa tümü tarafından savunulmuştur. Türk burjuva devrimi ve kazanımlarının, bunun en somut karşılığı olan burjuva cumhuriyetin en ateşli savunucuları ise Doğu Perinçek ve Aydınlık çevresidir. Perinçek ve Aydınlık takımı kendilerini Şefik Hüsnü’nün devamı saymakta ve her konuda onunla aynı düşünmektedir. Doğal olarak Şefik Hüsnü ve TKP’sinin Kürt ulusal hareketleri konusundaki politika ve pratiklerini de savunup, onaylamaktadırlar.

Sol hareket egemen olan bu gelenek ancak '60’lı yılların sonunda ve esas olarak da '71 devrimci hareketi ile, en ileri düzeyde de İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm ve Kürt ulusal sorunu başlıklı tezleri ile aşılabilmiştir.

"Cumhuriyetin kazanımlarını savunma programı" günümüzde tümüyle ütopik ve gerici bir programdır. "Cumhuriyetin kazanımlarını savunmak" olarak özetlenen bu çizgi bugün de varlığını korumaktadır. Aradan yıllar geçmiş, burjuva cumhuriyet kapitalist gelişmenin değişen koşulları içinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara bağlı olarak düzenli ve mantıklı bir evrimden geçmiştir. Örneğin bugün, '20’li yıllarda emperyalist işgale karşı mücadele içinde gelişen son derece güdük anti-emperyalizminden eser yoktur. Daha savaş bitmeden başlayan emperyalist devletlerle izdivaç girişimleri, sonrasında emperyalizmin sadık uşaklığına, günümüzde ise ABD’nin bölgedeki tetikçiliğine dönüşmüş bulunuyor. Keza, '20’lerde sınırlı da olsa dine karşı alınan tutumdan da hiç bir eser yok. Dine karşı sınırlı bir tavır alınmış, ama Diyanet İşleri var olmaya devam etmiştir. Sonrası biliniyor. Din önce İnönü’nün tek parti döneminde, ardından DP iktidarı koşullarında yeniden sosyal sınıf hareketlerine, ilerici ve devrimci çıkışlara karşı bir dalgakıran olarak öne sürülmüştür. '60’lı yıllarda ise, ABD’nin telkini ile çok daha özel bir rol biçilmiştir. 12 Eylül dönemi ile birlikte din adeta zirve yapmıştır. Toplumsal alana dek her yerde etkin bir konum kazanmıştır. Şimdi ise dinci-gerici bir parti iktidarı Türkiye’yi yönetmektedir.

20’lerin burjuva cumhuriyeti gelinen yerde çürüyen bir cumhuriyete dönüşmüştür. Burjuva cumhuriyet hiçbir dönem gerçekten laik değildi, ama, olduğu kadarı da zaman içinde, özellikle de AKP iktidarı döneminde adeta buharlaştı. “Milli ordu" çoktandır yok. NATO macerasından itibaren o bir NATO gücü haline gelmiş olup, göbekten ABD’ye bağlıdır. Üst yapıda o dönem yapılan değişiklikler de, örneğin kılık kıyafet ve eğitim alanındaki ilerlemeler de budanmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir güç haline gelmiştir. Bir fetva kurumudur artık. O kadar ki, siyasal alana müdahale edebilmektedir. Bunların tümü birden burjuvazinin moral iflasını anlatmaktadır. Ve dahası da, burjuva cumhuriyetin vardığı yeri işaretlemektedir.

Düzen solu CHP’den Perinçek’in Vatan Partisi’ne, çeşitli kanatlarıyla Birleşik Hazirancılara, KP’sine ve Halkevlerine kadar geniş bir çevrenin, yaşadığı evrime aldırmaksızın ulusal cumhuriyeti ve olduğu kadarıyla kazanımlarını ya da kırıntılarını hem de bir program düzeyinde savunmak üzere adeta ayağa kalkmaları boşuna değildir. Zira tüm bu gerekçelere ve geleneğe dayanıyorlar. Bunun için Cumhuriyet mitingleri düzenliyorlar. AKP karşıtlıkları bile bu gerekçelere dayanmaktadır.

