23 Şubat 2018
Sayı: KB 2018/08

AKP emperyalist efendilerle anlaşma telaşında
Almanya ile kirli pazarlıklar
AKP’nin gerici kürsüsü: Diyanet
“TTE saldırısına karşı birleşik mücadelenin örgütlenmesini önemsiyoruz”
AKP meslek örgütlerini teslim almak istiyor
Savaş medyasının Efrîn yalanları gerçeğin karşısında tuz buz olmaya mahkumdur
Sınıfı siyasallaştırmanın imkanları ve görevler
Şeker fabrikaları sermayeye peşkeş çekilecek
AKP ve patronlar, işsizlikte görüntüyü kurtarmak istiyor
Yazaki’de işçilerin birliği kazanacak!
Komünist Manifesto’nun 170. yılı
Efrîn denklemi üzerinden Suriye’de gelişmeler
Kapitalist emperyalizmin Ortadoğu’daki görünümü
Kürt halkı Rojava’da sokaklara döküldü: “Efrîn’de de kazanacağız!”
Ekim Devrimi’nin 100. Yılında Kollontay’ı okurken… / V
“8 Mart’ta mücadeleye!”
Devrimci Gençlik Birliği 3. Genel Kurulu toplanıyor
İstanbul Üniversitesi işgali 22. yılında!
“Tepeden tırnağa arı bir ozan”: Hasan Hüseyin Korkmazgil
“Bu savaş diktatörlerin iktidarda kalma savaşıdır!”
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi’nin 100. Yılında Kollontay’ı okurken… / V

Kadınların Özgürlüğü

Z. Kaya

 

Kollontay’ın kadın sorununa dair sekiz makalesinin yer aldığı Kadınların Özgürlüğü* başlıklı kitap, Ekim Devrimi öncesinde Bolşeviklerin kadının kurtuluşu mücadelesine bakışlarını ve Ekim Devrimi’nin ardından kadının özgürleşmesi çerçevesinde atılan adımları incelemek açısından başvurulacak kaynaklar arasında yer alıyor.

Kadın sorununun toplumsal temeli

Kollontay’ın ilk olarak 1909 yılında St. Petersburg’da yayınlanan Kadın Sorununun Toplumsal Temeli** adlı kitabının giriş bölümü, sözkonusu kitapta yer alan ilk makaledir. Kollontay bu yazıyı, 10-16 Aralık 1908’de burjuva kadın örgütlerinin düzenlediği Tüm Rusya Kadınlar Kongresi*** öncesinde kaleme almıştır. Kollontay, kongrenin sloganının “Tüm kadınların yalnızca kadın hakları ve çıkarları için savaşımda birleşmesi” olduğunu aktarır. Bu “barış dolu” sloganın işçi kadınlara çok şey vaadeder gibi göründüğünü, bunun kendisini kongrenin amaçları ile temel savlarını işçi sınıfı kadınlarının çıkarları açısından dikkatlice değerlendirmeye yönelttiğini ifade eder.

Kollontay yanıt verilmesi gereken soruna ilişkin; “… sorun, işçi sınıfı kadınlarının feministlerin çağrısına uyarak kadınların eşitlik savaşımına etkin ve doğrudan katılımda bulunmaları mı, yoksa sınıfsal geleneklerine sadık biçimde kendi yollarını çizerek yalnızca kadınları değil, tüm insanlığı toplumsal yaşamımızdaki çağdaş kapitalist kurumların baskı ve köleliğinden kurtarmak amacıyla değişik bir savaşım vermeleri mi gerektiği sorusuna yanıt bulmaktır” der ve bu soruyu yanıtlamaya girişir.

Kadınların doğal özelliklerinden kaynaklı toplumda ikincil konuma itilmesine belli ekonomik unsurların neden olduğunu ifade ederek, ancak bunların ortadan kaldırılmasıyla kadınların toplumsal konumunda köklü bir değişim olacağını belirtir. “… kadınlar gerçekten özgür ve eşit bir duruma ancak dönüştürülmüş ve yeni toplumsal ekonomik ilkeler üzerinde kurulmuş bir dünyada kavuşabilirler” dedikten sonra, “Bu düşünce, emek sorununun köktenci bir çözüme ulaşması için var olan üretim ilişkilerinin tümüyle yeniden düzenlenmesi, gelişmelerin sağlanabileceğini de göz ardı etmemektedir. Gene böyle bir yaklaşım proletaryanın ivedi çıkarlarının tatmin edilmesine yönelik reform çalışmaları üzerinde yavaşlatıcı bir etki yapmaktan da kaçınır. Tersine, işçi sınıfının her yeni kazanımı bağımsızlık ve sosyal eşitliğin geçerli olduğu bir düzene insanları ulaştıracak merdivende yeni bir basamaktır. Kadınların elde ettiği her yeni hak onları tam bağımsızlık hedeflerine biraz daha yaklaştırmaktadır” vurgusunu yapar.

