26 Ocak 2018
Sayı: KB 2018/04

İşçi sınıfı ve emekçiler yayılmacı savaşları reddetmeli, halkların kardeşliğini savunmalıdır!
Efrîn’i işgal harekatı ve milliyetçi-şoven histeri
OHAL’de sömürüye ve baskıya devam!
Tek tip saldırısına karşı topyekûn direnişe!
Metal işçileri grev aşamasında!
“Ya hep birlikte aydınlığa koşacağız ya da bu barbarlığa teslim olacağız!”
Ocak zamlarında kazanmak için…
Erdoğan, işçi düşmanlığına devam ediyor!
Mesleki Eğitim Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Fabrika örgütlenmesi ve mesleki eğitim
Rusya’da devrim ve proleter devrimin sorunları - H. Fırat
Emperyalizm, Türk burjuvazisi ve Kürtler
Çocuk işçilik, kapitalizmin gerçek yüzü
OHAL döneminde olağanlaştırılmaya çalışılan çocuk istismarı
Mücadelenin özgürleştirdiği kadınlar!
İzlandalı kadın işçiler kazandı
“Ben dilenci değilim”
Endüstri 4.0 ve mesleki eğitim
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ben dilenci değilim”

 

Birçok kişi onu “ben dilenci değilim” sözleriyle tanımıştı. Evet, hatırlayacağınız üzere bu sözler geçtiğimiz günlerde hayata gözlerini yuman Dilek Özçelik’ten. Dilek, 2013 yılında Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisiyken okuduğu şehre geziye gelen dönemin Çevre ve Şehircilik Bakan’ı Erdoğan Bayraktar’ın yanına giderek sesini duyurmaya çalışmıştı. Kemoterapi tedavisi gören lenf kanseri üniversite öğrencisi kullandığı ilaçları bulunduğu şehirde bulmakta zorluk çektiğini söyleyerek, bakandan yardım istemişti. Bakan ise, derdini anlatmaya çalışan öğrenciye cebinden çıkardığı parayı vermiş, üstüneyse “düşürme” diye tembihlemişti. Bunun karşılığında gözyaşlarını tutamayan Dilek’in ağzından, herkesi sarsacak, sorgulamaya itecek ve insanlık dersi verecek şu sözcükler dökülmüştü: “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız.” Bu sözleriyle ülke gündemine yerleşen Dilek Özçelik kanser hastasıyken bile okuluna devam edip bitirmeye çalışmış, fakat daha sonrasında durumunun kötüye gitmesiyle okulunun bitmesine az bir süre kala Tekirdağ’ın Saray ilçesine ailesinin yanına yerleşmişti.

Geçtiğimiz günlerde ise ne yazık ki Dilek’in ölüm haberini aldık. Hatırlattığım bu olay bile tek başına sermaye düzeninin ve temsilcilerinin iğrençliğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Erdoğan Bayraktar ise bir dönem TOKİ genel müdürlüğü yapmış, sonrasıda Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak sermaye düzenine hizmet etmiş bir zat. 17-25 Aralık’tan da hatırladığımız bakan birkaç gün önce verdiği bir demeçte ise, Trabzon’da yaptıracağı caminin 30 milyonluk değil, 65 milyonluk olduğunu söylemişti. İşçilerin ve emekçilerin emekleri üzerinden zenginliklerine zenginlik katıp bunların üzerine bir de yolsuzluğa bulaşan bu kişiler, sadaka toplumu yaratmayı o kadar benimsemişler ki, kanser hastası bir genç kadını bu denli yıkabiliyorlar.

İktidar temsilcileri tarafından dile getirilen bu sözler ve davranışlar ne ilkti ne son oldu. AKP Tekirdağ milletvekilinin “Engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk” sözleri, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın çalışma koşullarının iyileştirilmesini dile getiren işçiye “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz. Para kazanıyorsun değil mi?” sözleri ve Erdoğan’ın yakın bir zamanda gittiği bir organizasyonda kendisinden kadro isteyen bir işçiye “Ne kadrosu yahu, çalışıyorsunuz işte!” demesi iktidarın işçi ve emekçilere dönük yaklaşımlarını açık bir şekilde gözler önüne serdi. İnsanlığa, onun değerlerine ve onuruna düşman olan sermaye düzeninin temsilcileri bu tarz açıklamalar yapmaktan hiçbir zaman imtina etmiyor.

Onlar bu tür açıklamaları yapmaktan imtina etmiyorken bizler de kitlelere sermaye devletinin bu yüzünün teşhirini yapmaktan imtina etmemeliyiz. Bizler bugün yine “ücretsiz ve herkese ulaşılabilir sağlık” talebini yükseltmeli; böyle bir olay yaşadıktan sonra dahi “İnsanlık için bir şeyler yapmak istiyorum” diyen, Dilek ve nicelerine insanca ve onurlu bir yaşam sunmak için sosyalizm mücadelesini büyütmeliyiz.

