27 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/29

Haklarımız, geleceğimiz ve emeğimiz için mücadeleye!
Kriz bu kez Erdoğan’ı teğet geçmeyecek
Düzen muhalefetinin sefaleti
Büyük Birader’in gözü üzerimizde
“Sağlıkta dönüşüm programının şiddet olaylarını çok arttırdığını biliyoruz”
“Torba yasada sağlık çalışanlarına dönük düzenlemeler yetersiz”
“OHAL ve başkanlık emeğe zararlıdır!”
DEV TEKSTİL imzaları bakanlığa gönderdi
Fabrika direnişleri ve sınıf dayanışması
Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
Siyonist rejim histeri-açmaz ikileminde
“Beyaz Baretliler” siyonist İsrail’de
Macron’un Fransa’yı sürüklediği karanlık ve sınıf mücadelesi
Maduro hangi sularda kulaç atıyor?
Berlin’de öğrenci-çalışanların grevi üzerine…
Yaşamı, uğruna ölecek kadar çok sevenlere...
Sınıf mücadelesinin minyatür hali Mata!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yaşamı, uğruna ölecek kadar çok sevenlere...

 

Tarihin tekerleğini çeviren güç, ezen ve ezilen sınıfların savaşıdır. Bir tarafta yaşamı üretenler, diğer tarafta asalakça gelişimin önünde engel olanlar… Prometheus tanrılara karşı gelip ateşi insanlara ulaştırdığından beri adına tarih denen savaş meydanında bu iki sınıfın öncüleri sürekli karşı karşıya geldiler: köleci Roma devletine kafa tutan Spartaküs’ten Almanya’da asi köylülerin önderi Thomas Münzer’e; yarin yanağından gayrı her şeyin paylaşıldığı bir dünya düşleyen Şeyh Bedreddinlerden Komün türküleri söyleyen Fransız savaşçılara kadar ezilenlerin öncüleri her daim direnmiş ve bedel ödemekten çekinmemişlerdir.

Daha ilk kuruluş yıllarından itibaren eline komünistlerin kanı bulanmış, harcı ezilen halkların kanıyla karılmış bir devlet egemendir Türkiye’de. Türkiye bir yanıyla yoksulluklar ve katliamlar coğrafyasıyken diğer yanıyla da tüm bunlara karşı alnımızı ağartacak bir direniş geleneğine sahiptir. Direniş sadece dağda, sokakta, fabrikada değil, zindanlarda da can bedeli büyütülmüştür. Özlemini duydukları dünyayı düşmanın zindanlarında dahi ören devrimci tutsaklar koğuşları birer komüne dönüştürmüşlerdi. Kitle mücadelesinin büyüdüğü, devrimci akımların boy verip güçlendiği 70’li yıllarda hapishaneler birer okul olmuştu adeta. Yaşanan devrimci yükselişten korkan sermaye devleti 12 Mart 1971 Darbesi ile sokakların yanısıra hapishaneleri de hedef almış, bu darbeyle tüm tutsakların asker sayılacağı kararlaştırılmış; tutsaklara askeri nizam, sayım görevlilerine tekmil verme, tek tip kıyafet gibi uygulamalar dayatılmıştı.

12 Eylül 1980 sonrasında ise bu saldırı sürecinin devamı olarak hapishaneler değiştirilmeye başlandı. İlk olarak koğuşların 16-20 kişi ile sınırlandırıldığı E tipleri, ardından koğuşların 4-6 kişilik hücrelere bölündüğü H tipleri açıldı. Hapishanelerin tabutluklara dönüştürülmesi, tutsaklara yönelik askeri uygulama dayatmaları, onur kırıcı davranışlar, tutsağın iradesini yok sayma, kimliksizleştirme saldırılarına karşı direniş daha ’80’lerin ilk yıllarında başlamıştı. Diyarbakır Hapishanesi’ndeki tutsaklar sayımlarda tek sıraya geçme, saç ve bıyıklarının kesilmesi, yemek duası zorunluluğu vb. uygulamalara karşı 2 Ocak 1981’de toplu açlık grevine başladılar. Yine Diyarbakır Hapishanesi’nde, aynı yılın 4 Mart’ında Kemal Pir ve Hayri Durmuş önderliğinde bir grup tutsak ölüm orucuna girdi. Direnişin 43. gününde devlet bu uygulamalardan vazgeçti, direniş kazandı.

’82 senesinin Newroz’unda Mazlum Doğan hapishane koşullarına karşı bedenini ateşe verdi. Ancak geçen yıllarda ödenen bedellere rağmen ne hapishanelere dönük saldırılar son buldu, ne de karşısında yükselen direniş. 1984 yılında tek tip kıyafet saldırısına karşı Metris Hapishanesi’nde devrimci tutsaklar ölüm orucuna yattılar. Onların sözleriyle: “Direnmek, haksızlığa karşı haklılığın, keyfiliğe karşı meşruluğun, insanlık dışı her türlü uygulamaya karşı insanlığın kavgasıydı...”