Kadınların üretim içerisinde artan sayılarına dikkat çeken Kollontay, kadın işçilerin erkek işçilere rakip olmadıklarını ekler. Kadın işçilerin halen çalışma koşulları üzerinde olumsuz bir etkileri varsa, bunun işçi sınıfının görece daha az örgütlenmiş bir kesimini oluşturmalarından kaynaklandığını vurgular. Sermayenin kadın işçileri, işçi sınıfının daha bilinçli ve örgütlü kesimi karşısında bir silah gibi kullandığını ancak kadın işçilerin örgütlü olarak işçi sınıfı saflarında yerlerini aldıkları zaman erkek işçi için tehdit unsuru olduğu yolundaki görüşün geçersizleşeceğini belirtir: “Örgütlü bir proleter, ister kadın, ister erkek olsun, sınıfdaşlarına zarar verebilecek bir konumdan çıkmıştır artık.”

Ardından Rusya’da gelişen burjuva kadın hareketini ele alan Kollontay, 1905 Devrimi’ne kadar daha çok hayır işleri ve eğitim üzerinden kendilerini ifade ettiklerini, devrimden sonra ise kadın çevrelerinin daha etkin bir nitelik kazandığını ve köktenci taleplerin duyulduğunu kaydeder. Burjuva kadın hareketi içindeki bölünmelere de değinen Kollontay, feministlerin bir kadınlar bloğu kurma gereğini savunmalarına karşın yaşamın gerçeklerinin karşı çıkılmaz bir biçimde böyle bir planın gerçekçi olmadığını ortaya koyduğunu belirtir. Kadın örgütlerinin, o dönemdeki diğer örgütler gibi bir ayrışma süreci yaşadığını söyler.

Burjuva kadın hareketinin kendi sınıfdaşı kadınları uyandırma çabalarını olumlayan Kollontay, ancak onların kadın işçilerin saflarına sızma girişimlerine sosyal demokratların**** sessiz kalamayacağını belirtir. Yine de kimi durumlarda tüm sınıflardan kadınların ivedi amaçlarının çakışabileceğini dıştalamaz. “Ancak hareketin yönünü belirleyen uzun vadeli, genel amaçlar ve bu amaçlarda izlenebilecek taktikler birbirinden kesin biçimde ayrılmaktadır. Feministler için, çağdaş kapitalist dünyanın çizdiği çerçeve içinde erkek ile eşit haklara kavuşmak ‘son hedeftir’, proleter için ise bu eşit haklar işçi sınıfının ekonomik köleliğine son vermek için sürüp gidecek savaşımda kullanılabilecek yeni bir silahtır sadece.”

Yazının sonunda Kollontay burjuva kadınlara şöyle seslenir: “Sizin yapınıza tümüyle yabancı olan proleter kız kardeşlerinizi saflarınıza çağırmaktan vazgeçiniz! Siz, burjuva sınıf kadınları, pek sevdiğiniz o idealist lafları etmeyi bir yana bırakın, tarihten ders alarak kendi sınıfınızın hak ve çıkarlarını savunmaya çalışın. Bırakın işçi kadınlar da kendi yollarında, kadınların mutluluğu ve bağımsızlığı için kendi yöntemleriyle savaşsınlar. Kimin yolunun daha kısa, kimin yöntemlerinin daha etkin olduğunu yaşam gösterecektir.”

“Kadınlar günü”

Kollontay’ın Rusya’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün ilk defa kutlandığı 1913 yılının Şubat ayında Pravda’da yayınlanan “Kadınlar Günü” adlı makalesi de kitapta yer almaktadır. Kollontay yazısına, “‘Kadınlar günü’ ne demektir? Niçin önemlidir bugün? Bu özel gün burjuva kadınlarıyla feministlere tanınan bir ayrıcalık değil midir? İşçi hareketinin birliğine olumsuz etkisi yok mudur?” sorularıyla başlar ve bu sorulara cevap verir. Pek çok yazısında olduğu gibi kadın işçilerden çok erkek işçilere seslenir.

