17 Kasım 2017
Sayı: KB 2017/44

İşçi sınıfı baskıya, sömürüye ve kölelik dayatmalarına karşı çıkış yolu arıyor
Maden işçisi bu oyunları çok gördü!
Kuralsız çalışma kalıcılaşıyor!
MİB MYK Kasım 2017 Toplantısı
Ferro Döküm’de hakkını arayan işçiler işten atıldı
İstanbul’da kamu emekçilerinin direnişi sürüyor
“Savaşa, ranta, talana değil, sağlığa bütçe!”
Doymak bilmeyen sermayenin “yaratıcı” çözümü: Kıyı ötesi bankacılık!
Sermaye devletinin eskimeyen yalanı: “Milli otomobil”

“Türkiye internet özgürlüğünde hızla geriledi!”

TKİP 30. Yıl Konferansı gerçekleşti!
İstanbul’da “Gelecek mutlak sosyalizm!” etkinliği çağrıları
Eğitimde gericilik artarak devam ediyor
Gerici ve piyasacı eğitime “yeni” model!
Özgürlük devrimde, gelecek sosyalizmde!
İşte, evde, sokakta kadına yönelik şiddete karşı mücadeleye!
Asya-Pasifik’te “gerilim/işbirliği” ikilemi
El Suud krallığı savaş kışkırtıcılığından medet umuyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

El Suud krallığı savaş kışkırtıcılığından medet umuyor

 

Ortaçağ kalıntısı şeriatçı Suudi Arabistan rejimi, Suriye’de yaşadığı ağır hezimet ve Yemen halkına karşı giriştiği vahşi savaştan istediği sonuçları alamayınca çatırdamaya başladı. Yaşanan fiyaskolar, saldırgan/yayılmacı dış politikaya karşı olanların sesini yükseltmesine neden olunca, Kral Salman’ın oğlu Muhammed bin Salman, El Suud tarihinde görülmeyen bir tasfiye hareketi başlattı.

Bakanları, prensleri, medya patronlarını, dolar milyarderi iş adamlarını hedef alan bin Salman, aynı anda El Suud’un kuklası olan Lübnan Başbakanı Saad el Hariri’yi hem istifa ettirdi hem Hizbullah’a saldırttı hem de rehin aldı. Histerik açıklamalarıyla maruf bin Salman, haddini aşarak İran’ı bile tehdit etmeye başladı. Muhteris prensin bu tez canlı icraatları güç gösterisi gibi algılanmaya müsait olsa da, kendi eliyle mezarını kazacağı bir seremoniye de dönüşebilir.

Prensin histerisi ve El Suud’un gücü

Muhteris prensin krallık ailesinin rakip ya da muhalif kesimleri ile bazı önde gelen dolar milyarderlerine karşı giriştiği mali/siyasi saldırı ilk aşamada başarıya ulaşmış görünüyor. Yine de bunun mutlak başarı olduğunu söylemek için erken. Dış politikadaki icraatları ise, hırstan gözleri körelmiş bir zorbanın kendinden geçmiş olmasıyla izah edilebilir ancak.

Suriye hezimetinden sonra Katar’a yüklenen El Suud, Körfez şeyhleri arasındaki birliği dinamitledi. Dünyanın en yoksul birkaç ülkesinden biri olan Yemen’e karşı giriştiği vahşi savaş ise 3. yılını tamamlamak üzereyken El Suud, Husilerin başkent Riyad’ı hedefini bulan bir füze ile vurmalarıyla sarsıldı. Yoksul Yemen halkının direnişi karşısında acze düşen bu rejimin, Riyad’a atılan füzeden sorumlu tuttuğu Hizbullah ve İran’a tehditler savurması gülünçtür.

Muhteris genç prensin İran’la Hizbullah’a ölümcül bir kin beslediği kesin. Elinden gelse Hizbullah’ı da İran’ı da bir kaşık suda boğardı. Ancak gözü dönmüş prenslerin ihtirası ile savaş kazanmak farklı şeylerdir. İçeride rejim krizi ile boğuşurken, saplandığı “Yemen bataklığı”ndan nasıl çıkacağını bilmezken, görev başında olan bir ülkenin başbakanını rehin alarak uluslararası bir skandala imza atmışken, ne Hizbullah’a ne İran’a saldırabilir. Verili koşullarda böyle bir şey yapması için eceline susamış olması gerekiyor. Bundan dolayı Lübnanlı işçileri sınır dışı etmek ve mali yaptırımlar uygulamaktan söz ediyorlar.