Değişmeyen şey ise, bir kez daha Kürt sorunu ve hareketine yaklaşımdır. Kürt hareketi yine Cumhuriyeti tehdit eden birinci tehlike olarak görülmektedir. KP gibileri ince bir biçimde sosyal-şoven bir çizgide ilerlemektedir. Perinçek ve Vatan Partisi güruhu ise karşı-devrimci bir saldırganlık içindedir ve Kürt ulusal hareketini tıpkı mirasçısı olduğu Şefik Hüsnü’ler gibi emperyalizmin işbirlikçisi kara güçler olarak nitelemektedir. Neredeyse her konuya yaklaşımını bu sosyal-şoven tutum belirlemektedir. Kürt halk düşmanlığında MHP’yi sollamakta, ırkçı-şovenizmin günümüzdeki öncüsü AKP ile yarışmaktadır. O kadar ki, Kürt halk düşmanlığı onu daha düne kadar karşısına aldığı AKP ile müttefik yapmıştır. Bu aşağılık Kürt düşmanı çevre yakında AKP’yi anti-ABD’ci, dolayısıyla da anti-emperyalist ilan edebilir. Şüphesiz ki bu, savunmakta olduğu burjuva cumhuriyetten geriye çok az şey bırakan dinci-gerici AKP karşısındaki iflaslarının itirafıdır. En çok da bu gerici güruhun cumhuriyetin kazanımları dedikleri çizgide dahi duramadıklarını, bu konuda hiç ama hiç samimi olmadıklarını anlatmaktadır. Vatan Partisi, KP’si, CHP’si ile Kürt sorunu karşısında iyiden iyiye sosyal-şoven bir duruş içinde olan tüm çevreler bir gün “vatanı böldürtmemek" adına Kürt özgürlük mücadelesine karşı sürdürülen kanlı ve kirli savaşı "vatan savunması" olarak niteleyebilirler. Bu da hiç şaşırtıcı olmaz.

Sonuç olarak, dün bir parça anlaşılır yanları vardı, ama, bugün, çürüyen bir cumhuriyet gerçeğine rağmen bu cumhuriyetin kazımlarını savunmak artık tastamam gerici bir ütopyadır. Burjuva cumhuriyeti diriltmek yönlü bu çabalar boşunadır. Bu cumhuriyet dirilmez, bu cumhuriyet çoktandır aşılmayı, daha açık bir ifade ile yıkılmayı beklemektedir.

"Ulusal cumhuriyet programı" işçi sınıfının programı olamaz. Çok özet olarak, "Tükendiği ve dolayısıyla aşılmayı beklediği bir aşamada onu yeniden diriltmeye çalışmak, gerici bir ütopyadır. Çürüme süreci içinde tükenen burjuva cumhuriyetinin gerçek altyernatifi sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetidir. Olduğu kadarıyla burjuva cumhuriyetinin kuruluşu sürecinden gelen kazanımları yaşatmanın ve geleceğe taşımanın da bundan başka yolu yoktur" (TKİP IV. Kongresi Bildirisi)

Cumhuriyetin kazanımlarını savunmak programı, sosyal şovenizmin günümüzdeki yeni adresidir. Komünistler dün olduğu gibi günümüzde de sosyal-şovenizme karşı kesintisiz olarak mücadeleye devam edeceklerdir.

 

 

 

 

Küçük Armutlu’da infaz girişimi

 

Halk Cephesi’ne yönelik 18 Ekim sabahı İstanbul 1 Mayıs Mahallesi ve Küçük Armutlu Mahallesi’nde gerçekleştirilen ev baskınları sırasında Dilek Doğan polisler tarafından vuruldu.

Her iki mahallede de gerçekleştirilen ev baskınları sırasında çok sayıda kişinin gözaltına alındığı, 25 yaşındaki Dilek Doğan’ın ise ailesinin evine yapılan baskın sırasında polisler tarafından vurulduğu belirtildi. Ayrıca polislerin Doğan’ın elbiselerini kaçırarak delilleri karartmak istediği belirtildi.

Konuya ilişkin açıklama yapan Halkın Hukuk Bürosu “Dilek Doğan’ı ailesi ile birlikte oturduğu evde katletmeye çalışan polis ‘çatışma’ çıktı yalanını servis etti” diyerek polisin suçlarını örtmeye çalıştığına dikkat çekti. Doğan yaralı olarak Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Bir anda kızımı vurdular”

Dilek Doğan’ın ağabeyi Emrah Doğan gazetecilere verdiği demeçte operasyon başladığı sırada kapı önünde oturduklarını ve polisin önce tartakladığını, ardından ise silahıyla ateş ettiğini belirtti. Polisten şikayetçi olacaklarını söyleyen Emrah Doğan, ambulansın geç ulaştığını da sözlerine ekledi.

Baba Metin Doğan da verdiği bir demeçte baskın sırasında yaşananları anlatarak “Evimize 4 polis ayakkabılarıyla girdi. Kızımı vuran polise ‘galoş giyin’ dedik. Onlar da ‘giymeyiz’ dediler. Sonra silahı bize doğrulttu. Bir anda kızımı vurdular. Kızımı öldü zannettim. Polisler panikleyip dışarı kaçmaya başladılar. Evde kesinlikle bir çatışma olmadı. Kızımız vurulduktan sonra polislerle itiş kakış yaşadık” ifadelerini kullandı.

Akşam saatlerinde operasyonu protesto için toplanma çağrısı yapılan Armutlu Cemevi’ne de polis baskın düzenleyerek gösteri yapılmasına izin vermedi. Özel harekât polislerinin gün boyu mahallede terör estirdiğini söyleyen Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Günay Dağ, “İnsanları tedirgin etmek için polisler, ellerinde silahlarla, akreplerle gezmişler. İnsanları taciz etmişler. ‘Evlerinize girin, sokağa çıkmayın’ demişler” dedi.


 
§