Trakya’dan bir genç komünist

 

 

 

 

İstanbul DGB’den ‘devrim okulu’

 

68 kuşağının 50. yıl dönümü vesilesiyle Devrimci Gençlik Birliği’nin toplayacağı ‘devrim okulları’nın ilki 21 Ocak’ta İstanbul’da gerçekleştirildi.

Açılış konuşmasında eğitim sisteminin niteliksizliğine ve anti-bilimselliğine karşı devrim okullarının öneminden bahsedildi. 50. yıl dönümünde ‘68 hareketinin de öneminden bahsedilerek Denizler, Mahirler ve İbrahimler şahsında saygı duruşu gerçekleştirildi.

Ardından ‘68 hareketini yaratan süreci ve 2000’lerin başına kadar Türkiye işçi ve gençlik hareketi tarihini konu alan sinevizyon izlendi.

68 hareketi ele alındı

Sinevizyon sonrasında ilk olarak, Efrîn’e yönelik işgal saldırısına dair konuşmalar yapıldı. Ardından 130 bin metal işçisini ilgilendiren grev sürecine ilişkin yapılması gerekenler konuşulduktan sonra böylesi bir süreçte anti-emperyalist mücadelenin simgesi ‘68 kuşağının önemine değinildi. ‘68 hareketinin dünya çapındaki etkisinin arka planına dair görüşler aktarıldı. Kapitalizmin krizlerine değinilerek 1929 buhranından ‘68’e kadarki süreç üzerinde duruldu. Vietnam işgali ve emperyalist saldırganlığa karşı direniş ve eylemliliklere dair konuşmaların yapıldığı toplantıda dünya çapındaki öğrenci ve işçi eylemleri aktarıldı. Fransa’daki ‘68 hareketine de değinildikten sonra Türkiye’deki mücadele tarihine geçildi.

Politik gençlik hareketi geleneği

İkinci bölümde, Türkiye’deki politik gençlik hareketi geleneğinden bahsedildi. Osmanlıdan günümüze kadarki süreçte devrimci gençlik mücadelesi ve sınıf mücadeleleri tartışılırken TİP, MDD gibi akımlara değinildi. TİP reformizminden kopuş ve FKF, Dev-Genç’in ardından yaşanan ‘71 kopuşuna değinilerek bu dönemden kalan devrimci mirasa dikkat çekildi. ‘71 hareketinin, Türkiye devrimci hareketinin önemli bir damarı olmasının yanı sıra siper yoldaşlığının, davaya adanmışlığın ve ser verip sır vermeme geleneğinin de öncüleri olduğu vurgulandı.

 

 

 

 

Mücadelemiz ekmeğimizdir!

 

14 Ocak Pazar günü gerçekleştirilen Mesleki Eğitim Kurultayı’nda genel eğitim sorunları, mesleki eğitim sorunları ve bu sorunlarla nasıl mücadele etmek gerektiğini yapılan sunumlar ve konuşmalarla sıkça vurguladık. Mücadelemizdeki kararlılığı bir kez daha gözler önüne sererek, bundan sonra izleyeceğimiz yol hakkında bize ışık tutan Mesleki Eğitim Kurultayı işçi-emekçi sınıfının taleplerine de dikkat çekilen bir platform oldu. Yapılan sunumlarda staj sömürüsü, emeğin korunması, örgütlenmelerin önemi, niteliksiz eğitim, Avrupa’daki mesleki eğitim konularına dikkat çekildi. Şöyle ki bugün yüz binlerce meslek lisesi ve MYO öğrencisi niteliksiz eğitim ve sermayenin çıkarlarına göre kendisine dayatılan faşist gerici politikalara maruz kalmakta ve meslek liselilere üniversite kapıları sermaye düzeni tarafından kapatılmaktadır. Staj adı altında normal işçi gibi çalıştırılıp ücretten yoksun olduğumuz yetmiyormuş gibi, bizlere stajda angarya iş yaptırılmakta ve sosyal yaşamdan uzak bir hayat sunulmaktadır. Ayrıca kadın arkadaşlarımız, gerek okul içerisinde gerek fabrikada sözlü ve fiziki tacizlere uğramakta ancak bunlar görmezden gelinmektedir. 2. bölümün başlangıcında sergilenen tiyatro oyunundaki usta ve stajyerin isyanları bu durumun kısa bir özetidir.

Sermayenin hedeflerine hiçbir zaman boyun eğmeyeceğiz, müsamaha göstermeyeceğiz. Şu bir gerçektir ki tarih, sınıf savaşımlarının tarihidir. Mücadele her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir. Hiçbir zaman pes etmedik etmeyeceğiz. Mücadelemizdeki kararlılığı her geçen gün daha da arttırarak devam ettireceğiz. Gelecek mutlak sosyalizm!

İÜ MYO’dan bir öğrenci

 
§