‘90’lı yıllara gelindiğinde ülkede koyu bir devlet terörü hüküm sürüyordu. Kirli savaş, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, köy yakmalar-boşaltmalar ile karakterize olan bu dönemde hapishaneler de devletin öncelikli hedefiydi. 1981-95 yılları arasında devletin zindanlara dönük saldırılarında yaşamını yitiren tutsak sayısı 50’den fazlaydı. Ocak 1995’te, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “cezaevlerinin tutukluların eğitim kampı olmaktan çıkarılması”nı kararlaştıran devlet, zindanlara yönelik saldırılarına hız verdi. 18 Eylül 1995’te, Buca Hapishanesi’nde tutuklu ve hükümlüler, yaşam koşullarında iyileştirme talep ederek sayım vermemeye başladılar. Eylemin 4. gününde özel harekat timi, asker ve gardiyanların operasyonu ile koğuşlara sis, göz yaşartıcı ve bayıltıcı bombalarla saldırarak giren devlet Yusuf Bağ, Turan Kılıç ve Uğur Sarıaslan isimli 3 tutsağı katletti, 47 tutsak yaralandı. Buca Katliamı’ndan 3 ay sonra Ümraniye Hapishanesi’nde bulunan siyasi tutuklular, görüş haklarının engellenmesini protesto etmeye başladı. Bunun üzerine 13 Aralık 1995 günü, polis ve jandarmanın düzenlediği operasyonda 4’ü ağır, 70’den fazla tutsak yaralandı. 4 Ocak ’96’da koğuşlara yapılan asker baskınında da 4 tutsak katledildi, 40 tutsak yaralandı.

Tutsaklara yönelik azgınca saldırılar sürerken, o dönem Adalet Bakanı olan kontrgerilla şefi Mehmet Ağar, “Cezaevlerini hizaya getireceğiz” diyordu. 6 Mayıs 1996’da yayımlanan Mayıs Genelgesi ile F Tipi hapishanelerin temeli atılarak, hücre tipi olarak düzenlenen Eskişehir Hapishanesi açıldı ve Marmara Bölgesi’ndeki tutuklu ve hükümlülerin buraya sevk edilmesi kararlaştırıldı. Buna karşın Sağmalcılar, Ümraniye, Bursa, Aydın, Buca, Malatya, Diyarbakır ve diğer birçok hapishanede 1.500 tutsak açlık grevine başladı. 20 Mayıs tarihinde EKİM, DHKP-C, TKP(ML), MLKP, TİKB, TKP/ML, TKEP-L, HKG, Direniş Hareketi yayımladıkları bir bildiriyle tabutluk genelgesinin iptal edilmesi, tabutlukların kapatılması, tutsak yakınlarına yönelik saldırıların durdurulması ve tutsakların tedavi ve duruşmalara çıkmalarının önündeki engellerin kaldırılması talepleriyle süresiz açlık grevine başladıklarını duyurdular.

Süresiz açlık grevi (SAG) 45. gününde ölüm orucuna çevrilirken -TİKB, SAG olarak devam ettiriyordu direnişi-  sermaye devletinin sözcüleri de büyük bir kin ve ahlaksızlık içinde direnişe saldırıyorlardı. Zindanlarda direniş devam ederken ANAP-DYP hükümeti düştü, Refah-Yol hükümeti kuruldu. Sivas Katliamı sanıklarının avukatı ve Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan. “Bunlar daha önce kantinden yiyecek alıp stok yapmışlar, gizli gizli yiyorlar” diyecek kadar alçaklaştı. Refah-Yol hükümeti direnişi kırmak adına tutsaklara kısmi haklar tanıyan yeni bir genelge yayımladı. Ancak direnişçiler devletin bu ayak oyununa geçit vermeyerek eylemlerini devam ettirdiler. Direniş şehitlerle büyüyor, devlet her geçen gün acze düşüyordu direnenler karşısında. 69. gün sermaye devleti Sağmalcılar Hapishanesi’ne bir heyet gönderdi. Görüşmeler saat 14.00’ten gece 23.00’e kadar sürdü. Sermaye devleti yenilmişti, 27 Temmuz’da direnişçilerin talepleri kabul edildi.

Büyük direnişin kızıl karanfilleri...

Ölümüne direnişte, ilkin TKP(ML) tutsağı Aygün Uğur’u güneşe uğurladık. Direnişin ilk şehidiyle dışarıdaki tepki büyüdü, eylemler yaygınlaştı. 23 Temmuz’da DHKP-C dava tutsağı Altan Berdan Kerimgiller şehit düştü. Direnişin 66. günü olan 24 Temmuzðda Sağmalcılar Cezaevi’nde DHKP-C dava tutsağı İlginç Özkeskin direnişin üçüncü şehidi olarak devrim tarihine yazdırdı adını. Direnişin 67. günü olan 25 Temmuz’da üç devrimci tutsak birden ölümsüzleşti. MLKP’den Hüseyin Demircioğlu, TKP(ML)’den Ali Ayata ve DHKP-C’den Müjdat Yanat şehit düştüler.

Ölüm Orucu’nun 68. gününde DHKP-C dava tutsağı Ayçe İdil Erkmen, dünyanın ilk kadın ölüm orucu şehidi olmuştu. TİKB dava tutsağı Tahsin Yılmaz’ı da SAG’ın 68. gününde ölümsüzlüğe uğurladık. Bir gün sonra ise bu kez DHKP-C dava tutsağı Yemliha Kaya  şehit düştü. TİKB tutsağı Hicabi Küçük ve Osman Akgün yine aynı gün şehit düştüler.

69. günde devlet ile direnişçiler adına Sağmalcılar Hapishanesi’nde görüşmelerin sona erdiği sıralarda TKP(ML) dava tutsağı Hayati Can ’96 Ölüm Orucu Direnişi’nin son ölümsüzleşeni oldu.

***

1996 Zindan Direnişi devrimci iradenin, inanca bağlılığın, tereddütsüz adanmışlığın sembolü olarak ezilenlerin direniş tarihinde yerini aldı. 22. yılında bu büyük direnişin ve direnişçilerin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Y. Leyla