Tek dayanağı ABD emperyalizmi

El Suud rejiminin “tek adamı” olmaya çalışan bin Salman’ın bütün icraatları, ABD Başkanı Donald Trump’a kendini kanıtlama noktasında odaklanıyor. Hizbullah’la İran’a karşı haddini aşan bir dil kullanmasının esas amacı da Washington’a, (tabi bir de Tel Aviv’e) masaj vermektir. ABD emperyalizminin himayesi olmadan hareket edemeyen muhteris prens, bunun için kısa süre önce Trump’la 350 milyar dolarlık bir silah alımı anlaşmasına imza atmıştı.

İç politikada yapılan bazı göstermelik değişiklikler de, ABD ile diğer batılı emperyalistlerin gözüne “reformcu” görünme çabasından başka bir şey değil. Kadınların araba kullanması, eşleriyle maç izleyebilmeleri, Mekke ile Medine dışındaki şehirlerde katı şeriat kurallarını esnetme gibi “reformlar” gerçekleştireceğini söyleyen bin Salman, vahhabiliğin ürediği bataklık olan Suudi Arabistan’ın kanlı imajını değiştirmeye çalışıyor. Bu arada kısa süre önce Moskova’yı ziyaret eden bin Salman, Washington’a, “beni himaye edin yoksa Rusya’ya yanaşırım” mesajı vermeye de çalıştı. Yani attığı her adım, son tahlilde ABD’ye yaranma politikasına endekslidir.

Kim kimin için savaşacak?

El Suud-ABD-İsrail üçlüsü, İran’la Hizbullah’a düşmanlık konusunda hemfikirler. Bir kaşık suda boğma isteği/histerisi her üçü için de geçerlidir. Bu saldırgan ittifakın sorunu, hiçbirinin verili koşullarda doğrudan saldıran taraf olmaya hevesli olmamasıdır. Muhteris prensin fiilen savaşa girmesi olası görünmüyor. Ne askeri ne coğrafi koşullar buna müsait ne de bir savaşı başlatabilecek cürettedir. Olası bir saldırı için en yakın aday İsrail’dir. Ancak Hizbullah’ın gücünden çekinen siyonist şefler, buna pek hevesli görünmüyorlar. Yapabilselerdi, El Suud’un hatırı için değil, kendileri için yaparlardı. Oysa Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, yakın zamanda yaptığı bir konuşmada, İsrail’in böyle bir ahmaklığa kalkışması durumunda kendi sonunu hazırlayacağını ilan etmişti. Hal böyleyken siyonistlerin El Suud’un hatırı için Hizbullah ya da İran’a saldırmaları olasılığı çok düşüktür.

Bu durumda El Suud da İsrail de ancak Beyaz Saray’dan emir alırlarsa savaş ilan edebilirler. Böyle bir risk olmakla birlikte, Trump yönetiminin İran’a savaş açabileceğine dair emareler halen çok zayıftır. Zira böyle bir savaşa Rusya ile Çin’in de İran lehine dahil olmaları şaşırtıcı olmaz. Bundan dolayı ABD halen bu seçenekten uzak duruyor. Dahası ABD ile işbirlikçilerinin böyle bir saldırıya girişmeleri durumunda kazanacaklarının garantisi de bulunmuyor. Geriye cihatçı terör örgütlerini kullanma seçeneği kalıyor ki, bu iğrenç “vekalet savaşı” Suriye’de fiyaskoyla sonuçlandı.

Büyük servet transferi…

Rüşvetle mücadele” adı altında hem kendisine muhalif krallık ailesi mensuplarının hem bazı zenginlerin servetlerini gasp eden bin Salman’ın, 800 milyar dolara el koyduğu belirtiliyor. Dolar milyarderleri listesinin bizzat CIA tarafından verildiğine, el konan paranın ise ABD’ye transfer edileceğine dair spekülasyonlar da var.

Geçen aylarda Körfez şeyhlerine seslenen Trump’ın, “sizi korumamızı istiyorsanız, bunun bedelini ödemelisiniz” şeklinde sözler sarf ettiği hatırlanırsa, servet transferi iddialarının temelsiz olmadığı anlaşılır. Batılı emperyalistlerin, bir Amerikancı olan Lübnan başbakanının rehin alınmasına kayda değer bir tepki vermemeleri, muhteris prensin arkasında durmalarıyla izah edilebilir ancak. Bu tutum, emperyalistlerin gasp edilen yüz milyarlarca dolarlık servetten alacakları payı bekledikleri izlenimi yaratıyor.

Petro-dolar ile cihatçı katilleri savaşa sürmek mümkün, ancak ABD’nin salt bu servet transferi için savaşa girmesi en azından şimdilik düşük bir ihtimaldir. Bununla birlikte ABD emperyalizminin bölgedeki en sadık uşakları olan vahhabi El Suud ile siyonist İsrail’in varlığı, Ortadoğu halkları için tehdit oluşturmaya devam ediyor…

 
§