7 Eylül 2018
Sayı: KB 2018/33

Sermaye devletinin kriz dönemine hazırlığı: Daha fazla baskı ve zorbalık!
Sermaye partilerinin krize çözümü ‘sürdürülebilir kapitalizm’dir
Aynı gemide değiliz!
Her şeye zam, yağmaya devam!
Eğitimde tasarrufa, itibarda israfa devam!
Enflasyon Ağustos’ta yüzde 18’e dayandı
Cumartesi Anneleri’nin eylemine 700. haftasında yasak ve saldırı
Rant için insan sağlığı hiçe sayılıyor
“Patronlar dövizin artmasını fırsata çeviriyor”
Ekonomik kriz ve kadınlar
Kriz, sınıf ve program
Trakya’dan işçiler ekonomik kriz üzerine yazdı
MMK Metalurji patronu ve Çelik-İş krizin faturasını işçiye kesti!
İşsizlik fonunun yağmalanmasına izin verme!
4 yıl aradan sonra Greif işgaline dava
Türkan Albayrak: İşe direnerek geri dönen işçi istemiyorlar!
İdlib; yeni bir gerilim ve çatışma alanı
Almanya Erdoğan’ı karşılamaya hazırlanıyor
12 Eylül darbesi, bir ‘ekonomik yapılanma’ projesidir!
Proleter sanatın emekçisi; Yılmaz Güney!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye partilerinin krize çözümü ‘sürdürülebilir kapitalizm’dir

 

Yakın tarih düzen partilerinin çeşitli siyasal gelişmeler karşısında nasıl yekvücut olduklarını gösteren sayısız örnekle dolu. Özellikle 15 Temmuz sonrası Erdoğan AKP’sinin sınırlarını çizdiği “Yenikapı ruhu” ile doruk noktasına ulaşan, devamında da benzeri içerikteki bu yan yana gelişler ivmesinden bir şey kaybetmedi.

Kuşkusuz geçmişte de kaptan koltuğuna oturanlar ile muhalefet olduklarını iddia edenlerin mevzu sermaye düzeninin bekası olunca, hep beraber nasıl canhıraş bir çabaya girdiklerini biliyoruz. Başta Kürt halkının haklı istemleri olmak üzere, kapitalist sistemin yarattığı toplumsal eşitsizliklere karşı verilen mücadeleyi birlikte göğüslemek için ellerinden geleni yaptılar. Bu gerici, karşı devrimci koalisyona bir örnek verilecekse, kontrgerilla cinayetleriyle anılan ‘90’lı yıllarda mevcut hükümetlerdeki “sosyal demokrat” ortakları kim unutabilir? Keza sömürüye, emperyalist işbirlikçiliğe karşı “tam bağımsız bir ülke” için verilen mücadelenin emekçi kitlelerde büyük yankılar uyandırdığı, “devrim” düşünün milyonlarca insanda gerçekleşmesi yakın umutlar yarattığı ‘70’li yıllarda da durum hiç farklı değildi. Erdoğan’ın siyasi literatüre soktuğu, günümüzün o pek moda tabiriyle “eski Türkiye”de de “yeni Türkiye”de de durum hep aynıydı. Kapitalist sitsem için tehlike çanları çaldığında aynılar hep aynı safta kolaylıkla toplandı.

Bu saf “milli” değil, sınıfsaldır!

Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler ise bu sömürü düzeninin bekasını savunanlar tarafından oyuna getirilmek, bertaraf edilebilmek için hep aynı argümanlarla, yalanlarla kandırıldılar. Ya “din elden gidiyor” denildi ya da “vatan, millet, Sakarya!” Emekçiler hem dini inançları kullanılarak hem de yaratılan şovenizm ile kışkırtıldı. Kısaca ister muhalefet isterse hükümet koltuklarında otursunlar, düzen partilerinin tümünün amacı tektir. Bu amaç ne “milli” ne de “dini”dir. Zira onların dini imanı paradır. Yan yana gelişleri “milli” değil sınıfsal bir konumlanıştır. Mensubu oldukları sermaye sınıfının iktidarını güvence altına almak, kapitalizmin gemisini karaya oturmaktan kurtarmaktır amaçları.

