Savaş ekonomisi emekçileri vuruyor
Suriye’de patlak veren ve halen devam etmekte olan kirli savaşın yükü emekçilere ödetilmek isteniyor. Geçtiğimiz Kasım ayında yapılan genel seçimlerle birlikte ezici bir çoğunlukla iktidara gelen AKP hükümeti, yeni döneme ilişkin hükümet programını geçtiğimiz günlerde açıkladı. Devlet, bütçe yatırımlarının silahlanma ve askeri saldırıların devam etmesi yönünde kullanılacağını ilan etti. Bunun yanı sıra, toplumda giderek büyüyen hoşnutsuzluğu bir nebze yatıştırmak için demagojik söylemlere sarılmayı da ihmal etmedi. Asgari ücrete yapılan 1300 TL’lik zam bunun en somut örneği oldu.
Ancak asgari ücret zammı henüz emekçilere yansıtılmamışken, devlet tarafından doğalgaza, elektriğe, ekmeğe, sigara vb. şeylere yapılan zamlar, sessiz sedasız uygulanmaya başlandı. Yani asgari ücret zammının işçi sınıfında yarattığı heyecan, zamların etkisiyle sönümlenmeye başladı. Doğaldır ki ekonomi ve istikrarın işlevinin korunmasını sadece zamlarla savunmaya çalışanlar, savaş ekonomisinin de savunucusudurlar.
Savaş ekonomisi sermaye birikiminin korunması ve emekçiler üzerinde katmerli sömürünün arttırılması için oluşturulan baskı ekonomisidir. Bugün güncel planda uygulanan savaş ekonomisi, Suriye’deki emperyalist savaşın yarattığı silah harcamaları ve AKP iktidarının bu savaşta beslediği cihatçı çetelere yaptığı yardımların faturalandırılmasının adıdır. Diğer taraftan ise gerici iktidar, bu savaşın yarattığı hoşnutsuzluğu, yoksulluğun ve işsizliğin yarattığı tepkiyi, dinsel ve etnik kimlik üzerinden gölgelemeye çalışmaktadır.
Savaşın toplumlar üzerinde yoksulluk, zulüm ve baskıdan başka bir şey getirmeyeceğini, bugün Kürdistan’da sürdürülen kirli savaştan da görmek mümkündür. Bölgesel mahiyette Kürt halkının kendi kaderini çizmeye ve geleceğini örmeye başladığı bir dönemde, faşist iktidar “çözüm masası“nın devrildiğini ilan ederek Kürt illerine toplar ve tanklarla saldırıya geçmiştir. Bu saldırısını ise “hendekler ve terörü destekleyenleri kökünden temizleyeceğiz” söylemiyle beslemektedir.
Bugün sermaye devleti işçi ve emekçilerden “terörle mücadelede istikrar” söylemi ile, savaş ve saldırganlık politikalarını desteklemelerini istemektedir. Kirli savaşın yarattığı ekonomik bilanço, yoksul halklara ödetilmeye çalışılmaktadır.
İşte tüm bu yalan ve demagojilere karşı, düzeni ayakta tutan savaş ekonomisine, savaş düzeninin yarattığı, yoksulluk ve zulme karşı, kendi sınıfsal taleplerimizle ayağa kalkmalıyız. İnsanca yaşanacak bir düzen için, insanca yaşamaya yetecek ücret için mücadeleye girişmeliyiz. Savaşın yarattığı yükü kapitalistlere ödetmek için okulda, fabrikada, tarlada ve sokakta kendi taleplerimizi haykırmalıyız. Bu sömürü düzenine karşı, emeğin düzenini kendi ellerimizle inşa edebilmek için mücadeleye atılmalıyız.
Bir kamu emekçisi
Kirli savaşa karşı çıkan kamu emekçileri hedefte
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), Kürdistan’daki çatışmaları protesto eden öğretmenler hakkında bilgi ve belge toplamaya başladığı ortaya çıktı. Hazırlanan genelgede, bilgi ve belgelerin ulaştırılması istenen birim İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın kardeşi Atıf Ala’nın yönettiği Teftiş Kurulu Başkanlığı.
Bilgi ve belge toplama süreci, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 6 Ocak’ta “Üniversiteler, okullar, hastaneler başta olmak üzere, kamu kurumları içinde görev yapanlardan terör örgütünün yanında yer alanların süratle ayıklanmasına ihtiyaç vardır” ifadelerini içeren talimatından sonra hızlandı.
MEB, çatışmalı bölgedeki öğretmenler ile ilgili harekete geçti. 2015 yılı sonunda tüm illere gönderilen genelgede, “Son zamanlarda bazı sendika ve konfederasyonların güvenlik güçlerimizin terörle mücadelesini bahane ederek boykot ve görevleri yapmama şeklinde eylem kararı almaları eğitim çağındaki bireylerin eğitim alma hakkının engellenmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır” açıklaması yapıldı. Boykot kararının “sendikal hakların kullanımını aştığı” belirtilen genelgede, öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencileri ve velileri boykot etmeleri yönünde teşvik eden kamu görevlilerinin belirlenmesi istendi.
Kapitalist sömürü sisteminin sınıf içerisindeki yoz kültürü
Bugün düşük ücretler, ağır çalışma koşulları bir taraftan biz işçileri çözüm arayışına iterken bir taraftan da örgütsüz olmamız nedeniyle kötü alışkanlıklara sürüklüyor.
Tuzla Deri Organize Sanayi’de, çalıştığım fabrikada kullandığımız dolapların kilitlerinin arkadaşlarımız, kendi sınıfımızın insanları tarafından kırılması, eşyaların ve paraların çalınması bunun açık bir ifadesidir. Ama sınıf kardeşlerimiz her gün alınterimizi çalan patronun kasalarına yönelmiyor. Sadece patronu zengin etmeye yarayan çalışmanın ve bizlerin çalışmasına rağmen aç kalmamızın nedenleri düşünülmüyor. Ama patronlar en ince ayrıntılarına kadar düşünüyorlar. Bizleri aç bıraktıkları ve hırsızlık yapmaya zorladıkları yetmiyormuş gibi tüm bunları bir fırsata dönüştürmeyi de çok iyi beceriyorlar.
Anlamışsınızdır diye düşünüyorum, patron soyunma odaları dahil fabrikanın her köşesine kameralar taktırarak bu tür “hırsızlık” olaylarının önüne geçebileceklerini ifade etti. Çalışma koşullarının ve ücretlerinin düzeltilmesi değil, patron için mesele kameralar takarak bizlerin üzerindeki baskıları daha da arttırmaktı ve bunları yapıyorlar.
Patronlar istiyor, düşünüyor, planlıyor ve yapıyor. Ya biz işçiler? Bizim payımız düzenin yoz kültürü olan hırsızlık yaparak günümüzü kurtarmak olmamalı. Her şey bizim ama hiçbir şeyimiz yok! Patronların ise hiçbir iş yaptığı yok ama bizlerin sayesinde her şeye sahipler.
Tüm bunları dert edinmek lazım ve çözmek için bugün patrona yarayan ellerimizi, birbirimize uzatmamız lazım arkadaşlar...
Tuzla Deri Organize'den bir işçi |