3 Mart 2017
Sayı: KB 2017/09

Devrimci baharın coşkusu ile dinci-faşist rejimi geri püskürteceğiz!
Karanlıklar düzeni aydınlığa saldırıyor
Referandum ve işçi sınıfı
Aldatmaca ve oyalamanın yeni adı: OHAL Komisyonu
İdam tartışmaları eşliğinde sandık hesabı
Dinci-gerici AKP iktidarı emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin ortak eseridir
Mesut Barzani Türkiye’de ne arıyor?
Ajitasyon-propaganda faaliyetimizi güçlendirelim!
Devrimci sınıf mücadelesinde sendikalar
Çifte sömürüye, baskıya, gericiliğe HAYIR!
8 Mart’ta ücretli izin ve resmi tatil istiyoruz!
Çocuk bakımı toplumsallaşmalı, ücretsiz-nitelikli kreşler açılmalıdır!
Regl izni istiyoruz!
MİB MYK Mart ayı toplantısı sonuç bildirgesi
Ankara İşçi Meclisi Bahar Buluşması sonuç deklarasyonu
Dinci faşist diktaya HAYIR! Düzene karşı devrim!
ABD-AB ilişkilerinde yeni dönem ve çatışan çıkarlar!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Aldatmaca ve oyalamanın yeni adı: OHAL Komisyonu

 

15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL ilan ederek kendi darbesini yürürlüğe koyan AKP iktidarı peş peşe çıkardığı KHK’lar ile ülkeyi kendisi için dikensiz gül bahçesine çevrimeye çalışıyor. 7 ay içerisinde çıkarılan KHK’lar ile devrimci, demokrat, ilerici kesimler kamudan ve akademiden açığa alındı veya ihraç edildi.

Elbette toplumsal muhalefete dönük saldırılar hem tekil direnişlerle hem de İstanbul’da olduğu gibi KESK bünyesinde kamu emekçilerinin başlattığı oturma eylemleri ile karşılandı. Bu eylem ve direnişler henüz saldırıları geri püskürtecek güçte olmasalar da karanlığa boğulmak istenen topluma umut oldu.

Direniş eğilimini baltalama çabası: OHAL komisyonu

Sermaye devleti ihraçlar karşısında başlayan direnişlere dönük de pervasızca saldırıyor. Direniş mevzilerinde hemen her gün estirdiği polis terörü estiriyor. Bu yolla hem direnişleri bastırmayı umuyor hem de yüzünü direnişe dönenlere göz dağı veriliyor. Ama nafile, zira zulüm arttıkça direniş iradesi de güçleniyor. İşte bu sebeple zor ve baskı araçlarının yanı sıra aldatmaca ve oyalama politikalarını devreye sokuyor. İşte OHAL Komisyonu tam da bu misyonla kuruldu.

Yine bir KHK ile kurulan OHAL Komisyonu ile amaçlan şey, emekçileri direnme çizgisinden uzaklaştırarak “hukuki yollara” yönlendirmek. Öyle ya, ihraç edilen emekçilerin artık baş vuracağı bir komisyon bulunuyor, Binali Yıldırım’ın deyimiyle ‘İtirazı olan komisyona başvursun’ denilerek direniş iradesi zayıflatılmak isteniyor.

Söz konusu komisyonun ne amaçla kurulduğunu anlamak için bileşimine bakmak yeterli olacaktır. Oluşturulan yedi üyeli komisyonun beş üyesi bizzat başbakan ve bakanlar tarafından, yani siyasal iktidarın kendisi tarafından atandı. Diğer iki üyesi ise siyasal iktidar karşısında düğmesiz cüppelerini iliklemeye çalışan HSYK tarafından belirlendi. Bu yedi üyeli komisyona 10 bini bulan itiraz başvurularını sadece dosya üzerinden inceleme yetkisi verildi ve iki yıl çalışma süresi biçildi. OHAL komisyonunun oluşturulma biçimi, üyelerinin bileşimi ve çalışma yöntemi dikkate alındığında, her açıdan kamu emekçilerini aldatma ve oyalamaya dönük bir taktik olduğu rahatlıkla görülecektir.

Aldatmacalara kanmadan direnişi büyütmeye!

Kamu emekçileri arasında OHAL Komisyonu’na ilişkin dillendirilen ‘Komisyonun çalışma süresinin uzatılması’, ‘Komisyonun misyonuna uygun çalıştırılması’ gibi talepler siyasal iktidarın kamu emekçilerinin dikkatini direniş alanlarından kendi yarattığı suni yollara çekme amacına fiilen hizmet etmektedir. Bu nedenle direniş eğilimini baltalama amacıyla oluşturulan OHAL Komisyonu’ndan kamu emekçileri ‘adalet’ beklememelidir.

AKP iktidarının oyalama taktiklerine karşı direniş alanlarında yükselen ‘işimi geri istiyorum’ ve ‘KHK’lar gidecek, biz kalacağız’ şiarları daha güçlü haykırılmalıdır. Zira direnişleri güçlendirmek ve yaygılaştırmak bugün OHAL komisyonu gibi aldatmacalara ve referandum sonrasında daha da pervasızlaşacak olan saldırılara verilecek en iyi cevap olacaktır.