Haliyle kapitalist sistemin her yaşadığı krizde en öncelikli görevleri sermaye sınıfını korumak ve kollamak oldu. Çözüm önerileri krizlerin faturasını ödemek zorunda bırakılan on milyonlarca yoksulu yaşadıkları sefaletten kurtarmak üzerine değil, servet ve sefalet arasındaki bu büyük uçurumun biricik sebebi olan sermaye sınıfını rahatlatmak üzerine oldu. Tümünün diline yapışmış olan o dâhiyane “yerli ve yabancı sermaye yatırım yapmaktan korkuyor” tespitine masumiyet kılıfı giydirmeye çalışmalarından daha büyük bir yalan olabilir mi? Kapitalistlerin yatırım yapmaktan korkmadıkları o “rahat” günlerin cefasını kim çekiyor, sefasını kim sürüyordu? Onlar; hükümetiyle, muhalefetiyle kapitalistlerin olmadığı bir ülke ve dünyadan korkuyorlar. Elbette işçi ve emekçilere krizlerin faturasını ödettiren sermaye tekellerine “el konulsun” diyemezler? Tıpkı “emperyalist ülkelerle olan tüm askeri, ekonomik ilişkilere son verilsin, dış borçlar iptal edilsin, NATO’dan çıkılsın” diyemedikleri gibi. Çünkü hepsinin temsil ettikleri sınıf aynıdır. Bu kapitalist sınıfa hizmet etmektedirler. Siyasi memuru oldukları, bir nevi holdinglerinin CEO’su oldukları kapitalistlerin daha çok kazanacağı, riski daha az sömürü koşulları istemektedirler. Aynı şekilde hizmet ettikleri sınıfın kopmaz bir bağı olduğu emperyalistlerle de sorun yaşamak istemezler. Onlar, çok da uzak olmayan yakın tarihin doğruladığı gibi ya o emperyalist ülkenin ya da bir diğerinin “mandacı”sıdırlar.

Seçim dönemlerinde türlü vaatlerle emekçileri aldatmaya çalışan düzen muhalefetinin krizin faturasının emekçilere ödettirilmeye çalışılması karşısında sessiz kalmasının nedeni bu gerçeklerdir. Düzenin sözde muhalefet partilerinin esasında patron partileri olduğu gerçeğini bu son kriz dönemindeki tutumları fazlasıyla göstermektedir.

İstedikleri kadar “adalet”ten bahsetsinler. Sundukları çözüm alternatifleri içinde sınıfsal ve toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldıracak, sömürüye son verecek hiçbir yaklaşım yoktur. Artan hayat pahalılığından, yükselen enflasyondan, döviz artışlarından, peşi sıra gelen zamlardan ne kadar çok bahsederlerse bahsetsinler, asıl amaçları kaymağını yedikleri bu sistemi yeniden rayına oturtmaktır. Sermaye devletinin hükümetlerinin, sözde muhalefet partilerinin yan yana gelişlerinin gerçek nedeninin “milli” olmadığı gibi aralarındaki tek gerçek kavga da sınıfsal değil, rantın ve yağmanın paylaşımı, toplumsal eşitsizliklerden elde edecekleri haksız kazançtır.

Sınıf kavgasını ise olağan zamanlarda alabildiğine sömürülen, kapitalist sistemin sebep olduğu kriz zamanlarında da fatura ödeyen, daha da yoksullaşan işçi sınıfı, kendi bağımsız sınıf siyasetini kuşandığında verebilecektir.

 

 

 

 

Asgari ücret 1603 TL, açlık sınırı 1812 TL

 

Türk-İş, 2018 Ağustos ayı açlık ve yoksulluk araştırmasını açıkladı. Türk-İş’in raporuna göre, asgari ücretin 1603 lira olduğu Türkiye’de açlık sınırı 1812 lira.

Türk-İş açlık ve yoksulluk araştırması sonuçları şöyle:

* Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1,812.47 lira,

* Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 5,903.80 lira,

* Bir çalışanın -sadece kendisinin- yapması gereken yaşama maliyeti ise aylık 2,225.54 lira olarak hesaplandı.

* Dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı geçtiğimiz aya göre 74 lira, yoksulluk sınırı tutarı ise 241 lira artmıştır. Yılbaşına göre artış tutarı sırasıyla 204 lira ve 666 lira oldu. Son bir yılda mutfağa gelen ek yük 308 lira ve aile bütçesine gelen ek yük 1.002 lira arttı.

* Yılbaşında net asgari ücret sadece 199 lira artışla bütün yıl için aylık net 1.603 lira olarak belirlenmişti. Asgari ücretin yürürlüğe girdiği Ocak 2018 ayında 1.989,20 lira olan tek bir işçinin geçimi için yapması gereken aylık harcama bu ay 2.225,54 liraya yükseldi. Böylece asgari ücretle aradaki fark 386 liradan 622 liraya yükseldi.

Rapora göre, mutfak enflasyonundaki değişim de şu şekilde:

* Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya göre yüzde 4.26 arttı.

* Yılın ilk sekiz ayında fiyatlardaki artış yüzde 12.71 oranına ulaştı.

* Gıda enflasyonunda son on iki ay itibariyle artış oranı yüzde 20.45 oldu.

* Yıllık ortalama artış oranı ise yüzde 12.05 olarak hesaplandı.