Kadınların geri kalmışlıklarına, haklardan yoksun durumlarına kayıtsız kalmanın işçi sınıfının çıkarlarına hizmet etmediğini, tam tersine sınıf savaşımına zarar verdiğini belirten Kollontay, uluslararası sosyal demokrasinin kadın işçilerin hareket içine nasıl çekileceğine dair soruya doğru yanıtı vermekte geciktiğini vurgular. Bu soruya yanıt verildiği andan itibaren gelişen süreci de betimler: “Örgütlü bir bilinçlilik düzeyine erişen işçi kadınlar, bu amaçlara ulaşılmasında çok önemli aşamalar kaydettiler. Bugün tüm ülkelerdeki işçi partilerinin kadın kolları, komiteleri ve büroları vardır.”

Kollontay, örgütlü kadın işçilerin “kadınlar günü”nde kimi haklardan yoksun tutulmalarını protesto eden gösteriler yaptıklarını kaydeder. Kadınlara özel bildiriler, miting ve konferanslar düzenlenmesini burjuva feministlere verilmiş bir ödün olarak görenlerin, burjuva feministleri ile sosyalist kadın hareketi arasındaki ayrımı tam olarak anlayamadıklarını belirtir. Ardından feministler ile kadın işçilerin amaçlarını karşılaştırır. Burjuva feministleri ile kadın işçilerin izlediği yolların uzun zamandır birbirinden kopmuş olduğunu vurgular.

Son olarak, işçi sınıfının kadınları tarafından gerçekleştirilecek her türlü özel çalışmanın, kadın işçilerin bilincini geliştirmeyi ve onları daha iyi bir gelecek için mücadele saflarına çekmeyi amaçladığını belirterek erkek işçilere seslenir: “Bırakınız, ortak bir sınıf hedefine giden yolda hizmet verirken, kendilerine özgü haklar için de savaşmak, tüm kadın işçileri mutlu kılsın ve onları Kadınlar Günü kutlamalarında neşe ve umutla bir araya getirsin.”

(Devam edecek…)

* Aleksandra Kollontay’ın 1984 yılında Moskova’da İngilizce olarak basılan Selected Articles and Speeches (Seçme Yazılar ve Konuşmalar) adlı kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmemiştir. Ancak bu kitapta yer alan kadın sorununa ilişkin makalelerden sekizi “Kadınların özgürlüğü” başlıklı kitapta yayınlanmıştır. (Yarın Yayınları, Aralık 1986)

** Kadın sorununu marksist bakış açısıyla ele alan Kadın Sorununun Toplumsal Temeli adlı kitabın da Türkçe çevirisi yoktur.

*** Kongreye 45 kadın işçinin de bulunduğu 700 delege katılmıştır. Kadın işçi delegeler feministlerin birleşme amacına karşılık sınıfsal çıkarlarını savunan konuşmalar yaptılar. Kadın işçi delegelerin basıncıyla kongre kadın ve çocuk emeğinin korunması, köylü kadınların durumuna ilişkin kararları kabul etti. Seçmenlik haklarına ilişkin önergenin kabul edilmemesi üzerine kadın işçi delegeler kongreyi terk ettiler. Kollontay, kadın işçi delegelerin kongreye hazırlanması işini üstlendi. Daha fazla bilgi için Kollontay’ın “Birçok hayat yaşadım” kitabına bakılabilir.

**** Sosyal demokratlar dönemin marksist devrimcileridir.

 

 

 

 

İzmir’de direnen kadın işçiden mektup

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışırken kadro davası ve tediye fişi alacakları için dava açan 200’e yakın belediye işçisinden biri olan Seval Gündüz neden işten çıkartıldığını ve direnişin kendine neler kazandırdığını anlattı.

Kadın direnişçinin mektubunun tamamı şu şekilde:

Merhaba,

İsmim Seval Gündüz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne meslek lisesinde okul bitince stajyer olarak başladım. Staj sonunda çalışmam, hal ve hareketlerim beğenildiği için işe alındım. 5 yıl taşeronda sonrasında belediye şirketi İZELMAN’da 20 yıl çalıştım. Bu 25 yıllık süreç içerisinde işimi aksatmaksızın, herkesten önce gelip herkesten sonra çıktım. Bu sürede evlendim, iki çocuğum oldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde büyüdüm diyebilirim. 25 yıl her gün eve gittim, gelip işimi yaptım. Bu yıllar içinde bir kez olsun bir kusurum için tutanak tutulmamıştır. Disiplin cezam olmamıştır. Hayatım boyunca kurallara uyup yaşamayı tercih ettim. Çalıştığım İZELMAN şirketi ihale ile çalışan bir şirket. Belediyeden ihale almadığında işçileri çalıştıramaz. 2014 yılında şirket ihaleyi alamadı. “650 işçinin tazminatları hazır, işten çıkarılacaklar” dendi hem sendika hem belediye tarafından. Bu güvencesizlik karşısında daha önce karayolları işçilerinin kadro davası açtığı ve kazandıklarını öğrendik. Bir grup arkadaş olarak biz de iş güvencemiz olsun diye bu kadro davasını açtık. Davalar lehimize sonuçlandı. Bundan sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi işçi çıkarmaya başladı. Haziran ayında beni çağırıp “Seni işten attık” dediler. Gerekçe verimsizlik. Ne müdürüm ne şefim bu durumu onayladı, imzalamak istemedi. “Biz çalışanımızdan memnunuz” dedi. Ama “Emir büyük patrondan” deyip çıkışımı verdiler.

Hayatımda hep kurallara göre yaşamış biri olarak sudan çıkmış balık gibi ortada kaldım. Ortada bir haksızlık vardı. Bir suç işlememiştim. Hakkım olan için yasaya başvurmuştum. Sonra çıkarılan insanların kimi eylemler yaptığını duydum. Bu sürede DİSK Genel-İş sendikasına üyeyim ama bir gün olsun aramadılar bile. “Hakkın şudur şunu yap şu desteği verelim” diye. Sonra birkaç benim gibi işçinin işlerini istemek için eylemler, basın açıklamaları yaptığını duydum. Yanlarına gittim. O günden bu yana hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hakkım olanı istemeyi öğrendim. Yıllarca susup emek vermişken bu kadar değersiz bir kenara atılmak çok zoruma gitti. 2 çocuğum var, 6 yıl var emekliliğime ve çalışmak zorundayım. Bir gün biri geliyor “Ekmeğini elinden aldım” diyor.

Sokağa çıktıkça hak aramayı öğrendim. İtiraz etmeyi öğrendim. Hayatımda hiç yolda bile GBT’ye denk gelmemişken gözaltı tehdidi, polis ve eylem içinde buldum kendimi. Hak aramayı öğrendikçe öğrendim ki bunca yıl çalışıp emek harcarken, hep veren, hakkı yenen ben olmuşum. Evde de böyleymiş, işte de. O günden bu yana hepsine itiraz ediyorum. 3 ay olacak İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde kışı geçiriyorum. Sabah 06.30’da karanlıkta evden çıkıyorum. Öğlen alandan ayrılıp çocuklarımı etütte bırakıp alana geri dönüyorum. Akşam 18.00’e kadar direniş alanında oturuyor ve hakkımı arıyorum. İşimi istiyorum. Bugüne kadar emeğimi çalan evdekine karşı da mücadele başlattım. İlk günler gelip Konak direniş alanında sabah 07.00’de beni tehdit etti birçok kez. “Burayı sana zindan ederim” dedi. Üzerime yürüdü. “Burada olamazsın” dedi. Buna bütün arkadaşlarım şahit oldu. O gün buna karşı geri adım atarsam artık sürekli geri adım atacağımı düşündüm. Geri adım atmadım. 3 ay kışı İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde geçiriyorum. Daha geçireceğim de. Bu konuda maddi manevi olarak tüm zorlukların üzerinden gelmek için mücadele ediyorum. Bir kadın olarak kendi gücümün farkına vardım.

Beni en çok üzen şey Mahir Kılıç arkadaşımın bugün 90 günü aşkındır açlık grevinde olması. Gün gün erimesi, bir çocuğunun olması, eşinin hamile olması. Çok basit bir mesele için bu kadar emek harcıyoruz. Hakkımızı olanı istiyoruz. İşimizi istiyoruz. Karşımızda olanların bu kadar merhametsiz, acımasız olmasını önceleri çok anlamıyordum. Ama şimdi birçok işçiyi ve onların hikâyesini dinledikçe anlıyorum ki, konu işçiler olunca patronlar “Hakkını yiyebiliriz” diye bakıyor. Bu yüzden merhametsiz ve vicdansız davranıyorlar.

Gücüm yettiği yere kadar mücadele edeceğim. Kendim ve başkalarının acıları için…”


 
§