 

 

 

 

Sermaye devletinin “işkence” işleri bakanı: Süleyman Soylu

 

Sezgin Tanrıkulu sosyal medya hesabından, Nusaybin Xeraba Bave köyünde Abdi Aykut’a yapılan işkenceyi hükümete sordu. Hükümetten, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ilk önce Tanrıkulu’nu tehdit etti. Ardından yapılan işkenceyi şu sözlerle açıkça savundu.

O yaşlı dediğiniz adam teröre ev sahipliği yapıyor. O köyde güvenlik güçlerimiz var. Köyün altını tamamen sığınağa çevirmişler. Belli ki bir hazırlığın içerisindeler. Orada çatışma hala daha sürüyor. Köyde bombaların, el yapımı patlayıcıların, kalaşnikofların ve bu tür hazırlıkların ne işi var? Orayı üs haline getirdiler. Bunlar olurken, çıkıp muhalefet partisinin birkaç milletvekili bana soru soruyor. Bana ne soruyorsun, git Kandil’e sor, git Karayılan’a sor da sana anlatsın ne olduğunu.”

Soylu bu sözleriyle yalnız işkenceyi savunmuyor, aynı zamanda yargının işini de üstleniyor. Hem de kendi hukuklarını bile hiçe sayarak. Zira işkence burjuva hukukuna göre yasak(?). Soylu bu insanlık dışı suçu savunuyor.

İşkenceyi savunan Soylu referandum sonrası iç savaş tehdidiyle gündemde

Yaklaşık iki hafta önce Soma gençlik kolları toplantısında AKP İl Başkan Yardımcısı Ozan Erdem, “Bu referandum oylamasında yüzde elliyi geçemezsek iç savaşa hazır olun” demişti. Bu sözler karşısında oluşan tepki Erdem’i istifa etmek zorunda bıraktı.

Süleyman Soylu da bu kez “iç savaş” sözünü doğrudan kullanmadan Erzurum’da benzer tehditler savurdu. “Şu referandum bitsin bak neler olacak. Bu referandumun en önemli kararı millet ne derse o olacak, millet ne istiyorsa, o olacak, millet ne karar veriyorsa o olacak. Karayazı’da 7 Haziran’da nasıl oy kullanıldığını ben biliyorum. Hadi şimdi kullandırsınlar, milleti tehdit etsinler de görelim.”

Soylu’nun bu sözleri referandum öncesi Kürdistan’da uygulayacakları baskının da ip uçlarını veriyor. Güya HDP 7 Haziran öncesinde millet üzerinde baskı kurarak oy almış. Kuşkusuz Soylu da söylediği yalana inanmıyor. Kimsenin inanmadığını da biliyor.

“İç savaş çıkacak” çığırtkanlığını AKP yapsa da, böyle bir şeyi yaşama geçirmek tek başına AKP’nin tasarrufunda değil. AKP bu türden söylemler üzerinden “evet” manipülasyonu yapıyor. Ama asıl olarak emekçi sınıfları kendi içinde bölmeye ve kutuplaştırmaya çalışıyorlar. Zira sınıfın kendi içinde bölünüp, kutuplaşması kesinlikle sermayenin çıkarına bir durum.

Mehmet Ağar’ın “gölgesi” Süleyman Soylu

2009 yılında kısa bir süre Demokrat Parti’nin Genel Başkanlığı’nı yapan Süleyman Soylu AKP’ye resmen katıldığı 2012’ye kadar AKP karşıtı profil çiziyordu. 2012 öncesinde “Tayyip Erdoğan’a gününü göstereceğiz” diyen Soylu’ya AKP rozetini Erdoğan taktı. Süleyman Soylu AKP’ye geçiş töreninde burjuva siyasetinin iki yüzlülüğünü ve çıkar üzerine kurulu olduğunu tescillercesine şunları söyledi:

Sayın Başbakanımız ile yaptığımız görüşmede kendilerinin bize duyduğu itimada teşekkür ederek AK Parti’nin ve milletin emrinde olduğumuzu ifade ettiğimi kamuoyuna saygıyla duyuruyorum.”

Aslında bu durum, burjuva partilerin ortak paydasının sermaye sınıfına hizmet olduğunu gösteren burjuva ahlakın ve politikanın sıradan bir örneği. Zira sermayenin ihtiyaçlarına göre düşman ya da dost oluyorlar.

Süleyman Soylu’nun AKP’li olması, “Ben bu devlet için 1000 operasyon yaptım” diye övünen, kontrgerilla şeflerinden Mehmet Ağar’ın “gölgesi” olmasından ayrı düşünülemez. Öyle ki İçişleri Bakanı olduğu halde Ağar karşısında ceket düğmelerini iliklediği burjuva köşe yazarlarının bile gözünden kaçmadı. Soylu’yu AKP’li yapan şey de asıl olarak sermaye devletinin kontrgerilla şeflerine, bir nevi yeni Mehmet Ağar’lara duyduğu ihtiyaçtır. Soylu’nun Kürt illerinde devam eden kirli savaş üzerinden söyledikleri ise Mehmet Ağar’ı aratmayacağını göstermiş oldu.

 
§